Üniversitelerin yalnızca eğitim merkezi olması değil, millete istikamet tayin etmesi, bilim ile kültürü yoğurarak irfan haline getirebilmesi beklenmektedir.
Üniversite rektörleri, görevlerinin hemen başında iki tercihle karşı karşıya kalırlar;
Milletin inancına, ahlakına, kültürüne, aile yapısına sadakatle bağlı olacaklar yahut küresel sistemin dayattığı, fıtratı yok sayan uygulamalarla üniversitelerini batının yozlaştıran gelişmelerinin laboratuvarı haline getirecekler.
Şimdi sizlerle, iki üniversite rektörünün esasen iki ayrı dünya görüşünün, iki ayrı zihniyetin, iki zıt yönetim anlayışının fotoğrafını paylaşmak istiyorum:
Fıtratı Göremeyen İrtifa Kaybı
OMÜ Tıp Fakültesi’nde yapılagelen, ‘Cinsiyet İptali Operasyonları’ndan bizzat başvuranın babasının feryadıyla haberdar olmuştuk.
Süreçte, ‘Cinsiyet Değişim İstemi’ anatomik veya genetik zorunluluklara değil, ‘cinsiyet hoşnutsuzluğuna’ dayandırılıyor; endokrin – hormon uygulamalarıyla süreç geri dönüşü imkansız cerrahi müdahalelerle sonuçlanıyordu.
OMÜ Rektör Prof. Dr. Fatma Aydın’ın takındığı tutum gerçek hayal kırıklığıydı.
Endişeli babaya verdiği cevap;
“Bizim doktorlarımız işinin uzmanıdırlar. Ne yaptıklarını bilirler. Dilerseniz istediğiniz yere şikâyet edebilirsiniz.”
Yaklaşımı, fıtrat eksenli değildi; toplumun ahlaki reflekslerini umursamayan, kulak tıkayan, meseleyi geçiştiren, inisiyatif alamayan tavırdı.
Sonrasında Rektörlük, ‘Cinsiyet İptali Süreci’nin Medeni Kanun’un 40. maddesi çerçevesinde yürütüldüğünü…’ açıklayarak, taştan soğuk, mekanik, hukuki metne sığınmayı tercih etti.
Göreve geldiğinin ilk yol ayrımında batı normlarına aileyi kurban etmişti.
Fıtrata Sadakat, millete bağlılık
Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz’a, üniversitesinde benzer operasyonların yapıldığını kendisine ilettiğimizde, “Benim yönetimimde nasıl olabilir?” diyerek derhâl müdahale etti.
Ortalığı ayağa kaldırdı.
Yalnızca tepkiyle kalmadı, aileyle görüştü, süreci bizzat takibe aldı.
“Keşke daha önce haberimiz olsaydı” diyerek, konuya duyduğu samimi hassasiyetini dile getirdi.
Ferudun Hoca’nın tavrı yalnızca yöneticilik refleksi değil, aynı zamanda entelektüel duruşunun tezahürüydü.
Felsefeye ilgisi onu ekonomi profesöründen fazla; yalnız prosedürlere değil, kadim değerlere yaslanan rektör haline getirmişti.
Üniversiteyi sadece eğitim, araştırma kurumu olmaktan çıkarıp, etik değerler uygulama merkezi haline getirmek gerektiğini bizlere tekrar hatırlattı.
İki Rektör, İki Türkiye…
İki rektör arasındaki tavır farkından Yüksek Öğretim Kurumunun istikamet çelişkisi ortaya çıkmaktadır.
‘Maalesef hukuk böyle…’ diyerek fıtratı, aileyi, milletin değerlerini göz ardı eden yönetimler...
Diğer yanda hukuki sınırları zedelemeden ahlaki duruşunu koruyan, toplumun vicdanına kulak veren idareciler...
Prof. Dr. Ferudun Yılmaz’ın tavrı bizlere Türkiye’nin geleceği adına umut vermektedir.
Aklını kalbiyle yönlendirmiş, vicdanını irfanla yoğurmuş rektörler, gençliğimizi sahici değerlerimizle bütünleştirebilecek vizyonu temsil etmektedirler.
Bitirirken…
Sizce iki rektörden hangisi millete istikamet verebilir, hangisinin duruşu yarının Türkiye’sini inşa etmelidir?
Son soru, zor soru;
Türkiye iki istikametten hangisini tercih edecektir?
evvela müslümanların hizaya gelmesi gerek değil midir?