Dört duvar...
Sadece duvar yok...
Tıbbi cihazlar...
Monitörler...
Bir yandan diğer yana koşuşturan hanım cengaverler, hemşire, doktor hasta bakıcı vs vs...
Gün yok...
Saat yok...
Zaman denilen hiçbir şey yok...
Duvar kenarında sadece bir cam...
Belli ki hava soğuk...
Hava ayaz...
Hava...
Derler ya hani, yer demir gök bakır işte öyle bir durum.
Dışarısı soğuk, benim içim ise âdeta buz kesiyor, altı gün boyunca tir tir titredim. Zira burası YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ idi, ben de ünitenin şartlarına uygun kıyafetler içerisinde idim(!) Dışarısı gibi içim bakır, dışımda gök gibi idi.
Tam altı gün...
Ve...
Sizi servise alıyoruz Bülent bey. O an duymak istediğiniz en güzel cümle olsa gerek.
Elhamdülillah.
Altı gün boyunca içimdeki fırtına semada yağan yağmura döndüğü anlar gibi oldu.
Utanmadım...
Sıkılmadım...
Koca adam...
Bülent amca...
Ağladım anne...
Ağladım...
Anne...
Pazar gecesi ne güzel gündü biliyormusun anne...
Bir bayram...
Şen, neşeli.
Tıpkı;
Bayramda hediyesini almış bir çocuk gibiydim.
Elhamdülillah.
Duygu yüklü idim.
İçimde fokur fokur kaynayan, bir türlü dışarı çık(a)mayan duygular...
Aramak...
Sesinizi duymak...
Görmek...
Nasılsın anne...
Nasılsın deniz gözlüm diyebilmek istedim.
İstedim istemesine de...
Olmadı anne...
Konuşamadım anne...
Sebile aradı ve iyi olduğumuzu merak etmemenizi söyletmek için konuşmamı istedi...
Aradı..
Alo...
Anne...
Çok şükür odadayız. Bak Bülent te yanımda, veriyorum.
Ne çok istemiştim.
Anneeeee....
Nasılsın anne demeyi.
Alo...
Alooo...
Oysa sen,
Çocum nasılsın oğlum...
O an ben yoktum anne.
İyiyim...
Çok iyiyim ANNE!!! diyemedim, zira göz pınarlarıma kilit vuramadım, kelimeler ise...
Anne...
Bugün burdayım...
Seni görüyorum...
Konuşabiliyorum.
Seni çok seviyorum...
Anne...
Nasılsın???