2007 Şubat'ının bir cumartesi günü Kubbealtı Vakfı'nda Mehmet Nuri Yardım'ın odasındayız. Emin Işık Hoca, Dursun Gürlek, başkaları ve bir de aramızda emekli vali var. O anlattı:
1950'li yılların sonlarında Giresun'un güney ilçelerinden birinde kaymakam iken belli aralıklarla köyleri ziyarete gidermiş.
Köylüler hayvan sırtında onu komşu köye teslim eder dönerlermiş. O köy de öbür köye...
Bu gezilerin birinde şırıl şırıl akan söğütlü bir derenin kenarına gelmişler. Köylülerden çelimsiz, incecik olanı gelip hayvanın yularını tutmuş, başını doğrultup:
-- Efendim, demiş, bu dere tam bu vakitlerde hüzzam akar, biraz dinlesek mi?
Şaşırdım kaldım diye anlattı emekli vali.
Bu nasıl olur?
Ben bunca okumuş yazmış olmama, bunca yer yurt görmeme rağmen bir mûsıkî geçişinde hüzzamı seçemezken, bu adam bir köy ortamında acaba nasıl öğrenmişti ?
Emekli valimiz, hayatın örsünde döğüle döğüle kalpleri incelmiş ve buğday başağı kadar niyetleri temiz kalmış o insanları biraz daha anlattı ama doğrusu benim kalemim "hüzzam"dan ötesini kayıt altına alamadı. (Alıntı)
Ramazan-ı Şerifi'nizin günü mübarek olsun.
Selâm ve dua ile.
Bülent Ertekin