Aşağıda okuyacağınız yazı, bir hikâye, bir kurgu, bir senaryo asla değil. Birebir yaşanmış gerçek bir hayat hikayesi. Hikayeyi yaşayan da bize aktaran da aynı aslan yürekli adam.
Adı; Harun PINAR
İzmir İli, Menderes ilçesinde maneviyat ordusunun bilinmeyen gerçek üstü kahramanı.
Okuyun...
Okutun...
Bu vatanın, nasıl hainlerden, kahpelerden, canilerden, katillerden ne şartlar ve ne bedellerle kurtulduğunu yakinen göreceksiniz. Okurken gözyaşlarınıza hakim olamayacak ölenlere, şehit olanlara değil KENDİNİZE ÜZÜLECEK belki de ACIYACAKSINIZ. "Keşke biz de şehit olsa idik" diye dua edeceksiniz.
Gelin daha fazla uzatmadan şehidin hikayesini okuyalım.
.............
Askerliğim 20 ay geçti bunun 5 ayı eğitim, 15 ayıda sahada geçti. Özel Kuvvetler Birliğinde görevliydim. Hem savaşıyor, hem istihbarat bilgileri topluyorduk. ASELSAN’ın kriptolu telsizleriyle kod adı parmaksız olan Şemdin SAKIK'la birebir görüşüp "silahları bırak, gel. Adam gibi, delikanlı gibi kavga edelim" diyen adamım ben. Lâkin nerde o adamlık ve yiğitlik. Bildikleri sadece kahpece, haince arkadan ve pusu kurarak saldırmak.
Ben şehitliğin mertebesini hakikaten o timde gördüm. Komutan ve rütbe diye bir şey asla yoktu. Herkes eşitti ve askerdi. Sınıfların belirli olduğu nefteler yoktu, takılması yasaktı. Herkes aynı idi. Hepimiz Mehmed, hepimiz Ahmet, hepimiz Mustafa idik.
Hikayeye konu olan asker arkadaşım Afyonlu. Aynı timde görev yaptığım Hüseyin Öğüt, Afyon’un Çavdarlı köyünden. Hüseyin ve timin tüm aslanları ile bambaşka bir kardeşliğimiz vardı. Timin bütün askerlerinin ailesi, annesi, babası, kardeşi hepsi beni, Harun Hoca’yı tanırdı. İnancım; meşrebim ve mesleğim gereğince manen hem askeri cephede, hem de dışarıya karşı koruyan bir baba gibiydim. Hem çatışmaya giderken, hem de çatışmalarda onlara şehitlik ile alâkalı hadisleri ve ayetleri anlatıyordum. İşte o civanmert aslan yürekli, fidan gibi delikanlılardan 5 tane tim görevlisi kardeşim, evladım gözlerimin önünde avuçlarının içinden sıyrılarak şehit oldular.
Hüseyin'in 2 oğlu vardı. Her seferinde derdi ki bana;
-Hocam benim çocuklarımın sünnetini ve nikâhını sen kıyacaksın. Çocuklarımın manevi babası sensin" derdi. Bende
-Bak Hüseyin, (bazen Karadeniz lisanı ile) La Huseyun, burdan gacalum, burdan gidelum sonra gelir/gideriz birbirimize...
Bir gün operasyona gittik, çatışmanın içinde kaldık. Bize pusu attılar, Tunceli, Çemişgezek bölgesinde. Oranın, yıllar geçse de ismi anıldığı an tüylerim diken diken olur. Üzerimize havan mermisi attılar ve Hüseyin orda şehit oldu. Ama o zamana kadar Hüseyin sürekli derdi ki
-Hocam; çocuklarımın nikahını da sünnetini de sen yapacaksın. Başka kimse yapmayacak! Başkasına da yaptırmam. derdi.
Şehit oldu, helikoptere bindirdik ve gönderdik. Bende bayılmışım. Devrem Bilal Uçar bana 2 tokat attı.
-Hocam, senin gibi hocaya tokat atmak bana ağır geldi ama şoka girmiştin sana vurmak zorunda kaldım." dedi.
Hüseyin’i gönderdik. Ben de bir müddet sonra tezkeremi aldım ve memleketime döndüm. Bu arada Hüseyin'in çocuklarının sünnet töreni var. Ailesi beni komple tanıdığı için arıyorlar. Valilik, kaymakamlık, il müftülüğünü aramışlar. Ben, teskeremi aldıktan sonra iki yıl boyunca hem psikolojik tedavi gördüm hem de mide ile yaşadığım problemleri gidermek için tedavi görmeye başlamıştım. Bu arada beni sürekli arıyorlar ve memleketlerine gelmem için vali kaymakam, emniyet amirleri, ilçe müftülerini araya koyuyorlar. Bir gün
-Bu kadar sıkıntı ve stres içerisinde bırakın Hüseyin'i, o ana ait hiçbir arkadaşımı ve yaşadığım olayları hatırlamak dahi istemiyorum.
Dedim ki kaymakama.
-Beni rahat bırakın. Canımı da sıkmayın. Bırakın Hüseyin'i görmeyi yaşadığım o günler ile alâkalı hiçbir şey hatırlamak istemiyorum. Mesele Hüseyin değil, mesele benim.
Tekrar geriye dönmek istemiyorum.
Geçmişte yaşanan acıları hatırlamak istemiyorum." dedim ve gitmedim.
Aradan 23 yıl geçmiş ve ben geçen onca zamana rağmen Hüseyin'in köyünü, ailesini hiç arayıp sormadım. Afyon'dan defalarca geçmeme rağmen oraya gidemedim.
2013 yılıydı İzmir'den Ordu'ya fındığa gittik. Eşim ve çocuklarımla şen şakrak bir biçimde yola çıktık. Günlerden ise Cuma sabahıydı. Samsun, Çorum, Ankara derken Ankara'da bir kardeşimiz vardı, Ayhan abi. Ona da fındık hazırladım, gece saat 23.00 gibi Ayhan abiye uğrayıp hal hatır soracak, emaneti verecek ve hemen geri dönme planımız vardı. Bu arada Hüseyin'in dediğim gibi sünnet törenine hem kalbi, hem ruhi cesaretim olmadığı için gidemedim. Ayhan abiye uğradık. Yengem güzel bir sofra hazırladı. Ayhan abi;
-hocam biz seni bulmuşken bırakır mıyız" dedi.
-Aman Ayhan abi, bizim yola gitmemiz lâzım, hanım çocuklar...
falan derken bizi kesinlikle bırakmadı. Ayhan abi ısrarla o akşam bizi yatırdı.
Sabah namazına kalktık. Lâkin ben biraz uykuyu severim yola gidecektik "ben biraz daha yatayım" dedim. Biraz yattım. Saat 8:30'u gösterdiğinde kahvaltı yaptık, sonra yola çıktık.
Afyon'a yaklaştım ve 50 km kala Hüseyin beni çağırıyor. Diyor ki;
-Hoca...
-Harun hoca gel.... geeeeel...
diye diye âdeta kafamı, beynimi bitiriyor. Köyünde nerede olduğunu bilmiyorum haaa. Ailesini sadece isim olarak biliyorum. Hiç rastlaşmamışım. Ne annesi, ne babası, ne de çocukları, kimseyle... Hanım ve çocuklara dedim ki
-Hüseyin benim şehidim. Beni çağırıyor.
Afyon'da; Konya yolu üzerinde bir benzinliğe girdik. Hanım "madem öyle haydi öyleyse gidelim" diye ısrar etti vardır bunda bir hikmet diye.
Bir amca vardı köyü sorduk ve bize tarif etti.
-Amca Çavdarlı köyü nerede?
Sanki amca ona soracağımı bile bile beni bekliyormuş gibi tarif etti köyü ve yolunu. Köye yaklaştıkça Hüseyin'in sesi yoğunlaşmaya başladı. Köyün levhasını gördük ve devam ettik. Köye vardık, köyün girişinde bir düğün vardı. Benim küçük kız Sevdenur,
-Baba; çok acıktık şurada yemek yiyelim. Üstelik köy yemeği de çok leziz olur. Bir köy çorbası birde keşkek yedik mi evelallah bizden daha bahtiyarı yoktur. Hem, kim bilecek yabancı olduğumuzu.
-Kızım; biz yabancı, onlar yabancı benim öyle bir isteme huyum yok. dedim.
Biz bunları kendi aramızda konuşa konuşa düğün yerini geçtik ve küçük bir çocuğa selam verip şehitliğin yerini sordum. Öyle bir şey ki mezarlık köyün etrafında. Mezarlık sanki köyün içerisinde. Ben orda kapıda indim ve şehitliği gördüm 5-6 tane bayrak var. Hüseyin'in mezarına gittim Yasin okudum ve onla konuşmaya başladım.
-La Huseyun... Nasulsun... Naparsun
dedim. Şehitlerle ilgili olan ayeti okudum. Hüseyin'e şehitliği anlatıyordum ve
-Bak Hüseyin sen öldüğünü bilmiyorsun. Beni canlı canlı duyuyorsun. diyordum.
Konuşurken Hüseyin sanki karşımdaymış gibi manevi huzur almaya başladım. Sanki orada ölüler yatmıyormuş gibi hissettim. Orada bir kadın ( Hüseyin’in ablası imiş) yanındakine
-Hüseyin’in mezarının başında biri var.
dedi ve bana
-Kimsin? diye sordu.
-Ben Hüseyin’in silah arkadaşıyım, ben imam Harun!
Hüseyin’in ablası yanıma koşarak geldi.
-Hocam dedi. Harun hoca sen misin?
-Benim dedim.
-Ordulu?
-Evet
-İmam?
-Evet
-Hüseyin'in arkadaşı?
-Evet dedim.
-Hocam, biz seni bir aydan beri arıyoruz, dedi.
-Hayırdır inşallah bacım. .dedim lakin bir şey anlatmasına da fırsat vermeden
-Bacım boşver sen onları sonra da konuşuruz. Hadi gidelim. Annesi babası çocukları var onlarla konuşmak istiyorum" dedim.
Gittik.
-Hocam, şu karşıda düğün olan ev var ya, Hüseyin'in, babasının evi ve çocuklarının bugün düğünü var. dedi.
Babasının olduğu yere götürdüler. Ben selam verdim. Dedim:
-Ben Harun Pınar, şehit Hüseyin'in silah arkadaşı imam Harun, dedim. Millet başladı hüngür hüngür ağlamaya!
-Ne oluyor? dedim.
Herkes beni kucaklıyor, ailesi, anası, babası, çocukları vs. Dedim;
-Ne oluyor amca, anlayamadım.
Baktım çocuklarının düğünü var. Düğün sanki o gün bizim için kurulmuş.
Dedim ki:
-Çocuklar nerede?
-Kuaföre gittiler.
-Nikahları kıyıldı mı?
-Hayır!
-O halde söyleyin acil gelsinler, ben onların nikahlarını kıyacam.
Geldiler. Herkesi şahit tuttum. Ailesi
-Hocam siz nerdesiniz? Sizi arıyorduk. Seni bulamıyoruz? Tanımıyoruz? Sadece Hüseyin'in silah arkadaşı olarak biliyoruz. Mutlaka bulup nikahımızı kıyman için çağıracaktık.
Kardeşler aralarında anlaşıp "biz şehit çocuğuyuz düğünümüzü birlikte yapalım çifte düğün olsun" diye karar kılmışlardı. Ben nikahlarını kıydım, alay komutanına haber vermişler kendisi de beni görmeye geldi ve o zamana ait sohbetimiz oldu. Sonra hanıma dedim ki
-BİZE SIRADAN GİBİ GELEN, ASLINDA SEBEBİ BELLİ OLAN BİR YOLCULUĞA ÇIKTIK.
BİZ, BİR ŞEHİDİN AHDİNİN VEFANIN YERİNE GETİRİLMESİNE ŞAHİT OLDUK.
Rabbim onlardan ebediyen razı olsun.
Selam ve dua ile.
Bülent ERTEKİN