Birinci Dünya Savaşı'nda Irak'ın önde gelen Arap aşiretlerinden birisinin lideri olan Şeyh Uceymi Sadun, İngilizlere kök söktürmüştü. Kendisine Türklere ihanet karşılığında yapılan Irak Krallığı teklifini elinin tersiyle iten bu kahraman insan, Türk ordusuyla beraber Anadolu'ya gelmiş, Kurtuluş Savaşı'na bile katılmıştı.
Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı'na taraf olduğunda, İngilizlerin ele geçirmek için gözlerini diktikleri ilk yerlerden birisi petrol zenginliği nedeniyle Irak'tı. İngilizler 22 Kasım 1914'te Basra'yı işgal etti. Albay Suphi Bey komutasındaki bir Türk birliği, 45 Subay ve 986 er ile İngilizlere esir düştü. Bu haber İstanbul'da büyük yankı buldu. Basra'da işlerin iyi gitmediği, Bağdat'ın da tehlikeye girdiği artık su götürmüyordu.
Enver Paşa, Bingazi'de beraber savaştığı Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri'yi göreve çağırdı. Süleyman Askeri, bir miktar seçme askerle birlikte Irak'a gönderildi. Askeri'nin görevi, oradaki yerli halkı örgütlemek, onlardan oluşturacağı kuvvetle İngilizleri Basra'dan çıkartmaktı. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın da atası sayılan Osmanlı Devleti'nin gizli istihbarat teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa'nın da ilk başkanı olan Süleyman Askeri, sadece gönüllü subaylar ve seçkin fedailerden oluşan Osmancık Taburu adlı bir birlik oluşturmuştu. Bu taburdaki her bir asker idealist, cesur ve usta birer savaşçıydı. Irak'ın Müntefik çölleri denilen bölümünde yaşayan Uceymi Sadun Paşa da savaşın başından beri Türkler'in yanında yer alıyordu. Uceymi Sadun Paşa'nın babası Sadun Paşa, II. Abdülhamid döneminde hürriyet taraftarı olduğu için tutuklanmış ve Halep Hapishanesi'ne konulmuş, burada da şüpheli bir şekilde zehirlenerek öldürülmüştü. Servetleri, asaletleriyle tüm Irak'ta adını duyuran bir ailenin oğlu olan Uceymi Sadun Paşa'ya savaşın başlarında Padişah Mehmed Reşad tarafından "Irak Şeyh-ül Meşayihi" yani "Irak Şeyhler Şeyhi" unvanı verilmişti.
Süleyman Askeri, Irak'a gelir gelmez ilk olarak Basra'nın 125 kilometre Kuzeydoğusu'nda ve Karun Nehri'nin doğusunda bulunan İran'ın Ehvaz Kasabası'nı işgal edip düşmanın faydalanmasını önlemek için Abadan'a giden petrol borularını tahrip ettirdi. Süleyman Askeri ve birliği, 20 Ocak 1915'te Dicle boyunda keşif harekatı yapan İngilizler'le karşılaştılar. Zübeyir Muharebesi olarak adlandırılan muharebede Süleyman Askeri Bey, düşman kurşunuyla bacağından yaralandı. Haber, İstanbul'a ulaştığında, Başkumandan Vekili Enver Paşa, her ihtimale karşı sonradan Karabekir soyadını alacak Birinci Kuvvei Seferiye Komutanı Yarbay Kazım Bey'e bu görev için hazırlıklara başlamasını emretti. Çeteci ruhlu, savaşmak için yaratılmış olan bir asker olan Süleyman Askeri, bu sırada çok kritik bir hata yaptı. Aceleci bir yapıya sahip olan Askeri, İngilizlerin keşif için yaptıkları taarruzu gerçek bir taarruz zannetti. İngilizler'in zayıf ve endişe içinde olduklarını düşünüyor ve Basra'nın geri alınacağına artık daha fazla inanır olmuştu.
Askeri sedyedeydi, ancak yaklaşık 9 bin kişilik bir gücün başında Basra'ya doğru ilerlemeye başladı ve 12 Nisan 1915 tarihinde Şuaybe civarındaki Bercisiyye Ormanı etrafında üç gün süren bir çatışma yaşandı. Ancak bu savaşta aşiretlerin çok istekli savaşmaması gibi etkenlere bir de tel engeli eklendi. İlk taarruzda başarılı olamayan Süleyman Askeri, ikinci gün birliklerine İngilizler'in tahkim edilmiş mevzi ve ordugâhına saldırılmasını ve her ne pahasına olursa olsun Şuaybe mevkiinin ele geçirilmesini istedi. Savaşın kritik bir noktasında, İngiliz süvarilerinin ani bir baskın tehlikesi baş gösterdi. Süleyman Askeri'nin Zübeyir'in işgaline ve Basra-Şuaybe yolunu kesmek için görevlendirdiği aşiretler, gönüllü süvari teşkilatından yardım istedi. Uceymi Sadun Paşa, tam zamanında Hızır gibi yetişti ve beraberindeki süvarilerle hücum emrini verdi. Birkaç yüz atlının başında her zamanki gibi sade kıyafetleri içinde bir çöl şövalyesini andıran Uceymi, düşman ateşi altında sağ taraftan sol tarafa koşup gelmişti. Benzeri az görülen bu cüretli hücum, Türk birliğinin sağ kısımdaki karargahı mutlak bir ölümden kurtarmıştı. Düşman süvarileri Uceymi Sadun Paşa'nın bu hücumu karşısında şaşkın bir vaziyette geri çekilmişti.
Süleyman Askeri ise Basra'nın alınması için ikinci kez emir verdi. Türk birliklerinin, üstün düşman kuvvetlerine karşı başarı kazanmasına ramak kalmışken, beklenmeyen bir gelişme oldu. Birinci Alay'ın 1. Taburu, gece İngiliz mevzilerine epeyce sokuldu. İngilizlere ateş konusunda büyük avantaj sağlayan ışıldak ve makineli tüfeği etkisiz hale getirildi. İngilizler'in asıl mevziine varan Türk birliklerinin karşısına birden dikenli teller çıktı. Türk güçleri, bir şeyi unutmuşlardı. Ellerinde tel makası yoktu. Askerler dikenli telleri kazma ve kürekle aşmaya çalıştılar ancak başarılı olunamadı. Defalarca yapılan hücumlar, hep tel örgüye takıldı. Bu Bağdat'ın kaybına neden olacak mağlubiyetlerin başıydı. Yaşanan muhabere sonucunda Türk tarafı mevcudunun yarısı olan 4 bin 500 kayıp vermişti. Onurlu bir asker olan Yarbay Süleyman Askeri, yaşanan bozgunun suçlusu olarak kendisini gördü ve 14 Nisan'da tabancasıyla başına ateş ederek yaşamına son verdi. Askeri'nin cesedi yardımcısı olan Binbaşı Ali tarafından birliğe duyurulmadan Nahile'ye getirildi. Irak Genel Komutanı olan Askeri'nin cenazesi, bir çadır içinde yıkandı ve aynı çadırda büyük bir saygı ve üzüntü içinde gömüldü.
1. Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Musul'u terk edecek olan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis, anılarında Süleyman Askeri'nin intiharını şöyle değerlendiriyordu: "Süleyman Askeri Bey, bu hesapsız cesaretini, hayatına kendi eliyle son vermek suretiyle ödemiş ve mesuliyetini bizzat tayin etmiştir. Bu hâzin netice, şerefli bir askerin takdir edilecek kahramanlık faciasıdır. Fakat durumu iyi muhakeme ederek, isabetli tedbirler ile kumandanlık vazifesini layıkıyla yapsaydı, vatana daha faydalı olurdu. Kendi hatası yüzünden görevindeki başarısızlığından dolayı başkalarının hitâplarına katlanmayı şerefine yakıştıramayan namuslu ve şerefli komutan, ölmeyi yaşamaya tercih etmiştir. Bu bir sinir buhranı mıdır? Hayır şeref ve kahramanlık numunesidir."
Uceymi Sadun Paşa, bu bozgun günlerinde, geri çekilmeye başlayan Türk askerleri için koruyucu bir melek gibiydi. Askerlerimize taarruz eden ve soygunculuk yapan bedevileri adamları sayesinde bulduruyor, ibret-i âlem olsun diye herkesin gözü önünde öldürtüyordu. Bunun yanında İngilizlerin ileri karakollarına adamlarıyla beraber baskınlar düzenliyor, Irak'ın her yerinde ses getiriyordu. Kutülammare'ye çekilen İngilizler, Türk kuvvetleri tarafından 4.5 aylık bir kuşatma sonucunda 29 Nisan 1916'da Enver Paşa'nın amcası olan Halil Paşa komutasındaki Türk kuvvetlerine teslim olmak zorunda kaldı. Türkler, 350'si subay olmak üzere 10 bin askeri şehit verirken, 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 İngiliz asker teslim oluyordu. Kut'u kurtarmaya gelen 30 bine yakın İngiliz askeri de öldürülmüştü.
Türkler için 1'inci Dünya Savaşı'nda Çanakkale'den sonraki en büyük zafer Irak'ta kazanılmıştı. Ancak ilerleyen zamanda takviye olan İngiliz birlikleri Basra'yı aldıktan yaklaşık 2.5 yıl sonra 11 Mart 1917'de Bağdat'a girdiler.
Türk ordusu çekilirken Uceymi ve süvarileri Türkler'in yanından bir an için bile ayrılmıyor, Mehmetçik dara düştüğünde 'Hızır' gibi yetişiyorlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin İngilizler'le beraber hareket etmeye başlamasından sonra, Şeyh Uceymi'yi kendi tarafına çekmenin yollarını aramıştı. Ünlü İngiliz Ajan T.E Lawrence da bunun en doğru hareket olacağını belirtip, bir an önce Uceymi'yi saflarına katmanın hesaplarını yapıyordu. Lawrence, Uceymi Sadun Paşa'nın hangi şartlar altında Türkleri terk edeceğini merak ediyordu. Bundan dolayı, Türkler'e ihanet etmesi karşılığında Uceymi'ye savaştan sonra kurulacak Irak Krallığı'nı önerdi. Lawrence, bu iş için Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'ı görevlendirdi. Emir Abdullah, kendisine verilen bu görevi, "Uceymi Sadun Paşa'nın böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini biliyorum. Abes olur" diye reddetmek istedi. Ancak, Lawrence ve babasının ısrarıyla temasa geçti.
Ancak Uceymi Sadun Paşa, Abdullah'ın gönderdiği elçiye şöyle cevap verdi: "O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım."
Irak Şeyh-ül Meşâhiyi (Şeyhlerin şeyhi) Uceymi Sadun Paşa'nın vefası, Osmanlı devlet erkânı tarafından hayranlıkla izleniyordu. Padişah 5. Mehmet Reşad, kendisine Osmanlı nişanı verdi. Mustafa Kemal ise Diyarbakır'da 2'inci Ordu, Halep'te 4'üncü Ordu'nun komutanlığını yaparken, 1. Dünya Savaşı boyunca onun yaptıklarını yakından takip etmiş, kendisine olan hayranlığı artmıştı. Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için 3'üncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıkmasından yaklaşık bir ay sonra 15 Haziran 1919'da Şeyh Uceymi'ye şifreli bir mektup yazdı. Mustafa Kemal Paşa'nın mektubu şöyleydi: "Bütün dünya İslam'ın iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin ayrılması iki tarafta da zafiyetlere sebep oldu. Ümmeti Muhammed için şanlı bir halde buna karşı el ele vererek Ümmeti Muhammed'in hürriyet ve istiklali uğrunda Allah yolunda savaşmak bizler için farzdır. Kâfirlere karşı yapmış olduğunuz cihatta kültürümüzü korumak ve ırkçılığa karşı verilen mücadelede sizin her zaman destekçiniz olup yanınızdayım. Bu konunun 13'üncü Ordu Komutanlığı ile görüşmenizi ve görüşünüz için yüce şahsınıza sunup gereğinin yapılmasını arz eder, saygılarımı sunarım."
Iraklı bu çöl çocuğu, 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusuna Basra kapılarından Urfa'ya kadar kahraman bir koruyucu olarak eşlik etti. Irak'ta kendisine ait 150 bin dönüm toprağını da terk etti. Şeyh Uceymi, 30 Ekim 1918'de imzalanan ve Osmanlı Devleti'nin yenilgiyi kabul ettiği Mondros Mütarekesi'nin imzasından sonra İngilizlerle çete savaşı yapmaya devam etti. 5 Haziran 1920'de Mardin'e gelen Şeyh Uceymi, Ankara hükümetine başvurarak, Kurtuluş Savaşı'nda adamlarıyla birlikte Fransızlara karşı mücadele etti. Urfa'nın özgürlüğüne kavuşmasında aktif rol oynadı. İngilizler, bir süre sonra, Irak'ta kendilerine ağır darbeler indiren Şeyh Uceymi'yi TBMM hükümetinden istedi. Ancak Mustafa Kemal Paşa, teklifi hiç düşünmeden reddetti. Atatürk, bu koca Türk dostunu, Cumhuriyet kurulduktan sonra unutmadı. 1927'de önce Mardin'e ardından Gaziantep'e yerleşen Uceymi için TBMM'den kendisi ve çevresindeki adamları için Urfa'da 14 köyün bağışlanmasını istedi. Teklif kabul edildi. Ancak, çevresindeki adamlarının büyük kısmının Irak'a dönmesi nedeniyle sadece bir köyün yeterli olacağını söyleyen Uceymi Sadun Paşa, 9 bin dönümlük arazi üzerine kurulu Germü köyüne yerleşti. Dört yakın adamı ondan hiç ayrılmadı. Urfa'nın Arap ailelerinden birisinin kızıyla evlenen Uceymi'nin kızı Mübine'den sonra oğulları İsa ve Abbas dünyaya geldi. Kendi çocukları çiftçilikle uğraşırken, kendisiyle kalan en yakın adamlarından Şüleyde Özdemir'in çocuklarının hepsini okuttu. 1960'da Ankara'da 73 yaşında hayata gözlerini yuman Şeyh Uceymi'nin kızı Mübine Sadun bugün Ankara'da, erkek kardeşleri İsa ve Abbas ise Urfa'da babalarının bıraktığı topraklarda yaşıyor.
Uceymi Sadun Paşa'nın yaptıklarının tanıklarından biri de İsviçre'den kalkıp çöllere koşan Hamza Osman Erkan'dı. Hamza Osman Erkan, yıllar sonra Uceymi Paşa'yı Ankara'da gördüğü günü ise şöyle anlatır: "Üstünde setre pantolon, başında fötr şapka, ufalmış sakalıyla onu güçlükle tanıdım. Yanında çok vefakar ve faziletli insan rahmetli General Kenan vardı. Gençliğinin bütün zindeliği, bütün atılganlığı ve bütün varlığı içinde bıraktığım Müntefik'in genç emir ve kahramanını, gözlerinin feri biraz kaçmış, saçları dökülmüş gördüğüm zaman duyduğum acı şiddetli oldu. Gözlerim yaşlı Uceymi Paşa'nın benim için uzanmış olan kollarına atıldım. Aynı acıyı o da duymuş olacak ki hasret ve melal dolu bir bakışla hatırımı sorup beni kucakladıktan sonra birdenbire adresimi istedi, döndü ve yoluna devam etti. Onda yıkılan, kırılan bir hal vardı. Arkasından uzun uzun, hürmet ve minnet dolu nemli gözlerimle bir süre baktım. Ölüm ve ateş içinde vuruşan yiğitler arasında geçirdiğim günleri, onun şerefli mazisi , fedakârlıkları ve hizmetleri bir an içinde hayalimden geçti ve dudaklarımdan gayri ihtiyari şu cümleler döküldü: Unuttuğumuz kahraman."
Bülent Ertekin