Hepside kelli felli adamlar...
Kimisi başbakan...
Kimisi bakan...
Kimisi milletvekili...
Kimisi parti lideri...
Kimisi bir sanatçı...
Kimisi bir belediye başkanı...
Kimisi bir vali.
İşte o kelli felli adamlar, kartvizitlerindeki bol ünvanlı(!) adam dediklerimiz bir bakmışsınız ağza alınmayacak ifadeler, küfürler, tripler, atarlar ile adamlığını(!), kumaşının ne kadar kaliteli(!) olduğunu gösterir.
Misal mi?
Misalleri çoook.
Sayın sayabildiğiniz kadar, iş tabiiki okumakla mürekkep yalamakla olmuyor.
Bilmezler ki:
YAPTIKLARI ATARLAR, HAYATIMIZA RENK KATAR.
Oysa ne valiler...
Ne belediye başkanları vardır.
Onlar öyle insanlardır ki, makam odasının kapısı sonuna kadar açıktır.
Hiçbir vatandaşını kapıda, beşikte, döşekte bekletmezler...
Yolda gördükleri fakir, fukara, gurabaya yardım etmeden rahat edemezler.
Kim mi?
Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU gibi
Rahmetli Recep YAZICIOĞLU gibi Rahmetli Gaffar OKAN gibi.
...............
"BEN DE BİR VALİ'yim SADECE!..."
Konya’ya ilk vali olarak tayin edildiği günlerde henüz kamuoyu tarafından tabii pek tanınmaz.
Bir gün sabah namazına Konya’daki camilerden birine gider.
Tabi koruma yok, makam şoförü yok, etrafında pervane olan bürokratlar filan yok...
Evi camiye yakın olan cemaatten biri camiyi açıp ezanı okumuştur, sair zamanlarda imam efendi genellikle daha sonra gelip vakit olunca namazı kıldırmaktadır.
Sabah namazına durma vakti gelir, fakat o gün ne tevafuk ki hoca efendi namaza gelememiştir.
İçlerinden biri;
“Arkadaşlar hoca efendi bu gün gelemedi. İçinizde hocalığı olan varsa geçsin namazı kıldırsın” der.
Bunun üzerine cemaat birbirine bakışır fakat kalkan olmaz.
Cemaatin hiç tanımadığı Hazım Oktay Başer kalkar sarığı cübbeyi giyer mihraba geçip Sabah Namazını bir güzel kıldırıverir.
Sabah Namazından sonra Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi Konya’da da mahalledeki lokantada çorba içilir, esnaf dükkânına, işinin başına geçer.
Hele camide ilk defa gördükleri kılığı kıyafeti düzgün, hali tavırları son derece nazik ve naif bu zatın üstelik önlerine geçip imamlık yapıp namazlarını güzelce birlikte eda ettikleri beyefendi bir misafirleri de olunca yakasını bırakmazlar.
Cemaatten birisi;
“Efendim sabah kahvaltısını bu gün bizim fakirhanede yapalım buyurmaz mısınız” der. Tabi bu nazik daveti kimse kırmak istemez ve hacı amcanın evine geçilir.
Kahvaltı sofrası kuruluncaya kadar maneviyat dolu harika bir sohbet olur.
Kahvaltı yapılır, artık mesai saati de yaklaşmıştır, ama önemli bir husus unutulmuştur.
Birinin aklına geliverir;
“Yahu arkadaşlar sohbetin güzelliğine daldık tanışmayı unuttuk, şöyle bir tanışsak…” der.
Hazım Oktay Bey sağındakine “Buyurun efendim sizden başlayalım der” ve sırasıyla adını soyadını, ne işle meşgul olduğunu filan söyleyerek herkes kendisini tanıtır.
En sonunda sıra kendisine gelir:
“Efendim bendeniz Hazım Oktay Başer, âcizane Konya valisi” der.
Herkes bir şok olmuştur.
Aman efendimler,
Muhterem valimler filan…
Misafirlerinin vali olduğunu öğrenen cemaat hürmet ve saygının dozunu daha yüksek seviyelere çıkarınca, Hazım Oktay Başer bey,
“Arkadaşlar bu vazife bize emanet, biz burada karşımızda insanları dizip el pençe divan durdurmak için değil, sizlere hizmet için bulunuyoruz.
Lütfen bu fakire olan irtibat ve alakanızı deminki halden daha farklı yöne değiştirmeyin, fıtri ve tabii olun, hep öyle kalmaya devam edin” der.
Hayatın İçinden Yaşanmış Hikayeler (wowturkey.com)
Bürokraside...
Kamuda...
Vali, başkan, başbakan, müdür, genel müdür görevleri, titrleri ne olursa olsun hiçbirisi, hiçbiriniz sıradan kişi olmadığınızı, devleti ve hükümeti temsil ediyor olmanızı asla ve kat'a unutmamalı ve bu temsile uygun davranmanız gerekmektedir.
Herkes görevini hak, hukuk çerçevesinde, adalet ölçüleri içinde yapacak. Konuşmalarına, tavırlarına, her şeyine de dikkat edecek. Etmiyorsa da unutmamalıdırlar ki:
YAPTIĞINIZ ATARLAR,
HAYATIMIZA RENK KATAR.