Arapçası gıybet olan dedikodu; başkalarının arkasından, konuşmak, çekiştirmek ve ayıplarını araştırmak şeklinde ifade edilebilir. En sade ve basit tanımı ile o kişi duyduğunda eğer üzülecek ise burada sıkıntı var demektir. Yoksa başkasının arkasından, iyi ve güzel yönlerini konuşmakta bir beis yoktur.
Bu fiilin büyük günahlardan ve haram olduğunu hepimiz bildiğimiz halde yine de vazgeçmeyiz. Her yerde ve her ortamda bu fiili işlemek için adeta can atarız. Burada ki sıkıntı çerçeve ile ilgilidir. Haram sınırları nerede başlar, nerede biter kestiremiyoruz.
Örnek cümlelerle ile meseleyi somutlaştıralım.
Şöyle ki;
Mustafa kardeşim iyi bir insandır, güzel ve hayırlı işlerle meşgul olur. (Bu cümlede kişiden övgü ile bahsedildiği için sıkıntı yok.)
Sosyal yönünü biraz daha geliştirse daha iyi olur. (Burada yapıcı bir eleştiri olduğu için yine kabul edilebilir.)
Bana göre biraz sanki kinci birine benziyor. (Bu cümlede kötü zan olduğu için sakıncalı ve gıybete giriyor.)
Kendisi oldukça cimri ve aynı zamanda kıskanç birisidir. ( Bu cümle, duyduğunda üzüleceği için kesin gıybet kapsamındadır.)
Bu eylemi yapan insanları uyardığınız zaman refleks olarak ortaya koyacakları savunma cümleleri aşağı yukarı şu şekilde olmaktadır;
İnsanların yanıldıkları diğer bir konu ise, söyledikleri şeyin karşı tarafta olduğu savıdır. Bura da daha büyük tehlike ise, bu durum mevcut değil ise iftira olduğu gerçeğidir. İslam da “dilin belası” olarak ifade edilir. Ve “ölü kardeşinin etini yemek gibidir” benzetmesi ile de bu eylemin korkunçluğu veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Amaç ise bu kötü eylemden insanları caydırmak ve vazgeçirmektir.
Gıybet konusun da tövbe etmek tek başına yetmez, kul hakkına girildiği için ayrıca helallik almakta şarttır. Dedikoduyu dinlemek ve ona engel olmamakta yine bizleri vebal altına sokmaktadır. Ayrıca kötü zanda bulunmakta yine aynı hükümdedir.
Gıybetin, aynı zamanda sevap sermayemizi tüketip bizleri iflas etmiş tüccar durumuna düşürdüğü de unutulmamalıdır. Etrafımızda bulunan melekler her şeyi kaydettikleri için yarın huzuru mahşerde inkâr bizi kurtarmayacaktır.
Bu illetten kurtulmanın yolu malayani işlerden uzak durmak, kendine bir meşgale edinmek bunun yanında boş insanlardan kendimizi sakınmaktır. Hiçbir şey yapamıyorsak ta o ortamı terk etmek en doğru tavır olacaktır.
Sonuç olarak; cehennemde “bakırdan tırnakları ile yüzlerini ve göğüslerini tırmalayanlar” şeklinde görülecek olanlardan olmamak adına kendimizi muhasebeye çekmemiz kaçınılmazdır. Hemen şimdi!
Saygılarımla,
Erol AYDIN