Büyüklerimiz, “Bir musibet bin nasihatten evladır” diye buyurmuşlar. Büyük bir deneyim ve tecrübe sonucunda ortaya çıkan atasözleri bizlerin kendisini ifade etmesine sonsuz katkı sağlamaktadırlar. İzmir ve çevresinde yaşanan depremi bizzat tecrübe etmek korku ve tedirginliğin ötesinde bizlere değer katmış olması kâr olarak saymak gerekir.
Yaklaşık 30 saniyelik sürenin aslında bizim havsalamızın alamayacağı kadar uzun olduğunu müşahede ettik. Bu süre zarfında hayatımızın bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçip gitmesine hayret ettik. Ve aslında her şeyin ne kadar boş olduğunu üç günlük dünyaya iyi insan olmanın yanında iyilik yapmanın da aslında çok muteber olduğunu gördük.
Teknoloji, çağ, bilim ve imkânlar hangi düzeyde olursa olsun deprem karşısında ne kadar çaresiz olduğumuzu idrak ettik. Depremin mutlak olacağı fakat bunun ne zaman olacağı konusunun halen daha muallak olduğunu bir kez daha şahit olduk. Yine depremin değil, binaların insanları öldürdüğüne canlı şahit olduk. Birçok insanın tabutluk gibi evlerde çaresiz ölümü beklediğini üzülerek öğrendik.
Deprem zamanlarında ve onu takip eden günlerde hepimizin deprem uzmanı olduğu fakat eylem aşamasında kimsenin kılını kıpırdatmadığı acı gerçeği ile yüzleştik. Kentsel dönüşümün bir devlet politikası olarak uygulanması gerektiğini bir kez daha kani olduk. Vatandaşla ile müteahhit arasında bu meselenin çözülmesinin kalıcı ve etkin olmadığını tüm tarafların fedakârlık yaparak elini taşın altına koymasını gerektiğine ikna olduk.
Bir plan çerçevesinde, devletin destek ve denetiminde vatandaşın bütçesini de fazla zorlamadan dayanım testlerinin gerekliliğine inandık. Bunu yapacak imkân ve kabiliyetimiz olduğunu fakat siyasi iradenin katkı vermesi gerekliliğine tanık olduk. % 92’si deprem kuşağı ve 485 aktif fayın olduğu bir coğrafyada hamasetle işlerin yürümeyeceğini gördük.
Belediyelerin; imar, ruhsat ve denetim konusunda çok daha yetkili bunun yanında etkin olmaları gerektiğine vasi olduk. İmar affı gibi ucube kavramların lügatımızdan ebediyen çıkması lazım geldiğine ebediyen katılmak istiyoruz. Bu gibi konularda yaşanacak istismarlarının cezayı yaptırımlarının “Taksirle adam öldürmekle” eş değer olması gerektiğini tüm kalbimizle tasdik ettik.
Sonuç olarak; depremle gerçekten yüzleşmek istiyorsak radikal kararlar almak zorundayız. Deprem olduktan sonra göçük altından insanları kurtarmak sizi belki bir anlık kahraman yapacaktır ama bu yeterli değildir. Devletin geleceğimizi kurtarmak ve ebedi kahramanımız olması için şefkat yüzüyle birlikte otoriter yüzünü de ortaya koyarak kangren olmuş bu yaraya neşter vurması kaçınılmazdır. Problem vatandaşın ve müteahhitlerin inisiyatifine bırakılmayacak kadar acildir.
Esenlik dileklerimle…