Haziran ayının son on gününü İstanbul’da geçirdim.
Tarihi, kültürü, geçmişi ve tüm değerleri ile tartışmasız bir dünya başkenti olduğu herkesin malumudur. Bu yazıda insanı, toplumu ve toplumsal davranışları sosyolojik bakış açısıyla irdelemek istiyorum.
Eskiden, “İstanbul Beyefendisi” diye bir kavram vardı. Günümüzde bu tür insanların nesli tükenmese de sayıları çok az olduğu için onlara ancak referansla ulaşmanız mümkün olmaktadır. Dolayısıyla sokakta karşılaşma imkânı ortadan kalkmıştır.
İstanbul’un avamı bile kentin zengin geçmiş ve kültürü sayesinde Türkiye ortalamasının üstünde bir seviyeye ulaşmış bulunmaktadır. Bu durum; üniversite, cemiyet, cemaat, tarikat, dernek, vakıf ve sivil toplum örgütlerinin yoğunluğu sayesinde elde edilmiştir. İstanbul öyle bir şehir ki; zenginlik isteyene zenginlik, ilim isteyene ilim ve bilim isteyene de bilimi cömertçe sunmuştur.
Adım başı; bir etkinlik, sohbet, konferans, sunum, eylem, panel, kurs, kişisel gelişim ve münazara ile hemhal olmanız olasıdır. Üstelik bunların çoğu ücretsiz olduğu içinde kendinizi gerçekleştirmeniz, kabuğunuzu kırmanız ve hedefe ulaşmanız da olasıdır yeter ki zaman ayırın.
Bu kültürel hazine ve aktiviteler insanları farkında olmadan onları bir üst lige taşıyarak farkındalık oluşturmalarına sebep olmaktadır. O yüzden de İstanbullu çok dolu olduğu için taşmakta ve bunun doğal sonucu olarak da bulunduğu ortamlarda çok konuşmaktadır. Tek sorun herkesin bu kapasitesini ortaya koyma istemi yüzünden dinleyecek adam bulmak sıkıntı olmaktadır. Entelektüel ortamlarda bile herkes kendini satmaya ve pazarlamaya çalışırken tam bir kakofoni ile birçok değerli görüş heba olmaktadır.
Genel olarak herkes mensubiyeti bulunduğu topluluğu parlatırken karşı tarafı karalaması bir senteze ulaşmayı imkansız kılmaktadır. Herkes herkesi tanıdığı için geçmişte yaşanmış lokal yanlışlar ön plana çıkartılarak üstünlük kurmaya çalışılması çoğu zaman da havanda su dövülmesine sebep olmaktadır.
Birinci nesil aidiyet gereği mutlaka bir yere yaslanırken daha sonraki nesilde bu sadakat devam etse de zayıfladığı görülmektedir. Zaman, şartlar, çağ ve zeminle birlikte bir yozlaşma çok net olarak ortaya çıksa da özün sağlam olmasından dolayı çok keskin kopuşlar yaşanmıyor. İşin en vahim boyutu ise yaşanan değişim ve dönüşümün normalleşiyor olmasıdır. Refah seviyesinin yükselmesi, dünyaya entegre olma ve daha fazla özgürlük bağlamında değerler aşınarak daha nötr bir toplum belki de bütün dünyanın en büyük sorunu olmaktadır.
Sonuç olarak; İstanbul zor bir şehir olmakla birlikte maddi ve manevi getirisi dolayısıyla hiç bir faninin kolay kolay vazgeçemeyeceği bir şehirdir. Burada yaşayanlarda zamanla oluşan İstanbulluluk bilinci önemli bir sosyolojinin altyapısını oluşturmaktadır. Bu sosyoloji sayesinde önemli bir farkındalık ortaya çıkmıştır. Bunu da dışarıdan birisi daha net ve yalın şekilde anlamaktadır. İstanbul’un burada yaşayanlara kattığı bu vizyon çok değerli olduğu için bunun farkında olmakta bir seviyedir. Dünyada başka İstanbul yok, kıymetini bilin!
Esenlik dileklerimle,