Başlıktaki ifade son dönemde adeta bir klişe olarak gündem oluşturmaktadır. Falanca hocaya, tarikat şeyhine ve lidere kızan, ağızlara pelesenk olmuş bir vaziyette önünü arkasını düşünmeden ezbere buna sarılmaktadır.
Meseleyi sosyolojik olarak tahlil ettiğimizde altından neler çıkacağına bir bakalım. Bu durum, günümüzde kitle iletişim araçlarının yaygın olmasına bağlı olarak oluşturulan algının sürü psikolojisi ile genel kabul görmesinden başka bir şey değildir. Bu algı her türlü mecrada sürekli tekrarlandığında kimse, “Acaba?” Diye sorgulamadan doğruymuş gibi kabul etmesi kırılma noktası olmaktadır.
Mesela bir tarikat şeyhi, ”Elimi öpen cennete gider!” dediğinde etrafında bulunan kırk bin müridi bunu sorgulamadan kabul ediyorsa burada büyük bir sorun var demektir. Şeyh bu kadar insanı ya hipnotize ederek kendine bağlamıştır ya da akıl denen nimet heba edilmiştir.
Bu ritüelin kilisede papazın günah çıkarmasından ne farkı vardır? Yüce Allah Kur’an’da birçok ayette, “Akıl etmez misiniz?” diye ikaz ederek yapılan işlerin akıl ve mantık süzgecinden geçirilmesi tavsiyesinde bulunmaktadır.
Gerçek bir mümin, bir pergel misali bir ayağı referans olarak İslam’da sabittir. Kur’an, sünnet, icma ve kıyas bu sabit ayağı oluşturmaktadır. Dolayısı ile kişilerin yapmış olduğu hatalardan dolayı dinden soğuması olası değildir. Dinden soğuduğunu iddia edenler, zaten pamuk ipliğine bağlı olan zayıf imanlarının kopmasından başka bir şey değildir. Gerçek mümin olmak zordur, mesuliyet gerektirir, kalıplarla sınırlandırılmış istikrarlı bir disiplini gerekli kılmaktadır. Nefis taşıyan her insanın kaldıracağı yük değildir. Dolayısı ile serbest ve özgür bir yaşam tercihi olan seküler insanlar bu çemberi kırmak için fırsat kollamaktadırlar. Vicdanlarını rahatlatacak bir hadise vukuu bulduğunda, “Tamam” Derler işte bu yüzden ben dinden soğudum ve artık oynamıyorum mızıkçılığı ile alt yaşındaki çocuk seviyelerine inmeleri içten bile değildir.
Huzuru mahşerde mizan terazisi kurulduğunda, ben falanca din adamına kızdığım için imanımı kaybettim demek kimseyi kurtarmayacaktır. Tabii dini kuralların yerine getirilmediği veya ihmal edilmesi durumunda dünyada bir yaptırım olmadığı için de vazgeçmek kolay olmaktadır. Günah ve günahkârlık kavramı soyut olduğu için de, ya öyle değilse denilerek bir çıkış yolu tercih edilmektedir.
Sonuç olarak; hiç kimse, kimseyi iradesi dışında etki altına alması söz konusu değildir. İçinde ki huzursuzluğu giderecek bir unut kapısı bulduğunda bu kapıdan usulca süzülerek kendisini temize çıkarmak suretiyle vicdan dediğimiz iç ses bastırılmaktadır.
Ortaya atılan her söyleme; sorgulamadan, kayıtsız- şartsız sarılmak, akıl nimetine en büyük haksızlık olarak bizi sonsuz hüsrana sürüklemesi ne büyük gaflettir.
Esenlik dileklerimle,