Türk siyasetinde bazı tarihler vardır ki üstlendikleri anlam itibari ile çok şey ifade ederler. Bu tarihler sadece birer takvim yaprağının çok ötesinde genellikle olumsuz çağrışımlar yaparlar. Geçmişimiz de buna benzer birçok simgesel tarih mevcut olup bunlardan en önemli olanı da 28 Şubat’tır.
Kısaca hatırlamak gerekir ise nedir 28 Şubat? Mecliste bulunan iki partinin koalisyon kurması ile Türkiye’yi yönetmeye talip olmalarının önünün kesilmesidir. İrtica ve irticai faaliyetler gerekçe gösterilmek suretiyle MGK’da ordunun hükümetin istifasına gidecek sürece müdahil olmasıdır. Bu konuda detaylı bilgilere ulaşmak zor olmadığı için mesele kişiler üzerinden değil, toplumun meseleye bakışı açısından irdelenmiştir. Bu süreç öncesinde hükümete gözdağı vermek için “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyerek tanklar yürütülmüştür. Genelkurmayda başta gazeteciler, bürokratlar ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere brifingler verilmek suretiyle “Aba altından sopa gösterilmek suretiyle” toplum sindirilmiştir.
Aslında yapılan post-modern bir darbe olup atanmışların seçilmişler üzerinde ki tahakkümü test edilmiştir. Bunu yaparken de sözde laiklik ve demokrasi adına yaptıkları yalanı ile gözler boyanmıştır. Yine ordu tarafından hiç de vazifesi olmadığı halde Batı Çalışma Gurubu adı altında takip ve fişleme yapılmıştır. Bütün bunlar olurken bu sürecin bin yıl süreceği öngörülmüştür. Yine garip olan başka bir husus ise defaetle darbeye maruz kalarak cumhurbaşkanı olan zatın olayları taraflı bir şekilde izlemiş olmasıdır.
Toplum ise gelişmeleri film izler gibi tepkisiz bir şekilde izlemiş ve pasif bir şekilde haksızlıklar karşısında susmuştur. Kutsallarına ve değerlerine yapılan bu hadsiz ve hukuksuz saldırıları sineyi çekmiş, tepkisini sadece sandık da ifade etmiştir. O dönemde sosyal medyanın olmaması kitlelerin organize bir şekilde bir araya gelmesine engel olmuştur. Özellikle üniversite kapılarında başörtülü kızlarımızın gördüğü baskı ve işkenceler arşı alaya çıkarken dönemin cumhurbaşkanı türbanlı öğrencilere okumaları için Arabistan’a gitmelerini tavsiye etmiştir.
Bütün bu baskı ve yıldırma harekâtı sonrasında ülke iç savaşa sürüklenmesin diye mevcut hükümet istifa etmek zorunda kalmıştır. Daha garibi mecliste çoğunluğa sahip ikinci partiye değil daha sonraki partiye hükümet kurma görevi verilerek hukuk cinayeti işlenmiştir. Bu durum kendisine daha sonra hatırlatıldığında CB, “Anayasa takdir hakkı vermiştir, ben de onu kullandım” diyerek meseleyi sığlaştırmıştır.
Akabinde yapılan seçimlerde başörtüsü ile meclise giren milletvekiline dönemin başbakanı tarafından “Bu hanıma haddini bildirin!” denilerek halkın iradesine ipotek konulmuştur. Bu başbakan ki naif, hümanist ve demokrat kimliği ile parlatılarak cilalanmış olmasına rağmen yaptığı bu hakaret tüm imajını yerle yeksan etmiştir.
Sonuç olarak; ülkemiz bu karanlık dönemi geride bırakarak bugünlere gelmiştir. Askeri ve bürokratik vesayeti geriletmek kolay olmamış, zaman almıştır. Türkiye’yi geriye götüren bu ve benzeri hareketlere halkın tepkisi 15 Temmuzda en güzel cevap olmuştur. Umarım bundan sonra hiçbir kurum ve kuruluş 28 Şubat ve benzeri oluşumların içine girmez. Zaten konjonktür de buna müsaade etmeyecektir.