Edebiyatla alakası olsun ya da olmasın herkes en azından Ahmet Hamdi Tanpınar ismini duymuştur.
Türk edebiyatının mümtaz şahsiyetinin belki de en fazla bilinen ve okunan kitabı ise bugün başlığımızı oluşturmaktadır.
Çok okuyan birisi olarak hep aklımda olan fakat bugüne kadar okuma imkanı ve fırsatı bulamadığım için hayıflanmıştım. Dolayısı ile henüz okuduğum bu şaheser hakkında bir analiz ve değerlendirme yapmak vacip oldu.
Henüz okumamış olanlar için de bir teşvik olacağını düşünüyorum.
İlk basımı 1961 yılında yapılmış olan eser 20.yüzyılın başında İstanbul’u konu almaktadır. Dili ilk başlarda ağır gibi gelse de okudukça alışıyorsunuz ve aşina oldukça da akıcı bir şekilde su gibi akıp gidiyor. Bununla birlikte Osmanlı da kullanılan bazı kelimelere de adeta aşık oluyorsunuz.
Mesela günümüzde kamuoyu olarak kullandığımız kelime o dönemde efkârıumumiye olarak ifade edilmekte ki gerek tınısı, gerekse kulağı okşaması ile insanın içini ısıtmaktadır. Buna benzer ve günümüzde kullanılmayan pek çok kelimeyle ruhunuz şenlenirken bunların terkedilmiş olmasından dolayı da bir burukluk yaşıyorsunuz.
Roman kahramanı Hayri İrdal’ı aynı zaman da anlatıcı olarak görüyoruz.
Olaylar; Fatih, Edirnekapı, Şehzadebaşı ve Mihrimah Sultan camisi çevresinde geçiyor.
Fakir bir aileye mensup kahramanımız çırak olarak ustası Nuri Efendinin yanında saat tamiri ve saate dair pek çok hususu öğreniyor.
Felsefik ve filozof yanı da bulunan ustasından aynı zamanda; insan, mekan ve zaman ilişkisi ile ilgili olarak ilk hayat derslerini de almış oluyor.
Ustası, bozuk saatleri tamir ederken bir hekimin hastasını iyileştirmek için gösterdiği ihtimamı sergiliyor.
Saatlerin de beyninin, kalbinin, kolunun ve bacaklarının olduğunu düşünerek insan ile bağlantısını kuruyor.
Yaşanılan çevrede pek çok insan profiline rastlamak mümkün; doktor, büyücü, esnaf, esrarkeş, meczup, hoca ve derviş gibi. Bunların kendi aralarında ki ilişkiler, dönemim sorunlarını tartışmaları, yaşanılan sıkıntılar ve ütopyalar iç içe geçerek dönem kesitini bizlere sunuyor.
Fertten yola çıkarak toplumun yenilikler karşısında ki tutum ve davranışları, yine modernleşme sancıları da olaylar örgüsü içerisinde okuyucuya aktarılıyor.
Günün birinde tanıştığı Halit Ayarcı diye maceraperest birisinin kahramanımızın saatler hakkında ki engin bilgisinden istifade etmek istemesi ile hayatı tamamen tersine dönüyor. O devirde özellikle Müslümanların ibadet konusunda saate bağımlı olmalarını fırsata çevirme ütopyası ile saatleri ayarlama için bir enstitü kurulması fikri ile işe girişiyorlar.
Şehirlerde meydan saatlerinin ayarsızlığı, insanların namaz, iftar ve sahur gibi zamanla alakalı problemlerini bir düzene koymak amacıyla yola çıkılıyor.
Bu işi bir standarda bağlamak ve oluşturulacak kurumsal bir müessese ile hem bu boşluğu doldurmak hem de yeni iş ve istihdam alanları oluşturmakla işe başlıyorlar. Bir yandan da kafalarda ki soru işaretine cevap bulmaya çalışılıyorlar ; “Acaba gerçekten böyle bir şeye ihtiyaç var mı dır?” Sürekli mücadele ettikleri hususu teşkil etmektedir.
Sonuç olarak; konusu oldukça ilginç ve kahramanlarının iç içe geçmiş olaylar örgüsü ile okunması gereken bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.