Toplum olarak gerek inanç, gerekse töre boyutunda en değerli müessesemiz ailedir. Bizi biz yapan hasletlerimizin başında geniş anlamda aile bağları, çekirdek anlamda ise aile kurumu sarsılmaz bir yapıya sahiptir.
Yaşadığımız her türlü sıkıntıda aile üyelerinin dayanışması ile sosyal patlamaların önüne geçmiş olmamızda bir realite olarak karşımızda durmaktadır. Bu durum modern batı toplumlarında olmayan bir özellik olarak bizi ayakta tutmaktadır.
Batıda biz kavramı kabul görmediği için, ben düşüncesi ile herkes ferdi hareket etmektedir. Reşit yaşına gelen her birey adeta özürlüğünü ilan ederek aileden kopmaktadır. Bu anlamda birlikte yaşamada onlar için normal ve kabul edilebilir bir durumdur.
Eskiden bizim toplumda birlikte yaşama konusu, inancın da ötesinde mahalle baskısı yüzünden kabul edilemezdi. Buna kimse de en azından cesaret edemezdi. Fakat küreselleşmenin birçok olumsuzluğu yanında aile kurumu da bundan nasibini alarak yozlaşmıştır. Filmler, diziler ve magazin programlarında birliktelik ve birlikte yaşamak masum gösterilerek insanların bilinçaltına bu olgu yavaş ve etkili bir şekilde yerleştirilmiştir. Böylece aile kurumunun altına dinamit yerleştirilerek patlatılmıştır. Yeni nesilde bu bozulmadan nasibini alarak bu gibi hususlara daha toleranslı bakmaya başlamıştır.
Oysaki inancımız aileyi ve neslimizi korumak adına nikâhı şart koşmuştur. Nikâhsız birliktelik zinhar men edilmiş, bunun gerçekleşmesi durumu en büyük günahlardan olan zinayı doğurmaktadır. Bu birliktelikler öncelikle masum arkadaşlık olarak başlıyor, daha sonra baş başa geçirilen zamanlar bunun bir adım ötesi ise birlikte aynı evi paylaşma ile zirveye çıkıyor. Toplumda ilginç olan ise bunu oğlumuz yaptığında çok rahat anlatırken, kızımızın böyle bir birliktelikte olmasını kabul etmemiş olmamızdır. Oysaki oğlumuzla birlikte olan kızında bir ailesi olduğu gerçeğini gözden kaçırıyoruz. “Aman efendim, zaman değişti, görüşsünler, konuşsunlar” diye diye bu günlere geldik. Buradaki ölçü; bu konuda inancımız nasıl bir yol yürümemiz gerektiğini ortaya koymaktadır. İnancımız, “İki kişinin baş başa kalmasında üçüncü kişi şeytandır” diyerek meseleye noktayı koymaktadır. Şeytanın amacı belli olduğuna göre bunu makul ve masum göstermeğe kimsenin hakkı yoktur.
İnancın ve itikadın zamana göre değişmesi söz konusu değildir. Zamanın şartlarına göre bazı temel meseleleri değerlendirip buradan kendi kafamıza göre sonuçlar çıkarırsak ortada din diye bir şey de kalmayacaktır.
Sonuç olarak; aile kurumunun muhafazası nikâhtan geçmektedir. Bunun dışında ki hiçbir birliktelik adı ne olursa olsun masum ve kabul edilebilir değildir.
Esenlik dileklerimle,