Marka en basit tanımı ile bir mal veya hizmetin tapusudur. Rengi, kokusu, ambalajı, logosu, ebadı ve sunumu ile diğerlerinden farkını ortaya koymaktır.
Ekonomide rekabet, işletmeleri zorlayan faktörlerin başında gelmektedir. Rekabet edebilmenin en temel şartlarından birisi de markalaşmadır. Markalaşmayı gerçekleştirdiğiniz zaman güven ile birlikte müşteri sadakati de oluşacağı için sırtınız yere gelmeyecektir. Firmalar marka ile birlikte aslında imaj daha doğrusu hayal satıyorlar.
Bir ürün veya hizmetin evrensel bir marka olması uzun ve meşakkatli bir sürecin sonunda oluşur.
Bugünden yarına oluşan bir şey değildir. Evrensel bir marka oluşturmak için ülkenizin de güçlü ve etkili olması bu süreci hızlandıracaktır. Bunun arkasında; güçlü bir sermaye, etkili bir kampanya ve reklam, tüm dünyaya yayılmış hizmet ağı, kalite ve standardı muhafaza etmek, etkili bir halkla ilişkiler bulunmalıdır.
Meseleyi somutlaştırmak adına bir örnek üzerinden gidersek daha anlaşılır olacaktır. Türkiye tekstil konusunda çok önemli bir üretici olmasına rağmen uluslararası bir markası olmadığı için pastadan aldığı pay oldukça küçüktür. Avrupa’nın önemli markaları fason olarak ülkemizde ürettirdikleri bir kot pantolonu 10 dolara mal etmekteler. Daha sonra kendi markasını basarak aynı pantolonu 250 dolara mağazalarında satabilmektedirler. İşte aradaki bu fark marka değeri farkıdır. Sizin bu zinciri kırıp pazarda yer almanız çok kolay değildir.
Türkiye’nin küresel markalarına baktığımızda; yurt dışında özellikle inşaat alanında bir başarının olduğu görülmektedir. Bunun yanında en önemli markamız Türk Hava Yolları’dır. Tam 115 ülkede ofisi bulunan bu kuruluş dünyanın tanıdığı tek küresel markamızdır. Bu başarıya rağmen bir kamu kuruluşudur, yani arkasında devletin gücü vardır. Oysaki bizim özel sektör ve üretim konusunda bir marka çıkarmamız elzemdir.
Küresel markalara baktığımız zaman bilişim ve sanal pazarlama alanında ki şirketler listenin başını tutmaktadırlar. O yüzden Türkiye olarak bir dünya markası çıkarmak istiyorsak bu yöne odaklanmamız gerekecektir.
Sonuç olarak; bir tır dolusu sebze veya tekstil satarak avuç içi kadar teknolojik ürün ithal ederek gelişmemiz söz konusu değildir. Katma değeri yüksek ve geleceğin teknolojisini üretmekten başka çıkar yolumuz yoktur.
Bu konuda özel sektör desteklenerek ve teşvik edilerek ar-ge ve inovasyon yatırımları ile bugünü kaçırsak ta geleceği çocuklarımız için kurtarmamız gerekmektedir. Tekrar başlığa dönecek olursak, Türkiye’nin küresel bir markası olur mu? Bence özellikle savunma sanayinde olur.
Saygılarımla,
Erol AYDIN