Okuma konusu her dönemde sıkıntılı olmuştur. Bugün şikâyet ettiğimiz konuların evveline baktığımız zaman çağlar değişse de problem her daim süregelmiştir. Türkler ta Orta Asya bozkırlarında hayvancılıkla geçinen göçebe bir toplum oldukları için ilim, eğitim ve okuma konusu hep geri plana atılmıştır.
Anadolu’yu yurt edindikten sonra bile mesela Osmanlı devletinde eğitim konusu yine iki başlı olarak gerçekleşmiştir. Sarayda Enderun denilen bir yapı ve bunun dışında avamın medrese ile eğitilmeye çalışılması standarttan uzak bir yapı oluşturmuştur. Enderun da; sosyal bilimler, fen bilimleri, din bilimlerinin yanı sıra yabancı dil eğitimi ile zamanına göre çok üst düzeyde bir tedrisat var iken medreselerde Arapça bilmeyen hocaların Arapça ders vermeleri ile yetinmek zorundaydık. Enderun’da tebaaya ait azınlıklara ait yabancı çocuklar devşirilirken, medreselerde Türk çocukları eksik bilgilerle yetişmeye çalışıyorlardı.
Bunun yanında matbaanın icadından yaklaşık üç yüz sene sonra ülkemize girmiş olması da ayrı handikaptır. Geç girmiş olmasına rağmen gerekli ilgiyi görmemiş yılda yaklaşık bir kitap basılarak adeta eğitim konusuna tüy dikilmiştir. Kitabın lüks olarak görülmesi, el yazması kitapları yazanların işsiz kalma korkusu gibi nedenlerden dolayı matbaaya hak ettiği değer verilmemiştir. Böyle olunca da geniş kitlelerin okuması otomatik olarak köreltilmiştir.
Bugün bile ders kitaplarına baktığımızda toplam altı-yedi bin kelimenin var olduğunu görüyoruz. Oysaki bu durum batıda otuz-kırk bin kelime civarındadır. Böyle olunca da kelime haznesi sınırlı olan çocukların bırakın yüzyıl öncesini bundan otuz-kırk yıl öncesine ait kitapları okuyup, anlamaları mümkün olmuyor. Bir İngiliz Shakespeare çok rahatlıkla okuyup anlarken, biz de Mehmet Akif’i okuyup anlayan halk yığınlarını bırakın aydınların sayısı sınırlıdır.
Türkçeyi ari hale getirip, sadeleştireceğim derken, “Getircek-götürcek” gibi kullanma imkânı olmayan uydurukça kelimelerle dilimize en büyük düşmanlık yapılmıştır. Kelime haznesi sınırlı olan, okuduğunu anlamayan, birçok kelimeye yabancı insanların okumaktan zevk almaları ham hayaldir. Böyle olunca da kendini ifade etmek, meramını karşı tarafa kusursuz aktarmak ta mümkün olmuyor. Bütün bunları bir kenara bırakın kendisini doğaçlama ifade ederek sanat yapanların sayısı son kırk yılda bir elin parmaklarını geçmiyor.
Sonuç olarak; kültür, sanat, edebiyat bunların yanında ilim ve bilimin niye bu halde olduğu sürpriz değildir. Genetik kodlarımızda kitap ve okumak önceliklerimiz arasında değildir. Geçim derdi ve güvenlik kaygısı ile karşılaştığımızda ihtiyaç listesin den ilk kitap çıktığına göre başka söz hacet yoktur.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın