Allah, bu varlık evrenlerini kimi rivayetlerde yetmişbin ışık perdesi altında yarattığı ifade edilmiştir.
Bu yetmiş bin perde, ilahi sıfatların ve isimlerin tecelli mertebeleri ve mahlukat âleminin tabakalarını oluşturur.. Bu ışık perdelerinin her birisi ayrı bir algılama dünyası, ayrı bir varlıklar evrenidir.
Maksad tezkiyeyle bu ışık perdelerini geçerek Allah'ın gerçeklik denizine, yokluk evrenine ulaşmaktır.
Bu perdeleri aşmak, birçok varlıklar için mümkün değildir; insan için ise mümkün fakat çok zordur, insanlar bu hakikat perdelerinin çeşitli safhalarında kalırlar. Ancak bu Hak' kın kuluna lutfu ile olabilir nur bağışlamasıyla mümkündür. Ön saftakilere hayat veren bu ışık perdeleri, arka saftakilerin dayanamayacağı derecede ince bir ışıktır nûrdur. Bir derece üstün olan bir nura bakabilecek kabiliyeti olmayan nura ancak bir derece üstün olan nurun ona bir işık yani kabiliyet vermesiyle bakış görüş yani aydınlanma vermesiyle geçişi sağlanabilir.
Meyveleri olgunlaştıran, tatlılaştıran bir ışık vardır ama, bu, madenleri eritmeye, demiri çeliği yumuşatmaya yetmez, insanları olgunlaştıracak ışık ise nurdur. Ama o, bir toprak ve su olarak kaldığı sürece olgunlaşması mümkün değildir. Toprak bedenimiz; gönlümüze, canımıza sadece bir kaptır. Nasıl suyu ateşte doğrudan kaynatamıyor, bir tencereye ihtiyaç duyuyorsak, beden kalıbında bulunan gönül içinde nur öyledir.
Nurun aydınlatması güneşin aydınlatmasına benzemez. Nurun ışığından maksad iç aydınlığıdır yani manevi aydınlanmaktır. Nur, uyanıklık, dirilik ve birlik aleminin güneşinin aydınlığıdır. Bu aydınlık aklın ve gönül unsurlarının gıdasıdır. Uyku uyanıklığı ile akıl ve gönül uyanıklığı ne anlıyorsak buda öyledir. Diğer bir ifadeyle Hakikatteki gün ile dünyada ki gün'ün birbirine isim olarak benzemesi gibidir. Biri damladır diğeri sonsuz deniz.
Beşeri aklın gıdası ile ilahi akla sahib aklın gıdası aynı değil ayrıdır. Bu ışık dünya ışığına tabiatı neşelendiren meyveleri olgunlaştıran eğreti ışık gibi değildir. Bu nur parça parça aydınlanmalarla başlayan akbinde bütününe erinceye dek durmayan, bakilik yani gerçek aydınlık alemine varan bir ışıktır.
Bu ışık beş duyunun anlayış ışığına benzemez.İçinde bir parca ilahi akıl bulunan yani gaybe iman eden akla kendini gösteren bir ışıktır. Bu ışık bu nur, bu aydınlanma beşduyunun ötesinde kuvveyi kudsiye mensub bir akla ancak malum olur.. Akıl ve gönül aydınlığa diriliğine sebeb olur. Akıl ve kalb o aydınlanmalar sebebiyle hakikate yakin olur. İmanı kamil olur. Tamamen nur görür ve nur olur safhasına gelene dek bu nimetin sonu yoktur. O akıl ki nurun an be an sıfatlara oradan isimlere fiillere özetle mücessim hale ilahi devrini görür.
Ateşin ışığı gündüzün ve gözün görmesine sebebtir. Biri maddi alemi yani nesneler alemini görülmesine anlaşılmasına ve tanınmasına sebebken, diğeri manevi alemin yani hayvani duyularla anlaşılmayan kuvveyi kudsiye ile ancak anlaşılabilen alemin tanınmasına görülmesine sebebtir. Biri ruhun ışığı diğeri cismin ışığıdır. Nura nispetle ışık gölge mesabesindedir.Bu konu derin tefekkür konusudur.
Fahruddin ıraki ks nin NurlarI ve perdelerini söyle bir izahı vardır: ''Nur, nuru yakmaz. Belki ışığı mağlûp olan nur; ışığı daha şiddetli ve galip bir nur içinde görünmez olur. (Lemaat) Nur perdelerini birbirlerine galip ve mağlub olarak izah eder. Nurdan perdelerin mertebelri olduğu gibi zulmani perdelerinde mertebeleri vardır.
Nurani perdeler zulmani perdelerden yüce ve alidir. Nurani perdeler açıldığında zulmani perdeler yanar yok olur. Tam aksi zulmani perdeler nurani perdelerin izafi yani fani kalıbları gibidir..Bu perdelerin en aşağısı yeryüzüdür yani varlık perdesidir beden perdesidir. Hakiki Nura karşın bu varlık perdesi gölge gibidir. Bu gölgeler işte bu cisimler alemidir. Cisim mesabesinde, karanlık yani zulmani mesabesindedir. Maksad bu varlık perdeleri yırtmaktır. Buda Hz Mevlana nın buyurduğu gibi ''Allah kimin ruhuna (nur )meheng korsa; ancak o kişi yakini şüpheden ayırd edebilir. Hakkın nuru ile olur.
İSLAM ALİMLERİNİN VE MUTASAVVIFLARIN NUR HAKKINDA Kİ GÖRÜŞLERİ
Fahruddin ıraki ks nin NurlarI ve perdelerini söyle bir izahı vardır: ''Nur, nuru yakmaz. Belki ışığı mağlûp olan nur; ışığı daha şiddetli ve galip bir nur içinde görünmez olur. (Lemaat) Nur perdelerini birbirlerine galip ve mağlub olarak izah eder. Nurdan perdelerin mertebeleri olduğu gibi zulmani perdelerinde mertebeleri vardır.
Sultan veled ibtidaname adlı eserinde; Hakk’a ulaşıncaya dek, bu yolda karanlıktan, nûrlardan çok perdeler var. Yarısı nûr, yarısı karanlık; bunlardan kim geçtiyse yüzlerce devlete ulaştı.Gökyüzünün de kutbu oldu, yeryüzünün de; iki âlemde de uludur, seçilmiştir o. Karanlıklar perdeleri, bedenin vasfıdır; çünkü beden, kibirle, kinle, ben’le, biz’le dopdoludur. Cansa, nûr perdeleriyle vasfedilmiştir; insan, onlardan da geçti mi, ulaşır artık.
Her bölük, bir perdenin ardında kalmıştır; varlığını o perdeye rehin etmiştir. Çünkü o perde, onlara büyük görünmüştür; her bölük, bir perdeyi kendine mâbûd edinmiştir. Hepsi pervâne gibi, perdeyse sanki mum; o ortada, hepsi de onun çevresine toplanmış ..Buyurur.
İnsanın anlayış aracı olan beş duygu, ona konuşmaya, o nazara ulaşmaya perdedir. Bil ki zamânenin hoşluğu, tadı tuzu, Rahmân’m lûtfuna engeldir. Hak için hevâ ve hevesini terk edene, cennette en iyi yer ihsân edilir. Bil ki can definesi, beden zahmetinin altında gizlidir; mâdenden, zahmete girmeden, eziyet çekmeden gümüş elde edilir mi hiç? Orucun, namazın, haccın zekâtın sırrı bunun içindir; yürü, yorulmanı artıradur. Ecrin, çekeceğin zahmet kadardır; ne kadar zahmet çekersen, o kadar define, elde edersin
Yine Sultan Veled İbtidaname de ''Beden Hak nurunun kadehidir buyurur. '' Âdem'i çamur ve su şeklinde yarattı ve onun vücudunu kendi nurunun kadehi yaptı. İblis ve melekleri, onunla imtihan etti ve: "Adem'e secde ediniz" diye buyurdu. "Onunla aşinalığı olanlar secde ettikleri aynı nuru" bu kadehde ve bu mazharda, marifetle gördüler ve secde ettiler. Ancak iblis göremediğinde etmedi buyurur. Çünkü o süreti yani bedeni gördü ama nuru görmedi buyurur.
Âdem'den sonra bazıları, muhakkik, bazıları da mukallit oldular. Bazısı şaraba tapar, bazısı da kadehe tapar oldu. Adalet terazisi, cinsi, cins olmayanla toplamağa ve birbirine karıştırmağa razı olmadığından tekrar başka bir peygamber ortaya çıkardı. Şarapı tanıyan ve nur ehli olan kimseler kadeh değişince yanılmadılar, bulundukları halden başka bir hale dönmediler. Âdemle hemdem oldukları için bu peygamberi de Âdem olarak gördüler.
Beyit:
Âlemden maksat, Adem'in gelmesi,
Âdem'den de maksat, o demin gelmesidir.
Tas da, kâse de kadehe benzer; er kişi, şarabı tanıyan, bilen kişidir. O, şaraptan mahrum kalmaz o rahmete ulaşmış kişidir, Ama beden kadehlerine bakan, onları gören kişinin kör gönlü, can şarabını içemez.
Sultan Veled, Nuru ''Ölüm karanlık, nursa hayattır,'' şeklinde izah eder. Nur şu karanlıklardan gittimi, Dünyâ da ölü bir hâlde kalır, dünyâdakiler de; çünkü sevgilinin yüzü gizlenmiştir onlardan. Çünkü herşey, onun nûruyla doludur; hepsine de nûr, o güneşten gelir. Bu şeyler, evlere benzerler; Hakkın nûrunun vurmasıyla aydınlanmışlardır.
Nûrunu onlardan gizledi mi, hepsi de cansız kalıba döner. İyiden kötüden, pisten temizden ne varsa hepsi de helâk olur gider.
Böylece de arılığın, yaşayışın onlardan olmadığının, eğreti bulunduğunun bilinmesini sağlar. Eğretiydi, gene aslına gitti; güneşin ışığı, güneş değirmisinden nasıl ayrılır? Herşey onun nûrundan mahrûm kalınca hepsi de ölüp gitti, yalnız Hak kaldı.
Ama nurda yok olan can, yokluktan sonra nurda varlığa erer. Böyle kişinin zâtı, lâtif ışıklardandır; tümden aşağılık kişileri de aydınlatır, yüce kişileri de. Öyle bir nûra yokluk eremez; çünkü o Hak’ tandır, Hak’tan özgeye gitmez. Hak durdukça o da durur; dâimâ Hakla bâkıydir. Bedeni yok olur, ölür giderse canı, mekânsızlık âleminde saltanata kavuşur.
Sultan veled, Erenleri tarif ederken ''Onlar, insan elbisesinde Hak nurlarıdır; seher gibi gece karanlıklarından baş göstermişlerdir. Zâtı peygamberlerin mirasçıları onlardır; söz yoluyla nur saçarlar onlar. Bilgileri gönüllere nur bağışlar; gerçekten uzak olan kişi, onların sözleriyle yakınlığı bulur.Onların tapısına gelenler, Hakkın sıfatıyla bezenirler. Onlar, canlara elbise giydirirler; onlara tertemiz içki içirirler (İksir-i azam).
Sultan veled yine eserinde A benim cânım, bir başka anlam var ya, budur o; gönülde gizli bir ışık vardır. Öyle bir ışık ki Hakkın zâtından ayrı değildir; güneşin ışığının, güneşten oluşu gibi. Herşeyi insan onunla ayırdediyor; böyle kişiden de dünyâdan hiç bir şey gizli değildir. Böylesi bir ışık, o kişide boyuna vardır; bilgisiz, ham kişiyse ondan hep gaflettedir.
O arayan, kendi nûrunu gördü mü, Hakkı da apaçık görmüş demektir: Bir başka anlamı da şuki eren, dâimâ irfanla ganîdir, bilgiyle doludur. Zâti baştan başa nurdur o; hem cennetin bezentisidir; hem hûrinin bezentisi. Âlemde, Hakk’a mazhar olan odur, Adem gibi padişahtır, Halîfedir o. Ayağı, meleklerin secde yeridir; soluğundan ululuk nûru ışır, görünür.
Erende bir kerem vardır, bir keramet: bu, yürür gider: Dosttan gayrisinden nefret eder, onunla düşüp kalkmaktan utanır.Kaabiliyeti, istidadı olanları Hakk'a çağırır; kaabiliyeti, istidâdı olmayandan da nefret eder. Kendisi gibi sarhoş bir âşık arar ki ona gönlünün sırrını açsın, söylesin. Çağrısı, Hakk’ın has kullarınadır; onlara sırları saçmak, açıp dökmek ister.
Gerçeğe ulaşma kaabiliyeti olmayanlara hiç söz söylemez onlar; çünkü herkes gerçeğe yol alamaz. Aslı Allah'a bağlı olan ve ondan nur alan ve muhakkik olan her kimse yine ona meyleder ve bu daveti kabul eder.
Birinci bölümün sonu