İnsana verilen en büyük nimetlerden biride anlayış ve ayırdediş kabiliyetidir. Allah vergisi bu kuvveler külli akıldan doğarlar. Cüzi akıllara doğru istidatlerine göre dağılırlar. Bu kabiliyete sahib olan bir insan, nihayetinde doğru ve isabetli kararlar verir. Doğruyu yanlıştan, faydalıyı faydasızdan, çirkini güzelden, iyiyi kötüden tam anlamıyla ayırd eder. Ayırd ediş kabiliyeti kimde varsa büyüyü gerçekten ayırd eden kişidir. Bu hassaya imanda denir. Her anlamın şekille bir görünmez bağı vardır. İnsan bu şekillerdeki anlam bağınıancak bu kabiliyetle çözer.
Hakkı bilir haddi aşmaz. İnsana daha ileri terece temyiz ve görüş kabiliyeti kazandırır. Yani insan daha iyisini en iyisini yahut en iyi ve doğrusunu bulana dek hiç durmaz. Ta ki , geldiği yahut oluştuğu pak ve latif nura varana dek bu anlayış gittikçe incelir. Geldiği veya oluştuğu hakiki sıfatlarına doğru seyr ederek seyahat eder. Kimi insanda az kiminde çok bu kabiliyetin gelişmesi büyümesi daha latif hale gelmesi umulur. Kılı kırk yaran, kırkın da her parçasını ele alan bu kabiliyetlerin imanın yakine gelmesi ve ilme katkısı çoktur.
Kimde anlayış ve ayırdediş kabiliyeti yoksa, o kaybeder zarar eder. Kimde varsa kazanır. Aslında her insanda bu kabiliyet vardır. O yüzden her insanın bu kabiliyetleri geliştirmesi istenir. Ancak çoğu insan bu anlayışı hak ile batılı ayırdetmek ten ziyade kendi nefsi menfaatleri ve çıkarlarına uygun tarafta zayi eder. Yani ruhunun gönlünün tarafına kullanacağı yerde nefsinin tarafında kullanır. Bu da çocuğun bulduğu değerli bir incinin kıymetini bilmemesine benzer. Gider onu bir ekmek fiyatına midesi için ucuza bir kalpazana satar. Elinde altınları olan insanın bunları nerede ve nasıl ne amaçla kullanacağı harcayacağını bilmemesine benzer. Nihayetinde o böyle durdukça yaman bir hırsızın ona dost olması kaçınılmaz olur. Bir gaflet anında onu aldatır ve dolandırır. Sermayesi yiter.
Ayırdediş ve anlayış kabiliyeti çocuk anlayıştan başlar ergenliğe erene kadar gelişir. Artık ergenlik çağına gelince insan oyunu bıraktırır. Çocukça düşünmeyi ve anlamayı terk eder soğur. Dört mevsim hayatın işlerin tekrarına aldanmayanlar ile aldananlar arasındaki o ince cizgi yani anlayış ve ayırdediş farkı burada başlar. İrtifa kat eder terakki eder. Yahut aksine terakki eder. İnsan aklının yetmediğini anladığı yerde kendinden daha akıllı insanı arar. Kendi aklından daha değerli aklı arayan kişi akıllı adamdır.
Güç ileri atmaktır gitmektir. Anlayış ve ayırd edişte daha da ileri gitmek insanı melekelerden alır melekliğe kadar götürür. Ayırd ediş ve anlayış özetle iman etmek demektir. Küfürse ayırd edemeyişten kaynaklanır. Adem atamızdan günümüze insanlık işte bu kabiliyetlerin azlığı ve çokluğu sebebiyle bir savaş içinde ola gelmiştir. Gaflet yaman bir bağdır zıddı olan uyanıklık hali ise varlığın ayakta durması ve olması için bu iki kahya ya bağlıdır. İşte bu uyanıkta, ayırediş ve anlayıştır.
Anlayış ve ayırd edişin bedenle ilgisi yoktur akılla ilgisi vardır. Bu kabliyete sahib aklın, yaşının ve bedenin önemi yoktur. İster çocuk olsun ister genç ,ister ihtiyar, bu kabiliyet kimde varsa o daha uyanık ve akıllıdır. Kimde az veya yoksa, çocuk ve cahil odur. Yani insan inatçı ve anlayışsız olur. Akabinde bu inatçılığı ve anlayışsızlığı onu tağut ve gülyabanilerin yemi yapar.
Bu anlayış ve ayırd ediş kuvvelerine sahib her insan akıl ihtiyarına sahibtir. Bu uyanıklık hale gelen insan tüm hayatın safhalarını tekrarla ciddi ciddi gözden geçirir. Kendine soru sorar yeni cevablar bulur. Hayatın içindeki gizli pusuları görür tuzakları etkisiz hale getirir. Sihri ve büyüleri görür düğümlerini yavaş yavaş çözer. Hakikati hayalden, sihri gerçekten, Hakkı batıldan, yalanı doğrudan, iyiyi kötüden ,mümini kafirden sarsılmaz şekilde ayırır. Hâsılı ayırdediş, anlayış pek büyük bir nîmettir.
Ayırd ediş ve anlayışın madeni Külli akıldır. Bu mukaddes hassayı hak külli akla vermiş varlıklara bu kaynaktan dağılmıştır.İlk akıl olan yani külli akılın sahibi peygamber efendimiz dir .Bu külli aklın sözleri cevheri aslında nurdur. Bu nur ancak onun bedeninde ve sözlerindedir. Ondan da kelime ve varlık şekline bürünür ve aleme görünür. İnanan inanmayan herkese yüce edebi bir uslub ve ahlakla sunulur .
Yüce Allah insanlara anlayış ve ayırd ediş kabiliyetini kullanmaları arttırmaları için yüz binlerce peygamber göndermiş vasıta kılmıştır. Yeryüzündeki en büyük ayırd ediş ve anlayış sahibleri ilk önce peygamberlerdir onların içinde dahi dereceler mevcuttur. Ziyadesi , sadıklar ve erenler yani Hakkın dostlarının anlayışı ve ayırd edişleri gelir. Sonrasında yüksek de alçak derecelere kadar dağılır iner.
Bu yüce ve yüksek hüviyetler ; anlayış ve ayır ediş kabiliyetinin ustaları yani en ehil kişileridir. Sözleri halen daha insanlığa işik tutmaya umud vermeye devam etmektedir. Onlardan istifade etmek her inana farzdır. Bu sözleri karatmaya çalışanlar ise kördür. Anlayış ve ayırd ediş kabiliyetinden yoksun insanlar karanlıktaki yarasa misali gibidir. Hayatı anlayışı o karanlık yer zan ederler. Karanlıkta, karanlıkla savaşır dururlar. Akıl insanı daha güzel bir akla götürürse güzeldir. Ayırd ediş ve anlayış insanı küllü akla ulaştırırsa güzeldir. Anlayış ve ayırd ediş sanıları insanda ne kadar daha temiz olursa o kadar ileri geçirir; ama ne kadar noksanı varsa o kadarda geri safa konurlar..
İnsanda ki Hak vergisi ilahi ayırd ediş ve anlayış hassası, manevi ve maddi alemde, latif olsun kesif olsun bulunduğu her kalıb içinde kendi aralarında dahi dereceleri ve safları mevcuttur. Buda maddi ve manevi kalıbların karakterini yani ahlak derecelerini oluşturur. Özetle taraflarını meydana çıkarır. Yani taraflarınulvilik ve suflilik itibari ile bu sebeble doğar.
Yani ayırd ediş ve anlayışlar burada farklara bölünür. Bu farklardan bakışlara yansır, bakışlardan da görüşler ve fikirler kelimelerle ortaya çıkar. İlim ve bilgi buradan doğar cemiyetini yahut cemaatini kurar. Kimi bilgi insanı yorar kimi yormaz. Kimi faydadır kimi zarar . İçinde ki ışığa göre yön bulur. Ya zahmettir yada rahmet içinde bablara bürünür. Bu fikir ve görüşler, faydalı faydasız yahut iyi kötü şekil ve kelimeler içinde ulvi ve sufli canlarını yani manalarını saklarlar. Alıcısını yani taliblisini beklerler.
Bu anlayışa bir örnek verecek olursak ilahi akıl ve anlayış dan doğan kişi yine onun verdiği ayırd ediş ve anlayış sayesinde onu tanır ve bulur.
Hz pir kuzu, nasıl olur da sütünü emdiği koyunu tanımaz? Akıldan, anlayıştan doğmuştur o’’ sözüyle bunu misallendirir. Cinslerin akılda nasıl anlayış ve ayırd ediş birliği var ise bedenlerde de bu çeşit anlayış ve ayır ediş birliği vardır. Bir birlerini çeker tanırlar ünsiyet ve ülfet yahut set kurarlar.
Ayırd ediş ve anlayış kuvvesine sahib insan , acı ve tatlı iki denizin bir birine karışmaması gibi anlamları da birbirine karıştırmaz. Münafıkça fikirler üretmez. Fitne ve fesad yapmaz. Yalandan uzaktır. Bu sınıflar insan güzel ve gerçek sanıların sahibidir. Zan sahibi değildir. Zan başka ‘’Sanı’’ başkadır. Sanı, doğruya yakın sanı, doğruya daha da yakın sanı; böylece gider işte. Sanı, ne kadar arık olursa inanca o kadar yakındır, yalandan yalanlamadan da o kadar uzak. Çünkü güzel ve gerçek sanı inanç haline geldi mi, sanı kalmaz inanç olur İman olur. Sanıların en son durağı inançtır. Allah bizleri doğru sanı ve ayırd ediş sahibi kılsın.