Elin üstünde nasıl bir el varsa, her kuvvetin üstünde bir kuvvet her hünerin üstünde de bir hüner mutlaka vardır. Örnekleri çoktur.
Bir bir saymaya misal getirmeye zamanda yoktur gerekte.
Kısaca biz verilmek istenen maksada bakalım. Her anlayışın üstünde bir anlayış olduğu gibi her aklın üstünde başka bir akıl, nefsin üstünde bir nefs, kalbin üstünde bir kalb, canın üstünde bir can ve gönlün üstünde bir gönül mutlaka vardır.
İnsan maddi unsurlardan yaratıldığı gibi manevi unsurlardan mütevellit bir varlıktır. Varlık yani Alem; dünya ve ahiret gibi zıd iki özellikle yaratılmıştır. Her insan bu iki özelliği barındırır. Alem nasılsa insanın mevcudiyeti de böyledir. Büyüklerin Adem alemin özüdür sözü bu manadadır... Bu kabiliyet ve istidat her insanda mevcuttur. Ancak insanın bunu keşf etmesi talebine merakına ve gayretine bağlıdır. Diğeri ise hak vergisidir.
Bu üstünlükler nihayet ferşten arşa kadar hicablar içindedir. İdrak ehli, eksik cüzi anlayışıtan olgun külli anlayışa dek varlık dairesini anlamaya çalışır. En nihaye bunlarında üstünde ,hepsinden ve her şeyden üstün herşeyden münezzeh olan Hak cc vardır. '' O'' keyfiyetsiz bir hüviyettir.
Böylece insan arşa kadar hepsinin ve herşeyin üstünde ve üzerinde bir görüş ve görünüş olduğunu kuvvet ve kudret olduğunu ve göründüğünü anlar. Arştan ferşe (nüzul i) olduğu gibi ferşden Arşa (uruç) değin bu üstünlükler derecelenmiş hazretler halindedir. Alimler buna Tenezzül mertebeleri olarak ifade eder.
Özetle her nefsin aklın kalbin ruhun ve gönlünün üstünde külli nefs ,akıl, kalb, ruh ve gönül vardır.. Bu kavramların açıklamaları kitaplarda ayrıca mevcuttur. Merak edenler bu kavramların tarifleri ne bakabilir. İşte insan-ı Kamil işte bunun cem haline denir. Buraya vasıl olan her nefs, akıl, ruh ve gönül mukaddesleşir tevhidleşir. Oraya aid olan nefse ,akla, ruha ve gönle hakiki mümin denir. Hakiki gaye insan-i canın ulvi olan o aidiyete kavuşmasıdır insandan bu istenir. Müminlerin aslı ondan gelmiştir. ''İnna lillahi ve inna ileyhi raciuun'' Ayeti bunu izhardır.
Varlıkdaki en olgun nefs akıl kalb ve gönül insanı kamilin aklı kalbi ve gönlüdür. Oradan varlığa ayanı sabitesine derrcesine göre dağilır durur .. İnsanı kamilin gönlü Hakkın gönlünün gölgesinin (Nur-i muhammedinin ) gölgesidir. Bu dünyada gölgenin gölgesi kolay kolay gösterilemez ancak kusurlu misalle ; zahiri bir misal verilecek olursa '' Bulutsuz bir gecede görünmeyen güneş ışıklarının aya vurması ayın parlayan yönünün dünyaya aksetmesi gibi anlayışlara misalle sunulur.
Anne karnından çocukluğa ,ondanda yetişkinliğe ve ihtiyarlığa kadar her safhada anlayışlar olduğu gibi yeryüzü ve göklerinden yüksek göklere değin üstüne üstün başlar bakışlar anlayışlar görüşler var. İnsanın kendi anlayışı görüşüyle övünmesi emin olması kadar ahmaklık yoktur. Eminlik ancak vahy ile desteklenen elçilere mahsustur. Elçileri vasıtası ile gelen Kur’an bize bu üstüne üstün bir bakış ve görüştür. Bizden O ileri görüşe ulaşmamızı ister..En doğru bakışın ve görüşün olduğu yönsüz yer din makamıdır. Peygamberler o din makamından insanlara vazife ile gönderilmiştir.
O görüşe o bakışa erenlere ve dayananlara ise yepyeni sonsuz dirilik ve can verilir.
Varlığın dayandığı bir baş vardır .Ta ki ilk başa varıncaya dek bu can (ruh) anlayışla bilgiyle imanla ihlasla durmaz süreta yükselir.. Her mertebede anlayışlar ve görüşler mertebesine göre değişir gelişir yücelir vahdete ulaşır.. Aklın bu yeryüzünde başını toprağa dönmesi yeter bulması bağlanması dağilması parçalanması kadar daha beter bir afet yoktur. Halbuki varlığın ilk başı yani bir ana kaynağı vardır. Ama bu baş o başa benzemez bu bir misaldir misli değil.
Şekle bürünmüş beden elbisesi giymiş canlı cansız herşey hep o varlıkdaki bir külli başdan aks eder. Fakat bu külli başda keyfiyetsiz başka bir ilk başa yani Vahdaniyete dayanır. O ise yüce sıfatlar madenidir. Vahdaniyet varlığın her şeyin başıdır. Vahdaniyet Asıldır eserlere benzemez. .Allah cc ın isim ve sıfatlarının insan ve varlıkda görünen yansıyan izafi isim ve sıfatlar burada birbirinden keyfiyetsiz ayrılır yani gölge mesabesinde kalır. Herşey ondan ve o manadan zuhur eder ve yok olur.. Yaratılmış herşeyin yani alemin bir başı ve sonu vardır. Ancak alemlerin rabbi olan Allahın başı ve sonu yoktur. O Bakidir. O evveldir ve ahirdir.
Herkes ve herşey yine vahdet yani abı hayat denizinden yeryüzüne takdir edilen miktarca gelir akseder yine onun denizine isteyerekte istemeyerekte olsa geriye aslına döner.. aksler yıldırımdan dahada hızlı aslına döner. Ama bu yldırımın ışığı sana ve bana mevsimler içinde bir ömür gibi gelir. An içinde zaman kesilir. Bizde gafletle yatıp uyuruz..
Varlık, tek olan sonsuz ehadiyetden vahidiyete (külli tecelliyata) dönüşür ondan (cüzi ferdiyyete yani cüzi tecelliyatlara) damlalara dağılır. .Nihayet sonunda damlalar geldiği vahdet denizine geri dönerler. Yüce emir la mekan aleminden varlık mertebelerinden geçer mekan alemine tenezzül eder. Bu devran aklın alamayacağı hayranlık ve istiğrak derecesinde olan hızlı bir devir yani devrandır. ''O her an başka bir şe'n dedir'' hükmü bunun delilidir. Buda şenler yani suunat bilgisiyle ilgilidir.( Ayrıca Şe'n ve şuunat bilgisi için kitablara bakılabilir. )
Müminden maksad henüz dünyada iken o külle ulaşan ilahi devranı anlayan gören kişiye denir..Devran her anda kıyamettin kopma hali gibidir. Anda yaşanır. Mümin kişi işlerin aslı olan ana kaynağı hakikatteki aklın ve gönlün devranını birliğini bilen bulan ona inanan kişi demektir... Mümin devranın sahibine inanır Onu birleyen ''LA İLAHE İLLALLAH'' diyen kişidir.
Küll-i Adem (İnsan-ı kamilde) olduğu gibi tam aksi henüz gelişmemiş Cüz-i insanda da sır işleyiş böyledir. Gönül isterse insana ilham ederse nefsde ve akılda oluş başlar. Eğer İstemezse el ayak ve akıl bir yönde hareket etmez çalışmaz.. Gönül isterse o zaman akıl ve nefs hemen devreye girer fikir üretmeye düşünmeye başlar. Nasıl olacağı nefsin ve aklın kararlarına bağlıdır. Doğru yahut yanlış kararlarla insana yön verir ..Derken fikirler düşünceler insandan fiillere yani devre yani devrana dönüşür.
Hakiki Adem olan kişi devranı anlar tanır.. Sır işleyişi ve oluşu anlayan akıl o zaman arif olur. Arif olan ihtiyarı bırakır edebe riayet eder bu manada susar.. İlahi irade ile gelişen ve oluşan hadiselere karışmaz karıştırmaz ibret alır irade buyurmaz seyr eder. Binlerce gaflet ehlinin bakışı işleyişe vakıf olan arifin bakışına varamaz. İşlerin gidişatını bilenler sır vermez. Bir önceki oluşu bir sonraki yeni oluş yeniler, her geçen oluş ise fanidir...ama yinede adem atamız gibi geçmiş oluşlardaki her hata ve günahlarımıza suçu kendimizde görerek inad etmeden itiraf ederek candan gönülden tövbe ederek sürekli Rabbimizden mağfiret yani bağişlanma dileriz.. Bu yüzden Allah anlayışımızı imanımızı inancımızı ziyadeleştirsin isteriz..
Adem ve oğulları şeytanın aksine geçmişindeki her oluşa kendinde kusur ve noksan bulan, estağfirillah zikrini sürekli dilinden kalbinden düşürmeyen, gelen her yeni (kevne ) oluşa razı olan hamd eden bilgili inanmış bir varlığın adıdır. Adem, halka yani mahluka göre en bilgili olduğu gibi Hakka nispetlede çok noksandır. Bu yüzden hakkıyla kulluk edemediğinin şuurunda her an hakka karşı aciz ve mahcub durumdadır. O yeryüzüne istiğfar ve hamdi dilinden zikrinden bırakmaz..
Adem-i mana, yeryüzüne tevhid ve tenzih için sürekli istiğfar ve hamd için gelmiş yeryüzünde tevazuyla yürüyen varlığa denir. Bu hakikatten gafil olan kişi adem değildir. Kişi günahkar olsa bile hakdan gafil olmaya bilir.. Fakat gafil olan günah işlemese bile Hakdan gafil olabilir. Hakikatten gafil olmayan kişi hüviyet bulmaya başlamış ademliğe doğmuş demektir..