Sözlükte “aydınlık, ışık” anlamına gelen nûr kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “insanların önünü aydınlatıp doğru ve gerçek olanı görmelerini, hak ile bâtılı, hayır ile şerri ayırt etmelerini sağlayan mânevî ve ilâhî ışık” mânasında kullanılmıştır. Bunun karşıtı zulmettir. “Müminlerin velîsi olan Allah onları karanlıklardan nura çıkarır” meâlindeki âyetlerde (el-Bakara 2/257; el-Mâide 5/16) mecazi anlamda hidayete nur, dalâlete zulmet denilmiştir.
Bu dünyayı sadece beş duyu verileriyle algılayan kişilere pozitivist denir. Onlar bütün olup bitenleri fiziki alanın tezahürü olarak, toplumuda maddi ilkelerle açıklarlar. Halbuki bu maddi dediğimiz ilkelerin yani sebeblerin yahut süretlerin ardında saklı manaları yani manevi hikmetleri vardır. Onunda ardında bu tertibi ve yetiyi ona veren birde kudret vardır. Biz ona müsebbibül esbab diyoruz.
Bu gölge ışığın ardında üstün başka bir aydınlık, bu noksan aklın ardında başka üstün Külli akla değin bir akıl olduğu gerçeğini kimse inkar edemez. Taki sonuca kadarda böyledir. Aksi durum haliyle noksan ve eksik bir bakış olarak kalır. Sonuç yani son nokta ise ''Tevhid''tir. Sır kendinden kendinedir. Cemadattan nebatata ondan hayvanata değin her süretin anlamlandığı bir bilgi yükü vardır. Taki bu bilgi insan-i cana dönüşene dek varlık da devreder sürekli terakki eder. Bu terakki ancak tevhid ile nihayete erer.
Evet ortada sahne varsa her sahnenin ardında muhakkak bir ''şahne'' bulunur. Ortada bir beden varsa içinde birde can vardır. Daha ötesi bir anlayışla ona bir bilgi yükleyen ve can veren Yaratıcı vardır. Gaybe inananların bakışı hem pozitivistin bakışını kapsar hemde onun ötesine geçer. İnanan kişinin görüşü bu ışıkla yetinmez taki Nura varır. Çünkü mümin Allah'ın nuru ile gören kişiye denir. Hakkın kulunu nuruyla desteklemesi ki biz buna furkan diyoruz. Bu nur, insanın varlık mertebelerini iyi bilmesi, tevhidi anlaması ve inanması demektir..
Cenab-ı Hakk’ın isimleri ve sıfatları maddi dünyada sınırlı ama insanda sınırsız ölçüde taayyün eder. Ve bu taayyün esas itibarıyla ahlaki kemal olarak gerçekleşir. Özetlersek; aslı nur olan bu varlık Cenab-ı Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının taayyününden ibarettir. ''Allah yerlerin ve göklerin nurudur.'' ayetinin manası böylelikle zahir olur.
HİCAB, NUR VE NAR KAVRAMI NI ANLAMAK
Ebû Musa (ra) anlatıyor; ( ... ) O' nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, vechinin sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlukatını yakardı." Hadis-i Şerif- 3470
Bazı rivayetlerde nûr yerine, nâr denmiştir. Nûr'la nâr arasındaki fark veya nurânî ile maddî arasındaki fark nedir? Tam çözülmüş değildir. İlim ve tekniğin ilerlemesi bu hususlarda daha müteyakkız olmaya, Resûlullah'ın nur' la neyi kasdettiğini daha sağlıklı anlamaya yardımcı olmaktadır. Zira en son nazariyelere göre madde ışına (nur'a) dönüşebilmektedir. Şu halde nur, nar ve hatta madde müşterek bir öz'ün farklı kesafetteki temeyyüünden, esma-i ilâhîye' nin feyz-i ilahî suretinde farklı mertebelerdeki tecellisinden ibarettir.
Hepsinin aslını, bazı hadislerde geldiği üzere, Nur-u Muhammedî (Aleyhissalâtu Vesselâm) denen bir ilk, bir irade-i kün teşkil etmektedir. Öyle ise hâlıkla mahluk arasındaki "hicab" izafî bir vakı'adır, Mahlûktan Hâlık'a perdedir, görülmesine manidir, Hâlık'tan mahluka nurdur, aydınlıktır, görmesine engel değildir. Allah "evvel"dir, "ahir" dir, "zâhir"dir, "bâtın"dır, her şeyi "bilen"dir.
Bütün bu söylenenlerden daha makbul bir ma'nâ şöyle ifade edilebilir: "Allah'ı kullara karşı perdeleyen nurlardan bir nur inkişaf edecek olsa, bu nur, değeceği her şeyi helâk eder, tıpkı böyle bir inkişâfta Hazreti Musa'nın bayılıp düşmesi ve Allah'ın tecellî etmesiyle dağların parça parça olması gibi." (Nihâye'den).
Beyt ;
Bir ilimdir ki, bu bütün ilim ve irfân ondadır
İbret ile altı yönden görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vech-i Rahmân andadır.
Mısri ks
Bütün eşya bir aynadır hepsinde Rahmân’ın yüzü ondadır. Görmenin sırrına erişmek yine Allah Teâlâ’nın yardımı sayesindedir. Burada eşya “şey” manasına kullanılmış, eşyanın hakikati olan Allah Teâlâ’nın eşyada zuhur edişini anla ve fark et denilmektedir. Allah Teâlâ’nın zuhuru, perdedir zuhuruna demektir. Eşya hem zuhura sebep hem de engel olmakla perdeleri insanın gözüne çekmektedir.
ALLAHIN VECHİ NE DEMEKTİR
''Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın vechi (zatı) oradadır. (Bakara-115)
Allah'ın vechi "Zât"ı demektir. Vech (yüz) birçok dillerde olduğu gibi Arapçada dahi şahsın yani zâtın kendisini ifade eder. Nitekim dilimizde de "yüzün ak veya kara olması" tabirinde şahsiyetin tebriesi veya tezyifi kastedilir. Öyleyse Allah'ın vechi, Allah'ın zâtı demektir ve basarının ihâtâsı tabiriyle bütün mümkinât yani mahluk âlem kastedilmiştir. Zirâ O'nun basar ve ilmi bütün varlıkları kuşatır. Hiç bir şey O'nun nazarından hâriç, ilminden dışarı değildir.
GAZALİDE GÖRE NUR ve MERTEBELERİ
Gazzâlî marifeti, “Allah’ın kulunun kalbine attığı bir nurla kulun daha önce isimlerini bildiği şeyleri açık seçik görmesi” şeklinde tanımlamıştır. Buna göre marifet sırf bir lütuf olarak Allah’ın kuluna verdiği bir ışıktır. Hz. Ali’nin, “Allah’ı Allah’la, O’ndan başkasını da O’nun nuru ile tanıdım” sözünün anlamı budur.
Allah kendisini kime tanıtırsa O’nu ancak o tanır. Cüneyd-i Bağdadî tarife (tanıtma) ve taarrufa (tanınma) dayanan iki marifetten bahseder. Taarruf Allah’ın kendisini, kendisiyle ilişkisi açısından da eşyayı kuluna tanıtması, tarif ise dış dünya (âfâk) ve iç dünya da (enfüs) kudretinin eserlerini ona göstermesidir.İlki havassın, ikincisi avamın marifetidir. Taarruf Allah’ın lutfuyla O’nu doğrudan tanıma, tarif dolaylı olarak Hakk’ın kendisini kuluna tanıtmasıdır.
Özü itibariyle zâhir olup başka zuhurların kaynağı olan şeye nur denir. Varlıkla yokluk karşılaştırılınca varlık nur, yokluk zulmettir. Her şeyi yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran Allah’ın nurudur. Feyezan yoluyla eşyaya gelen varlık da O’nun zâtının nurudur. Bir nur olan güneşin her zerresi kendisinin delili olduğu gibi varlıkların her zerresi de Allah’ın varlığının delilidir. Allah’ın bâtın olmasının sebebi çok zâhir olmasıdır. Çünkü O’nun nuru nuruna perde olmuştur (Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 99, 106).
Dünyevî ve maddî nurlar olduğu gibi uhrevî ve mânevî nurlar da vardır. Güneşin, ayın ve yıldızların ışıkları gibi dünyevî nurların bir kısmı gözle, Kur’an gibi ilâhî kaynaklı nurlar ise basiret ve akılla algılanır. “Allah’a, resulüne ve indirdiğimiz nura iman ediniz” meâlindeki âyetlerde (et-Tegābün 64/8; en-Nisâ 4/174) nurdan maksat Kur’an’dır. Kur’an’ın isimlerinden biri de nurdur.
Mişkâtü’l-envâr adlı eserindeki görüşleriyle nur fikrine büyük katkı sağlayan Gazzâlî tek ve hakiki nurun Allah olduğunu, O’nun dışındaki nurlara ancak mecaz yoluyla nur denilebileceğini ifade etmiş ve nuru “zuhur” olarak tanımlamıştır. Ona göre kalpteki gözün nuru baştaki gözün nurundan daha önemlidir; bu sebeple bu gözün görmesini sağlayan nur gerçek nurdur.Sana hakîki nûrun durumunu anlattım: O, kendisi ile idrâk gerçekleştiği halde, kendisinin idrâk edilmediği bir şeydir.
EBU’ l-HÜSEYİN EN-NURİ' YE GÖRE NUR KAVRAMI
Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî kalpte bazı nûrların bulunduğunu söylemekte ve bunları şu şekilde sıralamaktadır: Marifet nûru, akıl nûru, ilim nûru. Ona göre marifet güneş, akıl kamer ve ilim de yıldızlar gibidir. Marifet nûru hevâyı, akıl nûru şehveti, ilim nûru da cehaleti örter. Marifet nûru ile Rab Teâlâ görülür, akıl nûru ile Hakk kabul edilir, ilim nûru ile de Hak’la amel edilir.Arifin kalbinde bulunan nûrun bazı dereceleri olduğundan bahseden Nûrî şöyle demektedir: “Allah bir kimsenin saadetini istediğinde onun kalbine nûr verir ve bu nûr tedricen şu halleri alır: Nûr, ziyâ, şuâ’, kamer, şems. Nûr halindeyken dünyada ve içindekilerden soğur. Kamer halini alınca ahiret ve oradakilerden uzaklaşır. Şems olunca da ne dünyayı, ne ahireti, ne onların içinde olanları görür, Rabbi dışında hiçbir şeyi bilmez olur. Onun cesedi, kalbi ve sözü nûr olur.
HAKİMİ-TİRMİZİDE NUR KAVRAMI
Tirmizî nûrun kelime anlamının “iyilik”, zulmetin ise “kötülük” olduğunu söylemektedir. Ona göre nûr ile zulmet sürekli mücadele halindedir ve dâimî olarak galip gelen nûrdur. İbn Arabî de iyilik ve kötülüğü nûr ve zulmet kavramları ile eşleştirmektedir. Ancak onun bu konudaki kanaatleri Tirmizî’ye nazaran daha kapsamlıdır. Ona
göre sırf kötülük, sırf yokluk ve sırf karanlık aynıdır. Sırf iyilik ise sırf varlık ve sırf ışıktır. İbn Arabî için nûr ile zulmet arasındaki fark bir karşıtlık farkı değil varlık- yokluk farkıdır.
Bu doğrultudaki bir yorumu Şihâbüddin Sühreverdî’de de (ö. 587/1191) bulmak mümkündür.Ancak söz konusu kavramı bu bağlamda elen ilk sûfi olması yönüyle Tirmizî dikkate değerdir.O, nûr ile ilgili açıklamalarını Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan “O,göklerin ve yerin nûrudur” (Nûr, 24/35) ayetine dayandırmaktadır.Bu ayetin müfessirler tarafından çok değişik tefsirlerinin yapıldığını belirttikten sonra esas olarak dokuz çeşit nûrun var olduğunu ifade etmektedir.
Bunlar sırasıyla: Güneşin nûru, ayın nûru, yıldızların nûru, gündüzün nûru, şimşeğin nûru, ateşin nûru, gözün nûru,mücevherin (değerli taşın) nûru ve nihayet dokuzuncusu ise bütün bunların kaynağı olan “Esas Nûr”dur. Bunun dışında sayılan bütün diğer nûrlar O’na delalet ve şahitlik etmektedirler. Bunlar zâhirî nûrlardır, O ise Bâtınî Nûr’dur
Tirmizî’ye göre Allah Nûr’dur, hatta Nûrların Nûru’dur. Hiçbir şey yokken O vardı.Tirmizî’nin bu cümlesi ile bağlantılı olarak, bir anlamda belki de ileride İbn Arabî tarafından mükemmel bir şekilde sistematize edilecek olan vahdet-i vücûdun ilk nüvelerinden olan şu ifadesini de nakletmek gerekir: “Allah’tan, Onun sıfatlarından ve
fiillerinden başka hiçbir şey yoktur (Leyse fi’l-vücûd illallah). Herşey O’nunla, O’ndan ve yine O’nadır. Şayet bir an için âlemden yüz çevirecek (gizlenecek) olsa âlem bir anda yok olurdu. Âlemin (ve mahlukatın) bekâsı O’nun hıfzı iledir.”
Hakîm Tirmizî, nûrun esas itibariyle “Nûrların Nûru” olan Allah’dan geldiğini söyler. O, nûrunu dilediğine yönlendirir. Kimin hayrını dilerse onun kalbine bir nûr bırakır ve o kalb bu nûrla hayat bulur. Bu sayede sadrında yer alan fuâdının gözleri açılır. Sonra burada tevhid nûru işrak eder ve kalb aydınlanır. Daha sonra da Allah ona ubûdeti (Tirmizî’nin kelimeyi kullanışı bu şekildedir) anlaması için akıl nûrunu ihsan eder. O da Allah’dan gelen bu lütfu kabul eder. Kelam âlimlerinin tartışma konularından biri durumunda olan imanın artıp eksilemeyeceği hususu, Tirmizî’ye göre bu şekilde çözümlenmektedir. Kalbte yer alan nûrun artması, imanın artmasına, zulmetin nûra galebe çalması ise eksilmesinedelalet etmektedir. Kalbteki nûrun varlığı bir başka sonuç daha doğurmaktadır. O da marifettir. Marifet nûrları sayesinde nefsin ateşi ve karanlığı ortadan kalkar. Nûrun sadrdaki fiillerinden biri de, burayı havf nûrunun istila etmesiyle havf halinin gerçekleşmesidir. İman nûrunun kalbte bulunması aynı zamanda ruhun nefs esaretinden kurtulmasına vesile olmaktadır. Ruhun nefse değil de kalbe itaat etmesi ise hayanın ortaya çıkmasına sebep olur.
DAVUDİ KAYSERİ ve KONEVİYE GÖRE MUTLAK VARLIK NURDUR
Varlık ve Yokluk Sadreddin Konevî’ye göre mutlak yokluktan söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Mutlak Varlığın karşısında yokluk düşünülebilir. Zira yokluğun akılda taayyünü vardır. Böylece mutlak yokluktan değil izafi yokluktan bahsetmek mümkündür. Nur’un sahibi Mutlak Varlık ve karanlığın sahibi yokluktur. Bu şekilde yokluk ile nitelenmiş mümkünler Mutlak Varlığın nur ve tecellisi ile zuhur ederler.
Yokluk varlığın karşısında düşünülürken, Mutlak Varlık idrak edilemez ve Mutlak Varlığın kendisini belli etmesi için karanlık gerekir. Karanlık La-taayyün mertebesi ile taayyün mertebesinin arasında bir ayna mesabesindedir ve böylece her şey o aynaya zahir olmaktadır. Mutlak Varlık Nurdur ve nur nur ile belli olmaz. Karşısında bir karanlık bulunur ve o karanlık da izafi yokluktan ibarettir.
MUTLAK NUR VE ZİYA HAKKINDA KONEVİNİN GÖRÜŞÜ
Hak da, kitabında nûrunun mazhâr mertebelerinde zuhûrunu zikrederken buna işâret etmiştir ve şöyle buyurmuştur: “Allah göklerin ve yerin nûrudur” (Nur, 35). Allah, misâllendirme mertebelerini zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Nur üzerine nûrdur” (Nur, 35). İki nûrdan birisi ziya, diğeri ise aslî-mutlak nûrdur. Bunun için tamamlayarak, şöyle demiştir: “Allah, dilediğini nûruna hidâyet eder.” Yani Allah, mazhârlarda taayyün ve sereyan eden nûru ile, mutlak ve ahadî olan nûruna hidâyet eder.
KONEVİDE NURUN MERTEBELERİ
Bilinmelidir ki: Karanlık ne idrâk edilir, ne de kendisi ile bir şey idrâk olunur. Ziya ise, idrâk edilir ve kendisi ile idrâk gerçekleşir. Bu üçünden ( nûr, karanlık ve ziya) her birisinin kendisine ait bir değeri vardır.
1- Hakîki nûrun değeri, öncelik ve asalet açısındandır. Çünkü bu nûr,örtülü olan her şeyin açılmasının sebebidir.
2- Karanlığın değeri, hakîki nûrun kendisine bitişmesiyle, bu ittisalden önce imkânsız olan nûrun idrâkinin gerçekleşmesidir.
3-Aydınlığın (Ziya) değeri ise, zâtıyla her iki durumu cem etmesi ve bunun da, iki şerefe sahip olmayı gerektirmesi açısından sâbittir.
Hakîki nûrun, üç mertebesi daha vardır.
1- Bunlardan birisi mutlak-sırf varlığa ortaklıktır.
2- Diğeri, mutlak-hakîki ilme ortaklıktır.
3- Üçüncüsü ise, zuhûr ve izhâr özelliği olan cem’e/çokluk ait olmasıdır.
HZ HARAKANİYE GÖRE NUR KAVRAMI
Bu düşünceye göre kısaca “Allah en yüce ve hakiki nurdur, diğer bütün nurların de kaynağı O’dur. Ruhanî-cismanî bütün varlıklar aslında o nurun yansımalarıdır… böylece her şey nurdan sudur eder ve yine o nura döner. Ayrıca nur kavramının İslâm düşüncesinde de çok büyük bir değer ifade ettiği hatta “Allah göklerin ve yerin nurudur… Allah, dilediğini kendi nuruna yöneltir… Rabbinden bir nur üzerinde değil midir?... Ve yeryüzü, Rabbinin nuru ile parlamıştır…ayetleri ile ifade edilmiştir.
Aşağıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere Ebü’l-Hasan’a göre, nur potansiyel olarak kulda var olup bazen Allah’ı görme aracı, bazen kullar özellikle arınmış olanları ile Allah’ı birbirlerine bağlayan bir bağ, bazen sûfînin kalbinde yer alan Allah’ın bir sıfatı, bazen O’nun vahdaniyetinin bir parçası, bazen Allah’ın kendisidir. Çünkü bu sözlerin birinde nûr sâlikin varacağı son makamdır ve sâlik oraya varmakla fenâya erer:
Harakânî, Hz. Peygamber’in sözlerini de referans göstererek kulun Allah’ı bulması ve ibadete devamla onda nurun ortaya çıkması hususunda şöyle der: “Akıl sahipleri Allah’ı kalp nuruyla bulurlar, dostlar (sûfîler) yakîn nuruyla ve civânmertler de muayene (açıkça görme) nuruyla.”“İbadet (amel)’e devam et ki ihlâs ortaya çıksın; ihlâslı olmaya devam et ki nur ortaya çıksın. Nur zuhûr ettiği zaman, ‘O’nu kesinlikle görmüş gibi (O’na) ibadet et.’ (şeklindeki hadisin) sırrı ortaya çıkar.”
“Necmeddin-i Râzî Harakânî’nin aşağıdaki sözüne yaptığı yorumda söz konusu nurun insanda ve sâlikte zuhûr etmesi de yine Allah’ın iradesiyle gerçekleşir: “Bil ki irâde büyük bir zenginliktir ve bütün mutlulukların tohumudur ve i-râde beşerî sıfatlardan değildir, aksine Hakk’a mürit olma sıfatı nurlarından bir parıltıdır.
Şeyh Ebü’l-Hasan mânevî âlemde garipler’i aramaya çıkarken de şöyle der: “Bir denize varıncaya kadar, bir nura varıncaya kadar gittim ve gariplerin, Allah dışında hiç kimsesi bulunmayan kişiler olduğunu gördüm.” Harakânî’nin konuyla ilgili başka sözleri: “Bir kimsenin, yerden göğe, gökten arşa ve arştan kâb-ı kavseyne, kâb-ı kavseynden nur makamına kadar, Allah’a giden yolu (yolları) olduğu halde, o kimse kendisini bir karınca kadar değerli görürse iyi bir adam sayılmaz.
HZ MEVLANA' NIN NUR VE PERDELERİ HAKKINDAKİ SÖZLERİ
Hz Mevlana nurani perdeler ile zulmani perdeleri izah ederken , ''Hak nuru ve His nuru'' tabirini kullanır. Her aklın anlayacağı bir seviyeye indirger öylece tasnif eder. ''Allah kimin ruhuna (nur) meheng korsa; ancak o kişi yakini şüpheden ayırd edebilir. '' His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder. His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür. Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi. Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez. Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir. Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
GEÇİÇİ- EĞRETİ OLAN NUR
... Kendine gel de iğreti nura kâni olma. Bu nur, insana ancak içinde bulunduğu zamanı gösterir; bedeni aklı ve ruhu uyuz eder. Görünüşü nurdur ama hakikatte ateştir. Eğer ışık istiyorsan iki elini de bu nurdan çek! Ancak içinde bulunduğu zamanı ve hali gören göz ve can, nereye giderse gitsin an be an yüzüstü düşer.Bu çeşit insanlar içinde uzağı gören olsa bile hünersizdir... görür ama uykuda uzağı nasıl görürse öyle görür.
ALLAHIN NURU, ŞİMŞEĞİN IŞIĞINA BENZEMEZ
Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana. Felek nurlarının (ışığının) sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç? Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır.
Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak, hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir. Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir. Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
NUR ARAYAN GÖLGELER, NUR ZUHUR EDİNCE YOK OLUR
Allah tapısını arayan da Allah geldi mi yok olur. O vuslat ebedîlik içinde ebedîliktir ama o ebedîlik yokluk suretinde tecelli eder. Nur arayan gölgeler, nur zuhur etti mi yok olur. Âşık, başını verince akıl kalır mı gayrı? Her şey helâk bulur, yalnız onun hakikati kalır.Onun hakikatine karşı var da yok olur, yok da. Yoklukta varlık… bu, pek acayip bir şey! Bu makamda akıllar elden çıkar, kalem buraya vardı mı kırılır, bir şey yazamaz olur!
“Mümin Allah nuru ile görür” sözü boş (bir söz) değil... Allah nuru, gökleri bile delip geçer. Senin gözünde o nur yok... yürü, sen hayvani duygulara kapılıp kalmışsın! Sen, gözünün zayıflığından ayağının önünü görürüsün... zayıfsın kılavuzun da zayıf! Elle ayağa kılavuzluk eden gözdür... basılacak tutulacak yeri de o görür, basılmayacak tutulmayacak yeri de o!
YÜCELİK VE NUR DEFİNESİ, YIKIK YERLERDEDİR
Nimetleri inkâr eden maymun huylulardan saman bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı olarak saçılır.O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd-ü şükürse Peygamberin yoludur. Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi! Mamur yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık yerlerdedir. Şu doğma, ayın tutulmasında olmasaydı bunca filozof, yolu kaybeder miydi hiç?Akıllı fikirli kişiler, bu yol yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler!
ONA ATEŞ DEME NUR DE
O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Musa Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü. Allah, ona birçok inayetlerde bulunmuştu…Hz musa gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu. Oğul, sen de Allah erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun. Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de! O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
GÖZLER GÖRMEYE BAŞLADIMI
Gözler, perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı, bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan,dışa bakar içi görür. Zerrede ebedi varlık güneşini görür,katrada bütün denizi.!
RUHUN NURUNDAN ASLINA VARMASI
Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır. O yüzden (yolcu )salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti. Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider. Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur. Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder.
NUR'A SAHİB OLANIN GÖZÜ
Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi? Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler. Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün. Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır. O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür. Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”.
NUR SAÇISINI ANLAMAK
Allah, müşrikler, tâ ezelden pislik içinde doğduklarından onlara “Necis-pis” demiştir. Pislik içinde doğan kurt, ebediyen huyundan dönmez, ambere bakmaz! Ona nur saçısı isabet etmemiştir... O, tamamı ile cisimden ibarettir, kabuk gibi içsiz, gönülsüzdür o! Hak nuru saçısından nasibi varsa, bu nur, ona da değmişse pisliğe düşse bile Mısır’da olduğu gibi o pislik içine gömülen yumurtadan bir kuş meydana gelir! Fakat meydana gelen kuş, evde beslenen pis tavuk cinsinden değildir, bilgi ve anlayış kuşudur.
NUR VE ZİKRİ ANLAMAK
Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil. Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz” Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
BAŞKA BİR NUR VER
Adam olmaktan maksat, bakış ve görüş sahibi olmaktır. Ey anlayışa, görüşe, bakışa durmadan yağıp duran ilahî rahmet! Ey nuru güneşe de, aya da bol bol vuran eşsiz varlık! Sen bizim gözümüze, görüşümüze güneşte de, ayda dabulunmayan başka bir nur ver!
MERHEMİ GÖREN!
Merhemi gören yaradan kurtulmuştur. Bu güzelliği gören kötü kişi bile olsa ihsan sahibidir. Ne mutlu o çirkine ki güzele eş, arkadaş oldu.. Vah eşi ; kış olan gül yüzlüye! Ölmüş eşek cana eş olunca dirilir, canın ta kendisi olur.Kara odun ateşe eş olur, karalığa gider, baştanbaşa nur kesilir!
ZAHİRİ MUM VE DİN MUMU
Bu zâhirî mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır. Allaha lâyık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.
EĞRETİ NUR İLE HAKİKİ NURU TEMYİZ ETMEK
Bu sürçme, gözünün iyi görmeyişindendir... kör gibi inişi yokuşu göremiyorsun. Yusuf’un gömleğinin kokusunu kendine senet yap... çünkü onun kokusu gözleri aydın eder! O gizli suretle o alındaki nur, peygamberlerin gözlerini uzakları görür bir hale getirmiştir.O yüzün nuru, insanı ateşten kurtarır... kendine gel de iğreti nura kâni olma.Bu nur, insana ancak içinde bulunduğu zamanı gösterir; bedeni aklı ve ruhu uyuz eder. Görünüşü nurdur ama hakikatte ateştir. Eğer ışık istiyorsan iki elini de bu nurdan çek!
MÜMİN ALLAH'IN NURU İLE GÖRÜR
Cihanı görme çerçeven anlayışıncadır... Pak kişilerin sence perde ardında olması, onları görmemen, pis duygundandır. Geri kalanı da, ileri gideni de ikiliksiz olarak gör. Göremezsen bu aşağılık anlayışındandır... zaten halkın akılları, o madenden bir arpadır ancak! O takdirde din alametlerini ayıplama, ayıbı kendinde bul! Topraktan yaratılan kuş, nasıl olur da gök yüzünü aşar geçer? Gözleri yeryüzünden geçememiş, yükselmemiş olan kişiye bu sözler ters ve saçma gelir. Onlara aykırı harekette bulunma; onlarla hoş geçinmeye bak!
“Mümin Allah nuru ile görür” sözü boş (bir söz) değil... Allah nuru, gökleri bile delip geçer. Senin gözünde o nur yok... yürü, sen hayvani duygulara kapılıp kalmışsın! Sen, gözünün zayıflığından ayağının önünü görürüsün... zayıfsın kılavuzun da zayıf! Elle ayağa kılavuzluk eden gözdür... basılacak tutulacak yeri de o görür, basılmayacak tutulmayacak yeri de o!
CANIN NURU HEPSİNİ ALT EDER
Duygu yolundan apaçık ışıklar gelmede, gönüller Aydınlanmaktadır. Süheyl yıldızına benzeyen can, rukn-i yemanîtarafından görününce ay da görünmez olur, güneş de, yedi göğün kutbu da. Canın nuru, onların hepsini alt eder. Bir an için altın kınntısına benzeyen dini al, dilinin Altına koy da senin kendi gönlünde, kendi içinde nasıl çok kıymetli bir maden bulunduğunu gör, anla. Sende bulunan Beş duygu ışığını, gönül nuru ile aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Senin gönlün ise yedi ayetten ibaret Olan Fatiha Süresi'ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini Atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin."
BAZAN NUR ATEŞ ŞEKLİNDE BAZAN ATEŞ NUR ŞEKLİNDE GÖRÜNÜR
Ey hakikatten haberi olmayan, ibret al, ibret! Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım. A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın. Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi. Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin. Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette ateşlere yansaydı.Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi. O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar. Ulu Allah’ın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır. Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır coşturmuşlardır. Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir. Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici akrep değildir ki.
HZ YUSUF'DAN AKSEDEN NUR
Yusuf (as) sokaktan geçerken yüzünün nuru her evin kafesinden içeri vururdu. Evdekiler, Yusuf bir yere gidiyor yine derlerdi.Köşede bucakta oturanlarda duvarda bir nur gördüler mi Yusuf’un geçtiğini anlarlardı.O tarafa penceresi bulunan ev, Yusuf’un geçişişinden ululanır, şeref bulurdu.Hadi Yusuf’un geçeceği tarafa bir pencere aç da oraya otur, seyrine bak! Âşık olmak, o yana bir pencere açmaktır. Çünkü gönül, dostun cemali ile aydınlanır.
GÖRÜŞ NURU
Akıbeti gören göz, doğruyu görebilir. Âhiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir. Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir. Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark eder. Şeytan “Yiyin” diye bağırır ama o adamın dudağı, zehri boğazına varmadan reddeder.
Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır. Bu ateşi ancak nur söndürebilir.!.
Bu yaşayış, ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yaşayış kabuğunda gizli. Nur, ateş şeklinde görünmede, ateş de nur şeklinde.
Fânî varlıklarda görülen güzellik, ilâhî güzelliğin iğreti olarak onlara aksetmesinden ibârettir. Akseden o nur, günün birinde aslına geri dönecektir.
Hz Mevlana ks
KAYNAKLAR ;
İ.Ansiklobedisi
Mesnevi
Gazzâlî, Mi’râcu’s-sâlikîn, s. 134-135.
Gazzâlî, Mişkâtü’l-envâr, s. 6.
Gavru’l-umûr, s. 82
Hakîm Tirmizî, Edebu’n-nefs
Miftahül gayb-konevi