Hz Mevlana’dan okunması gereken ibretlik bir kıssa. Kıssada insanlık için alınacak çok dersler var paylaşmadan geçemedim.
YAHUDİ PADİŞAH VE HİLEKÂR VEZİRİ
Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğruluktan ayırır. Garez gelince hüner örtülür. Gönülden, göze, yüzlerce perde iner. Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edebilir?
Yahudi Padişahın biri, Hz İsa’ya kininden dolayı öyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman. Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki, hile ile suyu bile düğümlerdi.
Bir gün vezir padişaha dedi ki:
“Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini senden yani padişahtan gizlerler. Dedi.
Padişah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne? Ne yapalım ki dünyada ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi.
Vezir dedi ki:
“Bana gazab ederek hükmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır. Ondan sonra beni dar ağacına götür. Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellâl pazarında yaptır. O esnada bir şefaatçi da suçumun affını dilesin. Sende affet. Sonrada beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı sokayım.
*Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dökünce padişahın gönlünden endişeyi tamamiyle giderdi. Padişah, vezire, vezir ne dediyse yaptı. Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı. Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.
Vezirin Hıristiyanlara hilesi:
Bu halde iken vezir halka: ben gizli Hıristiyanım; sır bilen Hakı; benim gönlümü bilir! Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti. Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim. Ama Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.
Vezir herkesi kandırmak için İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim. İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vâkıfım. Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!
Yüz binlerce Hıristiyan, azar azar onun etrafına toplandı. O, onlara gizlice İncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı. Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı.
Hıristiyanlar tamamıyla ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki? Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar. O ise hakikatte tek gözlü melûn Deccâl’dı.
Vezirin halka garezle karışık latif sözler söylemesi
Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.
O, garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi.
Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.
Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale gelir.
Ateş, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak!
Yıldırım, bakışta sâf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır. Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul etmişler, ona uymuşlardı).
Vezir, padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu. Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona vezire ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu.
Padişah vezirine “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar” diye mektup yazdı.
Vezir de “Padişahım; işte şimdicik İsâ dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi.
Vezirin ve halkın hakikatte ziyana uğraması
Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Hak ile pençeleşiyordu. Öyle kudretli bir Yaratıcı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir. Firavun’un yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsâ’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu. Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
Akıl ve zekâda kemale ermekle Hakka varılmaz. Padişahın fazl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o tuzak kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular. Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın. Be inatçı!
Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin. Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin. Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl?
Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın. Niceye dek “ben âlemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?
Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa, güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir. O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Allah bir kıvılcımla yok eder.
Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka hileler kurması.
-Vezirin müritleri defetmesi
-Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarışları
-Vezirin “ Halveti terk etmem “ diye cevap vermesi
-Vezirin, halveti terk etmede müritleri ümitsiz bırakması
-Vezirin her emîri ayrı ayrı veliaht yapması.
- Neden sonra o emirleri yalnız ve birer birer çağırıp her birine bir söz söyledi. Her birine “İsa dininde Allah vekili ve benim halifem sensin, Öbür emirler senin tâbilerindir. İsa, umumunu senin taraftarın ve yardımcın etti. Hangi emir, bas çeker, tâbi olmazsa onu tut; ya öldür yahut esir et, hapse at. Ama ben sağ iken bunu kimseye söyleme, ben ölmedikçe, reisliğe talip olma. Ben ölmedikçe bunu hiç meydana çıkarma. Saltanat ve galebe davasına kalkışma. İste şu tomar ve onda Mesîh’in hükümleri… Bunu ümmete fasih bir tarzda oku!” dedi.
Vezirin halvette kendini öldürmesi
Vezir sonra daha kırk gün kapısını kapadı. Kendisini öldürüp varlığından kurtuldu. Halk onun ölümünü haber alınca kabrinin üstü kıyamet yerine döndü.
Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yığıldı. Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaşlara yol verdiler. Onun ayrılığı derdinden padişahlar da, büyükler de, küçükler de ahu figan ediyorlardı.
Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir. Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim.
Mademki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı yakmaktan başka çaremiz yok.
Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visâlinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigâr kalması gerekir. O vezirin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil seçmek istediler sonunda Emîrlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri başladı.
Emîrlerin veliahtlık savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti. Dedi ki: “İste o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim. İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.” Öbür emirde pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun davası da bunun davası gibiydi. O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı. Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca davaya kalkışıp keskin kılıçlar çektiler.)
Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler. Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik baslardan tepe oldu. Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı. O vezirin ektiği fitne tohumları, onların baslarına afet kesilmişti.
MESNEVİ
Ahmet Düzgün