Elbette şu şekillerin bir gerçeği vardır. Yani manalar, bulunduğu ismin şeklinde ve kalıbının içindedir.
Bu kalıp, şekil veya isimlerin içinde barındırdığı ve insana verdiği manalar, kişinin anlayışına göre değişebilir. Ama doğru mana hakikatte birdir.
Kişinin merkeze isabeti derece derecedir. İnsanın anlayışı ve kabiliyetine göre değişir.
Ancak seklin ve ismin, manasının dışına çıkan ufkundan uzak düşen her ifade ve beyan, manaya yapılan bir zulümdür. İsabet birliğedir, doğru özedir, tefrikaya değil.
İnsandan istenen de budur. İman budur Tevhitte.
Zulüm, özün anlamının dışına çıkaran kişinin niyetine göre değişir. Cehaletten kaynaklanan yani hata ile yapılan beyan insanın kendine yaptığı bir zulümdür. Eğer kastı, anlamı saptırmaksa bu onun küfrüdür veya münafıklığıdır deriz.
Kısaca yaratılışın yani kalıbın hakikatine yapılan bir zulümdür. Kusurlu olanın affı umulur. Lakin kötü niyetli olanın affı zor umulur. O yüzden manaların verdiği özü saptırmamak, insanın erdemidir. Ahlakıdır. Doğruluğu, imanıdır.
Bu anlamlar ve manaların gayb aleminde yani emir aleminde bir madeni vardır.
Bu madene birlik denizi ve kıyısı bulunmayan mana denizi de denir. Mekansızlık, şekilsizlik ve yönsüzlük alemindeki ucu bucağı olmayan o madenden gelen bu anlamlar ve manalar, insana yüce bir emirle yani takdirle gelir ve giderler. İsim ve sıfatların madeni yokluk aleminden zuhur eder.
Bu geliş ve gidişler, zahir ve batın şekildedir.
Tarafsız bir cihetten gelen bu latif manaların içinde kudret sıfatı barındığı gibi bir sırda vardır. Sırasıyla ismin içinde mana ve kudret ve sır vardır.
Bu şuna benzer, bataryanın veya bir akünün içindeki enerji gibidir.
Ama bu küçük bir kıyastır...
Ama bu mananın ardındaki kudret yani bilinçli enerjisi dünyayı değiştirebilecek hatta yok edebilecek güce yani atomla kıyas götürmez bir güce sahiptir!
Yani bu yurt vardır insandaki akıl gibidir. Keyfiyeti tarif edilemez.
Bilirsin inanırsın, fakat yerini gösteremezsin!
Aklın bir fikir ve bir düşünceyle dünyaya fayda sağladığı ve zararı tartışılmaz. İnsanın iç alemine inanması müminliğin vasıflarındandır. İnanç önce içtedir. Sonra zahiri şekilde görünür. Gaybda yani yokluk aleminden gelen emirlerde bunun gibidir.
Yani insanda harekete veya bir hale bürünür.
Müminler buna inanırlar.
Pişman olacaksa yahut edilecekse kişi,
Pişmanlığın manası emir aleminden ona, vasıtalı yahut vasıtasız ulaşır. O mana insana gelince, insan pişman olur.
Hastalık da böyledir, sağlık da. Neşe de böyledir, üzüntü de. Sevgi de böyledir, ayrılık da.
Ecel de böyledir hayat ta böyle. Zenginlik te böyledir, fakirlik te! Niyazi Mısrı Hz.lerinin;
Biz şol Abdal'ız bıraktık eğnimizden şalımız
Varlığından soyunup üryan olan anlar bizi.
Kahr u lütfu şey'-i vahid bilmeyen çekdi azab
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi.
İnsanın kahrı ve lütfu tek şey yani aynı merkezden olduğunu bilmesi insanı sultan yapabildiği gibi bilmediğin de ise çok azab çekeceğini ifade etmiştir pir. İnsanda manalar yani bu haller eğretidir.
Yani insana gelen bu manalar birer imtihan vesilesidir ve insanın olgunlaşması içindir.
Doğduğundan sona anına kadar hiç bir aile bireyinin ölümüne şahit olmayan bu duyguyu tatmayan kişinin babasının ani ölümüyle yaşadığı buhran ona verilen bir manalar iledir ve Hakk’tandır. Pişman olduğu aşikar görünen birine çok mutlu denemez.
Veya mutlu neşeli bir insana da suratı asık denemez.
İnsanın yalan bir mana vermeye çalışması çok kötüdür. Hülasa şekillerin içinde saklı tüm manalar, yokluk yani gayb aleminden yüce bir emirle insana gelir giderler. Hakikatte insanın manası, hayvanlardan ve diğer yaratılmışların anlam ve manasından yani değeri yönünden tartışmasız yücedir.
Bu yüzden insan mesuliyet sahibdir.
Bu mesuliyet insana, hayatın her aşamasında gizli ve açık her taraftan hissettirilir.
İnsan bu mesuliyetten kaçamaz, bu mesuliyet bekçi gibi gölge gibi peşindedir onun.
Ancak insanın bu gölgeden kurtulması özgür bir kul haline gelmesiyle mümkün. Mesuliyet, insana verilen bir manadır.
Ona bir şeyi hatırlatmak içindir. Mana cihetinden hissettirir kendini. Ama insanın gafleti, kibri ve inadındaki direnişi mesuliyeti yani o manayı kendinden uzaklaştırır. Bu da emir yurdundan unutturmak emriyle olur. Unutmak suretiyle insanda zuhur eder.
Çektiğimiz ceza yaptığımız hırsızlığımız veya suçun neticesidir.
İnsan akıl ve sorumluluk sahibidir. İnsanı diğer yaratılmışlardan ayrı kılan bu vasıflarıdır. İnsanın bedenine yani nefsin istek ve arzuların dışında, Yüce Hakkın emir yurdundan insana gönderdiği öyle gizli mukaddes haberler, lütuflar, ihsanlar, keremler, armağanlar vardır ki, onlar vasıtalı vasıtasız anlam ve manalar şeklinde önce insanın içinde belirirler. Buna vahiy veya rahmani ilhamlar da denir.
O yüzden susmanın faziletini anlatmakla bitirememişlerdir büyükler.
Hak insanın anlamasını, ayırmasını ve bilmesini, kendini dinlemesini akletmesini sürekli ister. Bu lütuf ve armağanlar ve mukaddes haberler canın ve ruhun gıdalarıdır. Canımız ve ruhumuz, ibadet ve güzel düşüncelerden, ahlaktan, ihlasla yapılan amel, niyet, dualardan beslenirler. Bu insana mahsus bir özelliktir. Hayvanlara mahsus değildir. Ancak insan bunu anlayabilir akledebilir.
Hatta meleklerin bildiklerinden daha da fazlasını anlayabilir. Bu özellik meleklerde yoktur. Bu yüzden büyükler, Âdemoğlu şaşılacak bir macundur; üstünlerden de üstün olduğu halde aşağılık âlemindendir.
Hayatın ve mevsimlerin tekrarı, insana verilen aklın ve kalbin olgunlaşması yani ibret ve idrak sahibi olması içindir. Kur’an insana başında ve sonunda olacak şeyleri müminlere ve insanlara söylemiş uyarmıştır. İbret ve basiretle bakış, Hakkın ve Peygamberlerin istediği sevdiği bir bakıştır. Yani işin başında sonunun bilmek müminlerin yani gaybe inananların güzel bir Burak’ıdır.
Onu elde eden insan, daha bu dünyada kabiliyetince Hakkın katında ünsiyet peyda eder. Armağanlara kavuşur. Ve öylece mana katında ve meleklerin gözünde sevgili bir kul olur.
İşin sonunu başında ahiri görebilmek mümin olmaktır. İnsanın sınanış yurduna yani dünyaya gelmesindeki maksatlardan biride kimin daha iyi ve kötü olduğu sınanmak içindir. Hayvanların, yaşadığından bildiğinden daha öteye gitmesi beklenemez. Velev ki Hak izin vermemiş olsun. Yani aklı olmayan bir hayvanın işin başında sonunu görecek bir ibret ve olgun bakış beklenemez.
Ama insan gittikçe boyuna gelişir ve anlar.
Nihayeti yoktur bunun.
Ölmeden önce ve sonrada bu böyledir.
Bu anlayış sürer gider.
Bu bakış ezelden ebededir.
İçimizdeki manalarda ki tercihimiz yani irademiz ya bizi yüce kılacak, yahut aşağıların aşağısına düşürecektir. Yani, insan neyi arayacaksa kendi içinde arayacak ve bulacaktır.
Önce kendinden başlayacak aradığını kendi içinde bulacaktır.
Böylece sonrada yoluna devam edecektir.
Gerisi mukallitlikten ibarettir.
Ahmet Düzgün