SUVER-İ İLAHİYYE NE DEMEKTİR
Mes̱nevî’deki tasavvufî düşüncenin temelini sûret (zâhir) ve mâna (bâtın) ilkesi oluşturur. Mevlânâ’ya göre dış görünüşler âlemini meydana getiren bu dünyadaki şeyler (suver-i ilâhiyye) ilâhî isimlerden ibaret olan hakikatlerin tecelligâhıdır Allah’ın isim ve sıfatlarının tezahürleri olan ilâhî hakikatler sûret kazanarak bu âlemde taayyün eder. İlâhî hakikatler veya mânalar Allah’ın âleme olan nisbetleridir (II, beyit 1103)
Mutlak-küllî açıdan mâna olan Allah (el-ma‘nâ hüvallah) âlemdeki bütün cüz’î şeylerle irtibatını ilâhî mânalarla sağlar; her şeye mânasını veren O’dur. Dolayısıyla şehâdet âlemindeki cüz’î şeylerin mânalarını (a‘yân-ı sâbite) bilmek için sûretin ötesine geçmek gerekir. Sûret-mâna ikilisi eserde güneş-gölge , deniz-köpük, Mecnûn-Leylâ, çiçek-meyve (I, beyit 2930) gibi istiarelerle anlatılır. Sûret ve mâna irtibatı varlık-yokluk ilişkisine delâlet eder.
GAYBE GÖRE VARLIK VE YOKLUK ( SURET VE MANA)
Mes̱nevî’de halk (yani şehâdet) âlemi söz konusu olduğunda varlık kelimesi mekânda bulunan sûret, yokluk ise mekânsız olan mâna iken, emir (yani gayb) âleminde ise varlık; mâna, yokluk ise sûrettir (I, beyit 602-603).
Sûret ile mâna arasındaki bu çift kutuplu ilişki insanın varlığa dair bilgi edinmesinde şüpheye düşmesine sebep olabilir. Şüpheden kurtulma ise sadece sûrete yönelik olan taklidî bilginin ve istidlâlî akla dayanan felsefî bilginin ötesine geçilip mânaya dair yakīnî bilginin (hakka’l-yakīn) tahkikiyle sağlanır.
Tahkikte ruhun taalluk ettiği ezelî istidat belirleyicidir. Çift kanatlı kuş mecazıyla temsil edilen sûret ve mânayı birlikte kavrayan insanın hakikate ulaşması ancak ilm-i ilâhî ile tahakkuk eder (III, beyit 1510-1515).
Bu açıdan bilginin mutlak anlamda kaynağı Allah’tır (V, beyit 2587-2588). Allah’ın sûreti üzere yaratılmış olmasından dolayı ilâhî tabiata sahip her insanın hem ontolojik hem epistemolojik açıdan Allah’la irtibatını sağlayan onun bu ilâhî tabiatıdır. Fakat bu ilâhî tabiatın insana kazandırdığı Allah’a dair bilgi izâfîdir.
MESNEVİDE ER KİŞİ KİMDİR
İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur. Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar. Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler. Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar…Noksanların dan ayrıldılar mı raksa girerler.
Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar. Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki. Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
Hz Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da Kulağın ta kendisi” der. Bu peygamber baştan başa kulaktır, gözdür. Onun merhameti süt ninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
BİLGİDE HÜNERLİ OLMAK
Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile renk solup sararıverir. Büyük bir adamın oğlu olmak da bir şey değil. Bu çeşit gençler mala mülke gururlanır. Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur, yaptığı kötü iş yüzünden babasına bir âr olur.
Hünerli, bilgili kişi iyidir ama İblisten ibret al, ona da az tap. Onun da bilgisi vardı ama din aşkı yoktu, bu yüzden Âdem’in yalnız topraktan yaratılan suretini gördü. Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözün açılmaz ki! Can gözü açık olmayan, sakaldan, sarıktan başka bir şey görmez, adamın ileri, yahut geri oluşunu, onu tarif edenden sorup öğrenir.
Ey ârif, sen, birsini anlamak için onu bilen, söyleyip tarif eden kişiye müracaat etmezsin. Çünkü sen, doğmuş, parıl,parıl parlamakta olan bir nursun. Senin takvan, dinin var, iyi işler işlersin, öyle ki âlem onlarla düzelir, kurtuluşa erer.
ZIDLARIN SAVAŞINI ANLAMAK
Bizim savaşımız da hakikatte bizden değildir. Sulhumuz da. Her halimiz, Allah’nın iki parmağı arasındadır. Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır.Fakat bu âlem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla. Dört unsur, dört kuvvetli direktir. Dünyanın tavanı, onlarla düz durmada.Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar.Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş.
Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt. Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim? Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri, öbürüne kin gütmede. Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun? Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın.
O âlem, ancak bâkidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil. Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz. O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de. Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır. Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor? Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
O ALEM ZERRE ZERRE DİRİDİR ( İNSANIN ASLI )
O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler.Onlar, ölü olan cihanda oturmaz, dinlemezler. Çünkü ot, ancak hayvanlara lâyıktır. Kim, gül bahçesinde meclis kurar, yurt tutarsa külhanda şarap içer mi hiç? Pak ruhun makamı, illiyyin’ dir. Pislikte yurt edinense kurttur. Allah mahmuruna tertemiz şarap kadehi sunulur. Bu kör kuşlaraysa şu kara ve tuzlu su.
Kime Ömer’in adaleti, el vermezse onca kanlı kaatil Haccac, âdildir. Kızlara cansız bebekleri oyuncak diye verirler. Çünkü onlar, diri oyuncaktan bir şey anlamazlar ki. Küçük erkek çocuklar, erliklerinden bir şey anlamazlar, güçleri kuvvetleri yoktur. Onun için onlara tahta kılıç daha yeğdir. Kâfirler, peygamberlerin kiliselerde yapılmış olan resimleriyle kanaat ederler. Fakat o ay parçaları, bizim için apaydın olduğundan resimlerine aldırış bile etmeyiz.
Onların birer sureti, bu âlemdedir ama birer sureti de ay gibi gökyüzündedir. Bu suretteki ağızları, onlarla düşüp kalkanla konuşur, nükteler söyler. O suretteki ağızları ise Hak ile konuşur. Görünen kulak, bu sözü duyar, beller.
Can kulağıysa Kün emrinin sırlarını işitir. Ten gözü, insanın şeklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur. Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur.İşte her cüz’ü böyle say… bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
VASITALAR VE SEBEBLER ORTADAN KALKINCA
Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir. Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı. Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir?
Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı. Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır. Kendi huylarından çıkmış tek olmuş… canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir. O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur. Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır. Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı. Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi. Yeryüzüne inin” sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı aşakodu.
MESNEVİDE AŞK
“Ey oğul, bağı kopar” hitabıyla insân-ı kâmil olmanın ön şartının bir sûretten ibaret sayılan dünyaya dair ilgileri terketmek (zühd) olduğu ifade edilir ve yola (tarikat) koyulmanın gerekliliği belirtilir. Mevlânâ’ya göre insanın yola başlaması, yolda olması ve hakikati bulunan a‘yân-ı sâbitesine vuslatı ancak aşk ile mümkündür Aşk bütün ilâhî ve beşerî fiillerin kaynağı, sâiki ve gayesidir .
Asıl vatanından uzaklaşan insanın tekrar vatanına dönüş yolculuğu (seyrüsülûk), bu yolculukta karşılaşacağı haller, duraklar (makāmât), onu yolculuğundan alıkoyacak şerrin kaynağı olan nefsin hileleri, bu hileler karşısında kâmil bir mürşidi yolda rehber edinmenin zarureti ve her hâlükârda takınılacak tavır olarak edep hakiki ve sahte şeyhlik mürşid-mürid ilişkisi) gibi konular bütün hikâyelerde anlatılmıştır.
HAYIR VE ŞER, CEBİR İHTİYAR
Hikâyelerde konunun temel unsurlarını insanın fiil, tecrübe ve müşahedeleri oluşturur. Hakiki fâilin Allah olduğu, cebir-irade söz konusu edildiğinde insanın Allah’ın isim, sıfat ve fiillerinden ibaret ilâhî hakikatlerin zuhuru için bir mazhar sayıldığı, hayır-şer bağlamında hayrın mutlak, şerrin nisbî olduğu hükmü sık sık vurgulanır .Sosyal düzlemde Moğol saldırılarıyla karşı karşıya kalan insanın, şer olan nefsini tezkiye edip hayır olan ruhuyla irtibat kurduktan sonra olayların mahiyetinin farkında olacağı belirtilir.
EZELİ İHTİYAR VE CÜZ-İ İHTİYAR
Bütün âlem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından sarhoşluk âlemine kaçmaktadır. Bu suretle herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya çalışır. Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır. İnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi düşünmesi, bir şeyi anması cehennemdir âdeta.
Onun için herkes varlığından, kendiliğinden geçme âlemine, yahut sarhoşluğa kaçar, yahut da bir işe koyulup kendini unutur.Fakat yine bu âlemden kendini çeker, varlık âlemine gelirsin. Çünkü o kendini unutma âlemine Allah fermanı olmadan gitmiştik. Ne cin, zaman kaydının hapsinden kurtulabilir, ne insan.
ONUN EŞİ VE BENZERİ YOKTUR
Fakat nerden sağlam bir örnek bulayım? Onun eşi ne gelir, ne de gelmiştir. Yüz binlerce er, bir kişide gizlidir. Yüzlerce yayla ok, bir oka sığmış, bir oka gizlenmiştir."Yüz binlerce harman, bir avuç buğdayda dır. Bir güneş, bir zerre içinde gizlidir.
Derken ansızın o zerre ağzını açar. O güneş pusudan sıçrayıp çıktımı göklerde yeryüzüde karşısında zerre zerre olur. Böylesi can, nasıl olur da bedene lâyık olur? Haydi ey beden kendine gel de , bu candan iki elini de cek ,yıka! Ey cana ev olmuş beden, yeter artık! Deniz, bir tuluma ne kadar sığabilir.? Sen mekân alemininde mekânsızlık aleminin secdegâhısın.
İblislerin dükkânı senin yüzünden yıkılmıştır. Şeytan, neden ben bu toprağı kulluk edeyim ? Neden bir surete din adını takayım? dedi. Halbuki bu suret değildir, gözünü iyice ov da bak. Bak da ululuk nurunun yalımlanmasını gör!
Hz MEVLANA VE AŞK İLLETİ
Aşk illeti, sıhhatin bile canıdır. Aşkın eziyetleri, her rahatın hasret çektiği eziyetlerdir. Bütün hastalar, iyileşmeyi umarlar. Halbuki aşk hastası, amanın; derdimi artırın diye sızıldanır. Bu zehirden daha güzel, daha hoş bir şerbet görmedim. Bu hastalıktan daha iyi bir sıhhat olamaz der.
GÖNÜL DENİZİ İLE TEN DENİZİ ARASINDA BERZAH VAR
Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı. Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın! Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar. İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
GÖNÜL CİSME BENZEMEZ
Mesnevî’ye göre insânı kâmilin gönlü her an Kâbe’ye gitmektedir, bazen de hem gönlü hem cismiKâbe’ye gider. Bazen ise insânı kâmilin gönlü Beytullah olarak görülür ve Kâbe ile eş değerde
tutulur. İnsan mâna âleminde sürekli Kâbe’ye gidebilir aradaki mesafenin uzunluğunun kısalığını önemi yoktur, hayâlinde Kâbe’ye gitmiş gibi hisseder fakat cismi yerindedir. Bu durum insanların geneli için mümkündür oysa kâmil insanlar hem ruhen hem de cismen kısa sürede uzak mesafeleri aşıp Kâbe’de olabilirler.
Çünkü kâmil bir kimse ruhuyla bulunduğu bir yerde bedeniyle de bulunur.Nitekim kâmiller “Bizim ervâhımız cisimlerimizdir, cisimlerimiz ervahımızdır” demişlerdir. Mesafenin uzunluğu ancak cisminin hâkimiyeti altında bulunan ruhlar içindir. Cismin hâkimiyetinden kurtulmuş Hak sıfatı ile vasıflanmış ruhlar ve cisimler için uzunluk ve kısalığın hiçbir hükmü ve tesiri yoktur.
Nitekim Hz. Peygamber(s.a.v.) bir gecede Mescid-i Harâm’dan Kudüs-i Şerîf’e gitmiş mîraç hadisesi gerçekleşmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Noksanlardan münezzeh olan Allah Teâlâ hazretlerikulunu bir gecede Mescid-i Harâm’dan, Mescid-i Aksâ’ya isrâ eyledi” (el-İsrâ, 17/1) buyurulmuştur.
“Gönül, her an Kâbe’ye gitmekte… Beden de Allah lütfuyla gönlün tabiatına bürünmekte! Bu uzunluk, kısalık, bedene göredir… Allah’ın bulunduğu yerde uzunun, kısanın lafı mı olur? Allah cismi tebdil etti mi gayrı fersaha bile bakmadan yürür gider!”
İNSANI KAMİLİN GÖNLÜ YAHUT RUHU
İnsan-ı kâmilin manadan ibaret olan mukaddes ruhu gayet geniştir. Zira bütün esmanın tecelliyatını kabul eder; fakat yedi gök bir görüntü sahibi olduğundan, sonsuz fezâda işgal ettiği saha,bu manaya nispeten gayet dardır. Bu kısımda da yine “Ben yerime göğüme sığmadım; fakat mümin kulumun kalbine sığdım”hadisi kudsisine işaret olunur.
İnsanı kâmilin kalbine “Beytullah” ve “Ârşullah” da denilmiştir. Böyle olunca Hakk’a ulaşmak isteyen insanı nâkısların, insanı kâmilin vasıta oluşuna binaen onların kalbine girmeleri gerekir. Gönlün ârş kadar yüce olduğu, Hakk’ın mekânı olduğu söylense de bunu her gönül için söylemek mümkün değildir.
Her göğüste bir kalb vardır ve kan dolaşımına hizmet etmektedir. Fakat Hakk’ın nazarı o et parçasına ve onun suretine değildir. O uzuv hayvanlarda da vardır. Burada kast edilen kalb, gönül dediğimiz mâneviyâttır. Allah’ın nazarı ve tecelligâhı da bu mâneviyâtadır. Yere göre sığmayan Allah orada bulunur. Gönlün bağlandığı yer, ulvî âlemdir, süflî âlem değil. “Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül ârşın yücesindedir, aşağılıklarda değil!”
HİCAB İÇİNDE YAŞAYAN GÖNÜLLERİ ANLAMAK
Hz. Mevlâna gönlün yüce bir makam olduğunu ve ârşa mensup olduğunu, samimi olarak gözden akan yaşın da gönülden geldiğini, böylelikle de ârşı dahi ağlattığını söyler. Bununla beraber ârşa mensup akıllar ve gönüller, mensup oldukları ârşın nurundan dolayı suflî âleme mensup olan cisimle yakınlaşmış oldukları için hicab içinde yaşarlar.
HEPSİ BİR VUCUDTUR
Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır.
Allah cc dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri. Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de. Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzilerimdir. Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
DÜNYA VE İÇİNDEKİLERDEN MEDET UMMAK VE MİNNET ETMEK
Sen hoşsun, güzelsin, her türlü hoşluğun madenisin. Neden şaraba minnet edersin ki? Başında “Biz insan oğullarını ululadık” tacı, boynunda “Biz sana kevser ırmağını verdik” gerdanlığı var.
İnsan cevherdir, gök ona arazdır. Her şey fer’idir, her şeyden maksat odur. Ey akıllar, tedbirler, fikirler kulu kölesi olan bey, mademki böylesin, kendini neden böyle ucuza satıyorsun?Sana hizmet etmek, bütün varlık âlemine farzdır.
Bir cevher, neden arazdan ihsan ister ki? Yazıklar olsun, kitaplardan bilgi arıyorsun ha, helvadan zevk istiyorsun ha! Bir bilgi denizisin ki bir ıslaklıkta gizlenmiş; bir âlemsin ki üç arşın boyunda bir bedene bürünmüş!
Şarap nedir, güzel ses ve çalgı dinlemek, yahut bir güzelle buluşmak nedir ki sen onlardan bir neşe, bir menfaat ummadasın! Hiç güneş, bir zerreden borç ister mi, hiç zühre yıldızı, bir küçücük küpten şarap diler mi? Sen keyfiyeti bilinmez bir cansın keyfiyet âlemine haps edilmişsin. Sen bir güneşsin, bir ukdeye tutulmuşsun: işte bu, sana yakışmaz, yazık!
DÜNYA VE NİMETLERİ SINAMA VASITALARI DIR ANLA
Şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir. Uzaktan su görünür , yanına vardın mı görürsün ki serapmış. O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir. Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme. Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin. Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme, onda yüz binlerce inci vardır.Bu sözün sonu gelmez, dön de padişaha gel. Doğan kuşuna benze..
Bir suret, gönüle girdi mi insan, sonunda nedamete düşer, o suretten bezer. Sonunda herkes, kapıldığı suretten tövbe eder, fakat yine unutuş gelir, onu o yana çeker. Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o tarafa çeker. Yine zanna, tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar. Yine yanar, sıçrar. Fakat yine gönlündeki hırs, kendisine yandığını unutturur, sarhoş eder..
Fakat yine tövbe ve sızlanma, hatırından çıkar. Çünkü Allah, yalancıların düzenini zayıf bir hale getirir, bozar gider.Bu dünya tuzaktır, tanesi de istek. Tuzaklardan kaç onlardan yüz çevir.Böyle hareket ettin mi yüzlerce ferahlık bulursun. Fakat istekten geçemedin mi fesatlıklara uğrarsın. Mademki kaçamıyorsun, ona kullukta bulun da hapsinden kurtul, gül bahçelerine git.
SUÇU KENDİNDEN BİL VE BUL
Halbuki takdir haktır ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma. Yiğidim, kadere az bahane bul! Nasıl oluyor da suçunu başkalarına yükletiyorsun? Zeyd, kana girsin, cezasını Amr çeksin... Amr, şarap içsin, Ahmet dayak yesin, bu olur mu? Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme.
Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin? Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar. Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Düşün artık. Arpa ektin mi, arpadan başka bir şey bitmez. Borcu sen verdin kimden rehin istiyorsun ki?
Suçunu başkasına yükleme. Aklını yaptığın işin cezasına ver, kulağını o yana aç... Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Allah’nın mücazatıyla, adaletiyle uzlaş. Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör, talihimden deme. Talihe bakış insanı şaşı eder. Köpeği samanlıkta uyutur, tembel bir hale sokar.Civanım kendi nefsini suçlu bul da adaletin verdiği cezayı az kına.
Ercesine tövbe et, yola baş koy. “Kim bir zerre kadar iyilik, yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.” Nefsin afsununa az aldan, Allah güneşi, bir zerreyi bile örtüp kaybetmez. Şu cismani güneş karşısında bile bu cismani zerreler görünürse, Elbette hâtıra ve düşünce zerreleri(mizde) , hakikatlar güneşine karşı görünecek.
GÖRÜŞ SAHİBİ OLMAK
Aslında ölüm, Allah'ın nüru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır. Ölüp giden kişiye kötü deme, iyi de deme; çünkü onlar, iyilikten de kötülükten de kurtulmuşlardır. Gözünü Hakk uğruna harca, herkesi kötü görme, görmediğini de söyleme, söyleme de gözüne bir başka göz, bir başka görüş verilsin.
Başkalarında ayıp görmediğin için sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. Bir göz, Allah'ın nuruyla bakarsa, her şeyi apaçık görür. Her ne kadar bütün nürlar Allah'ın nüru ise de, sen hepsine birden .Hakk' ın nüru deme. Bakî olan, sonsuz olan nür Allah'ın nurudur. Fanî olan, geçici olan nür, bedenin sıfatıdır, cismin sıfatıdır.
Ey Allah'ım, senin lütfunu, ihsanını görmüştür de onun için "göz kuşu" senin aşk havanda kanat çırpmada dır. 0 ötelere, göklerinde göklerine kadar yükselmiştir de seni arayıp durmadadır.Ya ona cemalinden bir göz ver. Yahut da bu cür' eti, bu ayıbı yüzünden onu kapından kovma.
Sen, canın gözünü her an ağlat, fanî güzellerin boylarının, poslarının, güzel yüzlerinin tuzağından sen onu koru Allah'ım! 0, uykuda senin yüzünden bir uyanıklık gördü. Gerçekten de bu, bir olgunluk rüyasıdır, doğru yolu buluş görüşüdür.
İNSANA VERİLEN ÖZELLİK
Yaratılmış varlıklar içerisinde cismiyeti itibariyle denizin bir katresi kadar küçük olan insan kalbine Cenâb-ı Hak’tan bir kabiliyet cevheri düşmüştür ki, Hak Teâlâ o kabiliyeti denizlere ve güneş
sistemindeki diğer varlıkların hiç birine vermemiştir. Kalbe verilen bu kabiliyet bütün ilahi esmâ ve sıfatların kabulü için verilmiş bir kabiliyettir. “Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemiştir.”
YETER GAYRİ DÜNYADA OYUNA DALDIĞIN
O tertemiz nefislerle akıllardan, cana her an ey vefasız diye mektup gelmede. Beş günlük dostları buldun da eski dostlardan yüz çevirdin. Çocuklar oyundan hoşlanırlar ama, geceleyin onları çeke çeke evlerine götürürler.Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını külâhını, ayakkabısını çıkarır atar. Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir.
Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külâhı, gömleği aklına bile gelmez. Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz çeviremez. Duymadın mı, “Dünya ancak bir oyundan ibarettir” denmiştir. Sense oyuna daldın, elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün. Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü dedikoduyla zayi etme.
Hâsılı ben de ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm.Ömrün yarısı, sevgili isteğiyle geçti, yarısı düşmanların derdiyle. O, cüppeyi aldı götürdü, bu, külâhı. Biz de küçücük çocuklar gibi oyuna daldık; Derken ecel gecesi yaklaştı. Artık bırak şu oyunu, yeter dönme oyuna gayrı.
Tövbe atına binde hırsıza yetiş, hırsızdan elbiselerini al, geri dön. Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık âlemden ta göğün üstüne kadar sıçrayıp çıkar. Fakat atını da hırsızdan gözet ha. Biliyorsun ya, o, gizlice elbiseni de çaldı. Aman şu atımı gözet de hırsız çalmasın.