İhata sadece dışarıdan olursa ona ihata denmez kuşatma olur. O zaman da maksad hasıl olmaz. Ama hem içten hem de dıştan olursa o zaman ihata tam olur hüküm sürmek kolay olur. Akıllı insan, kaleyi dışından kuşatmakla kolay feth edilmeyeceğini çok iyi bilir. Her şeyde ve konuda bu böyledir. Tam ve olgun hakimiyet bu şekilde kurulur yahut başarı böyle sağlanır. Feleklerin ,devletlerin, insanların, evlerin, şirketlerin işleyişi anlayışı tıpkı buna benzer. Felekte ve insandaki bu gölge özellik, küll-ü aklın ihata etme özelliğinden, insana yani cüzi akla verilen bir gölge ihatadır.
Her iki açıdan olaya bakmakla maksada yani zafere en kolay bu şekilde ulaşılır. Mesele o zaman daha kolaylaşır yahut konu o zaman daha iyi anlaşılır. Diğer anlamı ise ancak kuşatmak olur ki, buda önceki anlayışa göre noksan bir anlayıştır. Özden habersiz her cerçefe, resimsiz boş tablo gibidir. O da manasız faydasız iş ve güç demektir. Boş verilir. Sende boş ver gitsin. Meseleleri içinden hem de dışından değerlendirmek insana konusunun hakimiyetini verir. Ancak çoğu kişide bu bakış, istidat ve kabiliyete göre farklılık arz eder yahut yön bulur.
Her varlık mutlak bir yaratıcıya muhtaçtır. Varlık alemini içten ve dışından ihata eden Yüce Allah cc dır. Ancak Hakkın ihatası keyfiyetsiz dir. Bu keyfiyetsizlik mutlak manada izah edilemez. Bu konu ve mana ancak teşbihle izah edilebilir. İhata konusu ile ilgili bir örnek yani benzetme dahi ona eşit ve denk asla olamaz. Çünkü Hak tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Ancak örnekle anlatılmak istenen bir konu akla sığabilir. O hususda da insanda ki can ile beden arasındaki ilişkiye benzetilerek konu akla sığdırılabilir.Yani can hissedilir ancak gösterilmez gibidir. İçimizde tasavvur ettiğimiz her hayal veya düşünce de böyledir. Ancak bunu kimseye gösteremeyiz. Kurduğumuz hayali ancak biz ihata ederiz. Ama hayalimiz bizi ihata edemez. Ederse ki burası çok mühimdir oda başka birinin hayali olur ancak. Hayaldeki bir insan, kendini hayal edenin varlığını, yani niceliğini ve niteliğini tasavvur edemez bilemez. Velev ki haber vermiş olmasın.!
Bu örnek, ihatanın bir hayalde ve düşündeki soyut durumuna bir örnektir. Orası başka çesit bir aleme yani içten ihataya bir örnektir. Şimdi bu varlıktaki somut örnekse anne karnındaki bebeğin durumuna benzer. Anne bebeği ihata eder ama çocuk onu ihata edemez. Çocuk ancak ihata olunur. Çünkü çocuk bir annenin varlığına muhtaçtır. Bu muhtaçlık anne karnında bir kordon yani bağla kurulur. Yani çocuk doğmadan önce hem içten ve hem dıştan anne karnında ihata edilir. İhata hem maddi hem mana yönünden olur. İşte bu ihata ediş ,akılda ,hayalde, düşüncede ,kalb te, gönülde,canda veya ruhta ve beden kalıpların da, yani nicelik yahut nitelik alemlerinde bu hallerdedir..
İşte bunun gibi aleminde insanında içten ve dıştan yaratıcısına karşı görünmez bir muhtaçlık bağı ile vardır. Bu bağa ihata diyoruz. Bu bağ bir yönden dış da görünen şu bedenimiz ve alemdir. Diğer iç yönden ise insanın görünmeyen anlamları ve canı gibidir. Canın meleküt alemiyle olan bağı gibidir. Dünyada ki sünnetullah gereği işler yaratılmış sebeb ve nedenlerle olur. Hak indinde ise sebepsiz ve aletsizdir. Zira Hak, yüce emir ve buyruk sahibidir. Müminlerin varlık aleminde ki gökler ile dışından nasıl bir bağı aidiyeti olduğu gibi içinden de anlamları ile gizli bir yol ve bağı vardır. O anlam bağı insanın güzel işlerinin manalarıdır. Yani ihlasları, ahlakları ,amelleri ruhları vb dir..İnsanı bu ihata ediş yani rabıta onları içten ve dıştan görünmez manevi bir çekişle kendine doğru çeker.
İçten olan bağ çok mühimdir. Bu bağ yalnız insana verilen insanda olan ancak hayvana verilmeyen anlamdır. İnsanın anlamıdır.Bu anlam ölümsüz olan bir anlamdır. Hz pir o anlamı şöyle ifade eder ; O anlam, öylesine bir anlamdır ki insan onunla yücelmiştir, onunla ululanmıştır; onunla başka yaratıklardan üstündür. Başka yaratıklar da hünerler vardır, özellikler vardır; fakat ölümsüz olarak kalacak olan o anlam yoktur onlarda. İşte insan, o anlama yol bulursa, kendi üstünlüğünü elde eder; yol bulamazsa o üstünlükten hiçbir fayda elde edemez. Yani hayvandan aşağı olur insan. Bedenle taşınan yük, canla taşınan yüke benzemez.
Bedenle taşınan yükü ve şu maddi alemi, insan ancak beden duygularıyla anlar görür ve bilir. Ama canla taşınan yük ve onun mana alemini ise ,can aleminin duyguları olan kalb ötesi ruh ve letaiflerle anlar ve bilir. Bu anlayış mertebeleri daha önce açıklandı.Bu meseleye örnek verecek olursak ; (Beden) duyguları, uyanık kaldıkça, insan nasıl rüya göremiyorsa ancak duyguları varlığından geçince yani uyuyunca, rüya görürse bu konuda işte ona benzer.Hz pir ‘’ Gönül bu cihandan vazgeçmedikçe başka bir cihana varamaz sözü bu manada dır. Yani içten ve dıştan ihata bilgisi ve ilişkisini insan ancak bu bedeni varlık duygu ve unsurlarından kurtularak anlayabilir.
İnsanın yaşamak için nasıl varlığa ihtiyacı varsa ta ki onun da bir yaratıcıya kadar bir yolu bağı ve ihtiyacı vardır. Bu eğreti yani gecici güneş olmazsa aydınlık gün olmaz. Ay olmazsa karanlık gecede yol bulunmaz. Ama ay dan yansıyan nur kaybolan insana yönü buldurur. İşte bu ay misaliyle insanın anlaması istenen şey, aslına eşit olmamakla beraber Peygamberlerle ve ona tabi erenlerdir. Güneşten maksatta Hakikat güneşinin eğreti bir gölgesi olmasına remz dir.Hakikat güneşine ‘’Gönül güneşi’’de denir. Onun ışığı bilgidir. Dünya güneşinin ki ise ışık ve ısıdır. Tüm kainat ve varlıkların hepsi Hakikat güneşinden unsurlarına göre gıdalanır. Alimler, dışta ve içte gördüğümüz bu varlık hakikat güneşinin gölgesinin gölgesinin gölgesidir şeklinde ifade etmişlerdir. Dışımızda aydınlıktan karanlığa açıktan görünen, ama içimizden de yani kendi karanlığımızdan da aydınlığa doğru giden gizli bir yol vardır.
İnananlar bu yüzden göklere meyl eder. Göklerin gizli çekişi vardır. Ruhu yüce olanlar yücelmek ister. Gökyüzüne bakarak tefekkür ederler. Hakikat güneşi bu gördüğümüz göklerin ötesindeki yüce göklerin sahibi olan, akl-ı küllün nuru dur. Her şeyin aslıdır onların geldikleri o yere ana yurd yani ezel alemi denir. O şehir onları gizlice kendine çağırır. Bu sessiz sesi duyan müminler onu anar ve ararlar. Göze ve bedene göklerdeki güneş ve yıldızlar nasıl ışık veriyor gözler aydınlanıyor yani onu çekiyorsa . Yüce göklerde bulunan hakikat güneşin pak olan nuru da, ruhlara yansır onları kendine doğru çeker bilgi sahibi kılar .Kim bu çekişlerin farkında ise, onun dünya gözü ve gönül gözü, gece gündüz göklere ağar ve bakar.
En küçük gözün göklerdeki ufka, ta yıldızlara dek giden nasıl bir büyük bakış ve görüş açısı varsa oraya kadar görebiliyorsa, insanın ruhunu esaret kalıblarının tesirinden arıttıktan sonraki görüşünü ve büyüklüğünü bir düşünün. Dunya da az benzer den en büyük bezer görüşü bulun. İşte ruha istidati kadar Allahın verdiği o görüş ve bakış ile yüce göklerin alemini yani arş alemi görünür. Ruhun görüşü devasa ve büyük bir görüş ve bakıştır. Allah dilerse Arş üzeri alem görüşüne sahib olduğu gibi arş altındaki alemlerin büyüklüğünü ihata edecek dercede büyük ve yüce olur.
Ancak kalıbta ki bu görüş oradaki görüşe göre sınırlı ve çok küçüktür. Bu görüşü ve bakışı arttırmayı Hakdan istemek her mümine farzdır. Bu görüşe örnek vermek istersek ,bir teşbih yani örnekle büyük bir barajdan elde edilen elektirik gücünü ve bir şehri aydınlatacak kadar bir ışığı, bir insan bedeni içinde dürüldüğünü tasavvur edin. Sonrada karanlıkta yarılıp içinden açığa çıkışını parlaklığını boyutunu düşünün ve görün.Ancak bu beden bir barajın gücündeki bir beden .Ancak birde öyle ulvi bedenlerde var ki binlerce belki milyonlarca baraj gücü ve ışığı içinde barındırır.
İşte ruhun bir teşbihle gücüne İnsanın görüşünü büyütmesi bakışını geliştirmesi anlayışını gittikçe arttırması gerekmektedir. Tüm peygamberler insanlara kulluğu ve bunu hususu tebliğ etmek için gönderilmiştir..Çünkü o görüşe ve bakışa i,lk onlar sahibtir. İnsandan istenen baştan sona anlayış ve görüş sahibi olmasıdır. Çünkü insanın bakışı görüşü anlayışı onun inancıdır. Çünkü oraya varan ancak bakış ve görüş inancımızdır. Orada yaşayış onların mukablince ve derecesincedir. Geride kalan posası ise bu madde aleminin unsurlarıdır. Onlar oraya varamaz.İnsana ancak çalıştığınınkarşılığı vardır. Onlarda manalardır. Yani can gibidir. Manevi, kudret hassaları ile donanmış ruh, abı hayatın kabiliyetine verdiği, bakış ve görüşü zamanı gelir görünür. Allah dilerse istediği kula, şimdiki dünya da bu kabiliyeti verir ortaya çıkarır. Kiminde ise ölümünden sonra ortaya çıkarır. O zaman görür.
Özetle Hz pir Hakikatte görme ve anlamayı şöyle tarif eder.’’Anlaşıldı ya artık, bütün akla sığmayan şeyler, örnekle akla sığar bu duygularla anlaşılır hale getirilir ama ona yani asla benzemez ona denk olamaz . Görmek varlıktaki en üstün, en yüce şeydir, Sonra görmek, görülenle meydana çıkar; çünkü görmek, insandan taşan, bir şeye ulaşan işlerdendir. Görmek için kesin olarak görülen gerek. Şeklinde İfade der insanı düşündürür. Eşyanın hakikati onun anlamında gizlidir.Çünkü onun anlamı yani manası canı yahut ruhudur..