Şüphesiz Hz Harakâni’ gibi tarihî şahsiyetinin aydınlatılması, onun yaşadığı devirin siyasi ortamının ve Anadolu’ya yönelik Türk fetihlerinin gözden geçirilmesini önemlii kılmaktadır. Üzülerek ifade etmek gerekirse, bu kadar önemli bir şahsiyet olan Ebul Hasan Harakâni Hazretlerini milletimiz gerektiği gibi tanımıyor ve tanıtamıyoruz.Hayatı ve tasavvufi anlayışı ilgili aldığımız notlar coğrafyamızda çok az tanınan Hz Harakani hakkında kısmen de olsa bizi bilgi sahibi yapacağını umuyorum. Selçuklu Devletinin Kars’ı alarak Türk toprakları haline getirmesinde Selçukluların Anadolu’ya girişini kolaylaştırmak için yola koyulanlardan biride Harakâni Hazretleridir. Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri takrîben hicrî 352 (m. 963) senesinde Bistam’ın kuzeyindeki Harakan köyünde, çiftçilik yapan bir âilenin evlâdı olarak dünyaya geldi.
1033 yılında Kars’ta bulunan Yahniler dağında düşmana karşı savaşırken şehit düşen Harakâni Hazretleri hakkında, ölümünden sonra gelen Mevlâna Celaleddin-i Rumi Hazretleri gibi birçok zat kendisinden övgüyle bahseder. Hatta asrın müellifi, Ebû’l Hasan El-Harakâni Hazretleri’ni, ölmelerine rağmen halen yeryüzünde tasarrufu devam eden beş büyük zattan biri olarak ifade eder. Çünkü; O daha dünyada iken ahreti görmeyi başardı.Harakâni; İnsanların imanlarının kurtuluşuna hizmet etmeyi varlığının gayesi olarak görmüştür. Birçok ulema gelip geçmiştir şu hayattan ama en önemli beş büyük zattan sayılmasına rağmen Harakâni Hazretleri çok az kişi tarafından biliniyor.
1064 yılındaki fethin daha öncesinde, Anadolu’ya düzenlenen akınlarda Çağrı Bey ordusu ile Ani ve Kars üzerinden Erzurum’a kadar ilerlemiş ve bugünkü Horasan ilçesinde Çağrı Bey’in ordusu Bizans ordusunu ağır yenilgiye uğratması sonucu Anadolu kapıları da Türklere açılmaya başlamıştır. Çağrı Bey’in bu akınları sırasında Kars’ın manevi sahibi olarak da bilinen Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri, Selçuklu ordusu ile birlikte Kars’a gelmiş, 1033 tarihinde Yahni Dağı’nda bir Bizans birliği ile yapılan çatışmada şehit düşmüştür. Mevlana Celalettin Rumi’nin “Biz ne öğrendiysek Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri’nden öğrendiklerimizdir.” diyerek önemle vurgu yaptığı Alperen Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri’nin, tasavvufu ile Mevlana’ya feyz vermiştir.
Ebû’l Hasan Harakâni Hazretleri’nin Kars’ta gönülleri fethetmesiyle başlayan süreç Sultan Alparslan’la tamamlanıp, Selçuklu Sultanı Alparslan'ın 1064 yılındaki ''İlk Rum Seferi" ile alınan yerler bir daha Bizanslıların eline geçmemiştir. Rumlar buralardan atılıp, merkezi Ani'de olan ve Selçuklulara bağlı Ani-Şeddadlılar hükümeti kurulmuştur ki; şimdiki Türkiye'nin yani Küçük Asya'daki Müslüman Türk Devleti'nin temelleri de bu yılda Alparslan'ın eliyle atılmıştır. Kars’a Selçuklu ordusuyla Anı bölgesinden giren Alparslan’ın yaptığı ilk iş, Harakanî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmek oluyor. Alparslan, Kars’ta Harakanî Hazretleri adına küçük bir mescit ve kümbet yaptırmıştır.
Asrın tasavvuf alimlerinden Ebul Hasan Anadolu'nun Türkleşmesi için müritleri ile birlikte hizmette bulunmuş tevazu sahibi bir evliya idi. O Anadolu'nun fethi için Alperenlik ruhuyla ilk tohumları atmış, kendisinden bir asır sonra yaşayan Ahmed YESEVİ' yi de etkilemiştir. Ebul Hasan'ın tasavvuf görüşünü anlatan Nurul Ulum adlı eserden onun ' Her kim bu dergaha gelirse ekmeğini veriniz, inancını sormayınız' şeklindeki düşüncesi daha sonra Mevlana'da ' Kim olursan ol yine gel' şeklinde ifadesini bulmuştur. Mevlana şiirlerinde Ebul Hasan Harakani'yi ' Şeyh-i Din' ( Dinin Şeyhi) olarak nitelemiştir. Yine Ebul Hasan Harakani Nurul Ulum adlı eserin 6. bölümünde ' Bana seni gerek' şeklinde ifade ettiği Allah sevgisi Yunus Emre'nin şiirlerinde şekillenmiştir.
Selçuklu Sultanı Alparslan, 1071 yılında Malazgirt Savaşını kazanmasından ve Anadolu'nun Türkleşmesini sağlamadan önce Kars'ı fethetti. 1064 yılında Ani'den Kars'a giren ve bu topraklarda Malazgirt Savaşı hazırlıklarını yürüten Alparslan için de yaklaşık 40 yıl öncesinden Ebul Hasan Harakani Hazretleri tarafından zemin hazırlanmıştı.
Harakaniye göre Fütüvvet, civanmertliktir, alperenliktir. Ebül Hasan Harakâni, Anadolu’ya yönelik ilk Türk akınlarının başladığı dönemde hayattadır. Harakâni’nin Anadolu’nun fethinin manevi önderlerinden birisi olduğunu söylemek mümkündür. Fakat bu sadece manevi önderlikle kalmamıştır. O’nun gazalara katıldığına şahit oluyoruz. Harakâni, Çağrı Bey’in, Kafkasya seferi sırasında Kars’a gelmiş, Kars’ta Yahniler Dağı’nın eteklerinde gerçekleşen bir Selçuklu-Bizans savaşına katılmış, sağ omzuna ve sol bacağına aldığı kılıç darbeleriyle yaralanmış ve şehit düşmüş. Bilahare Selçuklu kuvvetleri Bizans ordusunu dağıtmış ve şehrin kapıları Türklere açılmıştır.
Harakâni, fütüvvetin tüm boyutlarını hayatının her aşamasında yaşamıştır. Kars ve Anadolu’nun İslamlaşmasında en büyük rolü üstlenen Harakâni, hayvancılıktan tarıma, köy ve şehir medeniyetlerine kadar olan alanlarda topluma hizmet sunmuştur. Anadolu Ahilerinde gördüğümüz bu örnek hayat tarzı fütüvvetin bir yansımasıdır. Harakâni hazretleri, siyasi açıdan aşiret otoritesinden merkezi otoriteye, ahlak açısından savaş ahlakından barış ahlakına ve din açısından, ilkel inançlardan semavi dinlere doğru toplum yapısının temelden değişimini sağlayacak olan, göçebelikten yerleşik hayata geçişi sağlamaya çalışan ve fikirleri sözleriyle kendinden sonra gelecek olan Mevlana’ya kadar etkisini sürdürmüş bir fütüvvet eridir.
HZ HARAKANİ VE HZ MEVLANA
Mevlâna Celâleddin şiirlerinde (Dîvân-i Kebîr/Dîvân-i Şems) ve özellikle Mesnevî’sinde muhtelif vesilelerle bazen ismini anarak bazen de kapalı olarak birçok yerde Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakâni’den söz etmiştir “Biz ne öğrendiysek Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri’nden öğrendiklerimizdir.” diyerek önemle vurgu yaptığı Alperen Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri’nin, tasavvufu ile Mevlana’ya feyz vermiştir. Mesnevî’de Şeyh-i dîn (Dinin şeyhi) lakabının umumî mânada geçtiği yerlerde, Şeyh Harakâni kastedilmiştir. Harakâni’ye geniş yer ayıran Attâr, Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin, “Harakân’ a gittiğimde Ebü’l-Hasan’ın heybeti ve haşmeti bana o kadar tesir etti ki, dilim tutuldu” dediğini nakleder. Zaviyesinde kendisine bağlı dervişleriyle birlikte sema yaptığı, bu esnada vecde geldikleri haber verilir. Ona göre sema: Ayağını vurunca yerin en dibine kadar, kolunu kaldırınca arşa kadar gören yiğidin işidir. Bu görüşü ile Harakâni Hazretlerinin, Mevlana’yı etkilediğini görüyoruz.
Hz Mevlana ‘’bizim söylediklerimiz Ebu’l Hasan Harakanî’den aldıklarımızdan başka bir şey değildir’’ demiştir.Hz. Mevlânâ, Mesnevî’nin2. cildinde bir beyitte der ki: Kendinden geçmiş bir hâlde, bazen sana; "Ey Hasan'ın babası!" der. Bazen de "Ey güzel, ey başı küçük bedeni taze!" diye seslenir. Bazı yorumcular bu beyitte Hz. Harakanî’nin kastedildiğini söylerler. Yine 2. ciltte:
Süleyman tarafına bir arşın gidecek olursan, sen de arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin buyrulur. Bu cümle de büyük ihtimalle Ebu’l-Hasan-ı Harakanî’nin “Allah’a varmak için yedi yüz bin sonsuz merdiven dayadım; merdivenin ilk basamağına ayak basınca Allah’a ulaştım” sözüne işarettir. Yani zaten önceden kavuşulmuştur. Kavuşma sonradan talep edilir.
Bu adım ve mesafe ibareleri Harakanî Hz.leri’nin Hâce Abdullah Ensârî tarafından “zamanın gavsı”, Attar tarafından da “âleminevtâd ve abdâlı kutbu” ve Mevlânâ’ca “ülkenin kutbu” olarak değerlendirilmesine sebep olmuştur. Hz. Mevlânâ ve Hz. Attar Harakanî’nin büyüklüğünü ve tasarrufunu onun şu mübarek sözlerine dayanarak iddia ederler:
“Allah bana öyle bir ayak verdi ki, bir adımda arştan yerin en dibine gittim ve yerin en dibinden arşa geri geldim; sonra hiçbir yere gitmediğimi anladım. “Ben de dedim ki: Uzun sefer de biziz, kısa sefer de biziz, nice zamandan beri kendi peşimde dolaşır dururum!”
Mesnevî’nin Hz. Harakâni ile ilgili en çarpıcı yeri Hz. Bayezid’in Hz. Harakâni’nin varlığından ve dünyaya geleceğinden haberdar edişidir. Bu hikâye Hz. Şems’ten de önce Attar’ın Tezkiretu’l-Evliyâ eserinde ve daha başka kimliği meçhul mutasavvıflar tarafından yazılan kitaplarda yer almıştır. Mevlânâ gönlü ile hadiseyi bildiği için diğer anlatılanlara ekler yapmıştır. Hz. Bayezid’in Harakâni’ninmânâsını, Peygamber’in hadisi ile açıkladığı ve 150 yıl önce Hz. Muhammed’in Yemen’den Allah’ın kokusunu hissedişi gibi Harakan’dan gelecek olan büyük sultanın manevî kokusunu hissetmesini anlatmıştır.
HZ HARAKANİ VE TÜRK AKINCILARI (GEZGİN MUCAHİTLER)
Ebû’l Hasan Harakâni, Türk akıncıları ile sınır boylarında yaşayarak vatanlarını düşmanlara karşı koruyan ve kendilerine Türkçede eren, erenler ve alperenler; Arapçada rîcâlullah, feta ve Farsçada merd-i huda, civanmerd denilen hamasi ve dini hisleri mükemmel bir şekilde kaynaştıran gezgin mücahit dervişler / sûfîlerle birlikte Anadolu’yu fethetmek üzere ömrünün son dönemlerinde Ani şehri civarından Kars taraflarına gelen Mevlana’nın ifadesiyle Şeyh-i Din’dir.
HARAKANİ KS VE FÜTÜVVETİ KARDEŞİNİ SEVİNDİRME ANLAYIŞI
Sülemi, “Fütüvvet gereklerinden biri, dostlarla şakalaşma, onların ihtiyaçlarını karşılamadır” der. Ebul Hasan Harakâni, Gerçek kulluğun kula hizmetten geçtiğini bilenlerdendi ve bu Sülemi’nin bahsettiği bu ilkeyi hayatına ilke edinir. Bu yüzden: “Sabahleyin yatağından kalkan âlim, ilminin artmasını, zahid zühdünün artmasını ister. Ben ise bir kardeşimin gönlünü neşeyle doldurma ve onu sevindirme derdindeyim” derdi. Burada Harakâni hazretlerinin fütüvvetin temel özelliklerinden birisi olan kardeşini sevindirme anlayışına şahit oluyoruz.
Nefisle mücadele Horasan Erenlerinin en önemli amaçlarından biri olurken, aynı zamanda fütüvvetin kurallarından birisidir. Ebul Hasan Harakâni, Sulh ve cengin nerede ve ne zaman olacağını şöyle bildirirdi: “Sulh bütün halkla, cenk ise nefisledir.” Civanmert bir kişiliğe sahip olan Harakâni Hazretleri, gerektiğinde gazaya çıkarken, toplumla sulh içerisinde yaşamayı ilke edinmiştir. Her türlü övgüye mazhar olmasına rağmen sade bir şekilde yaşayarak en büyük cenk olan nefisle mücadeleyi hiçbir zaman elden bırakmamıştır.
Üstad Harakâni Hazretleri, dünyayı gölge gibi görürdü. Bu yüzden de: “Sen onun peşinde koştukça o senin padişahın; ondan yüz çevirince de sen onun padişahı olursun” derdi. Câfer Sâdık’ın tarif ettiği fütüvvet anlayışında bu hayat felsefesini görüyoruz.
Gazneli Mahmud onun ziyaretine geldiğinde hizmetkârını gönderip tekkesinin kapısında kendisini karşılamasını istemiş ancak Harakâni istenileni yapmadığı gibi kölesinin kıyafetini giyerek tekkeye gelip huzuruna çıktığında tazim için ayağa kalkmamıştır. Şeyh, kendisine verilen bir kese altını almadığı gibi, zaviyesinin hoşluğundan bahseden sultana: Bunca şeylerin var, sana bu da mı gerek, diyebilmiştir. Karşılıklı konuşmalardan sonunda Şeyh ayağa kalkarak sultanı uğurlamış, bu kez niçin ayağa kalktığı sorulunca: ilk geldiğinde sultanlık gururu ve imtihan için geldin, şimdi ise dervişlik devletinin güneşi, üzerinde parlamaya başladı, diye karşılık vermiştir.
HASAN EL HARAKANİ NİN CİVANMERDLİK ve FÜTÜVET ANLAYIŞI
Civanmertlik Ebul Hasan Harakâni hazretlerinde çok önemli bir yer tutar. Bir sözünde O, “Hak Teâlâ kulların paylarını bölüştürdü, her biri kendi payını aldı. Civanmert velilerin payına da hüzün düştü. Civanmertlerin hüznü O’nu O’na yaraşır şekilde anmak isteyip de yapamamalarıdır. Eğer sana hüzünlü olanların hikâyesini anlatırsam yer ve gök kan ağlar” der. O, rahat bir hayat yerine hüznü tercih etmiştir.
Şeyh’in kırk yıl, başını yastığa koymadığı, bu süre boyunca yatsı abdestiyle sabah namazı kıldığı anlatılır. Hatta onun sözleri arasında yer alan: “Yetmiş üç yıl Hakla yaşadım, bu süre zarfında şeriata muhalif bir şekilde secde etmedim”
Harakâni, kırsal kesimde yaşayan diğer insanlar gibi günlük maişetini çiftçilik yaparak ve hayvanlarla yük taşıyarak kazanmış, el emeğine büyük önem vermiş, kendisine yapılan zengin maddi teklifleri ise geri çevirmiştir. Onun bu hasletini şu gözünde çok net görürüz; “Kalplerin en aydını içinde mahlûkatın yer almadığı kalptir. Amellerin en iyisi, içinde mahlûk düşüncesinin olmadığı ameldir. Nimetlerin en helâli kendi gayretinle olanıdır. Arkadaşın en iyisi Hakk ile yaşayandır.”
Şu iki kişinin çıkardıkları fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünya hırsına sahip âlim ve ilimden yoksun sofi” diyerek asrımıza bir ders veren Hasan Harakâni, Nimetlerin en iyisi çalışarak kazanılandır” demekle de 10. asır öncesinden çalışmanın ve helal lokma yemenin önemini vurguluyor.
Hasan Harakâni mükemmel bir ruh inceliğine sahipti; “Allah’ım gariplerin benim tekkemde ölmelerine müsaade etme. Zira Ebul Hasan’ın tekkesinde bir garip öldü derlerse, ben o garibin ölümüne tahammül edecek güce sahip değilim” şeklinde Allah’a yalvarıyor.
Harakâni, kibir, haset ve riyadan çok korkar. “Tandırdan elbisene bir ateş sıçrasa onu hemen söndürmeye çalışırsın; dinini yakan bir ateşe yani kibir, haset ve riya ateşlerinin kalbinde durmasına neden razı olursun” derken bu konuda dikkatli olmayanları, şiddetle uyarır.
Ebul Hasan Harakâni: “Bu (Allah’a giden) yol, dille ifade ve ikrar edilen, gözle görülen, marifetle tanınan, yedi organla varılan bir yol değildir. Bu yolda her şey O’nundur ve ruh da O’nun emrindendir. Burada yalnızca ilâhîlik (O’nu tanıma ve O’nun büyüklüğünü idrak etme emaneti ) vardır, işte o kadar! ” derken de Yüce Allah’a bu maddî bedenle değil ruh ile varılacağını, bedenin kıblesinin Kâbe, ruhun/kalbin kıblesinin ise Allah olduğunu, nefsini arındırmayı başaran ve O’ndan bir ruh taşıdığını idrak eden kimsenin O’na ulaşacağını, “Allah’ı bilme, O’nu tanıma, emirlerini yerine getirme ve O’nun rızasını kazanma fırsatı” nı doğru değerlendirenlerin her iki âlemde de kazançlı çıkacağını söylemeye çalışmış olmalıdır.
HARAKANİ VE NEFS TERBİYESİ
Nefis terbiyesi çok önemlidir. Fütüvvet ahlakında olduğu gibi nefisle mücadele onun temel mücadelesidir. Bu konuda şöyle demiştir: “On iki sene nefsimin demircisi idim; kendi nefsimden bir ayna yapmak için onu riyazet ocağına koyuyor, mücahede ateşiyle dağlayarak kızıl hâle getiriyor, sonra onu yerme örsünün üzerine koyarak kınama çekiciyle dövüyordum. Beş sene kendi aynam idim; her çeşit ibadet ve taatle bu aynayı parlatıyordum. Sonra bir sene boyunca kendime dikkatle baktım; kendimde (belimde) gururdan, ucuptan, kibirden ve kendi amelini beğenmekten mamul bir küfür zünnarı gördüm. On iki yıl onu kesmek için çalıştım, nefsin derinliklerinde bir başka zünnar gördüm, beş yıl da onun kesilmesi için gayret sabrettim. Onu nasıl keseceğime bakıyordum, keşif vâki oldu. Halka (mahlûkata) baktım onları ölmüş gördüm ve hepsinin cenaze namazlarını kıldım. Onların cenazesinden döndüm ve yeniden İslâm’a girdim. Kendi ömrüme bakınca, yetmiş üç yıllık bütün ibadetimi bir saat kadar gördüm; günahlarıma bakınca Nuh’un (as) ömründen daha uzun gördüm.”
Harakâni Hazretleri, nefisle mücadelede daima merhaleler kat etmiş, nefsini terbiye ederken yaşadığı dinî tecrübeleri civanmertlerine aktarmak suretiyle onlara geçecekleri yollar hakkında özlü bilgiler vermiştir. el-Harakâni; “Ben size kendi muamelemi (yaptığım bir şeyi) tasvir etmiyorum. Size tasvir ettiğim (O’nun ihsanıdır, eriştiğim mânevî derecelerde) Allah’ın kutsallığı, rahmeti ve muhabbetidir ki (bu deryada, bu makamda) dalga üzerine dalga gelmekte, gemiler birbirini parçalamaktadır” diyerek nefsini arındırmaya devam ettiği müddetçe sürekli mesafe kat ettiğini, mânevî mertebesinin yükseldiğini, birbirine çarpan her bir dalga ile nefsinin kötü duygularından birinin daha yok olduğunu hissettiğini anlatmaya çalışmaktadır. Tasavvufta genellikle nefis tezkiyesi, şiddetli mücâhede ve meşakkatli riyâzet hayatıyla gerçekleştirilir. Nefsin kökünü tamamen kazımak imkânsız, ancak ıslah edip disiplin altına almak mümkündür. Bunun için nefsin arzularına uymamak, ondan gelebilecek tehlikelere karşı dikkatli olmak ve nefse muhalefet etmek gerekir. “Namaz ve oruç önemlidir, ama gönülden kibri, hasedi ve hırsı çıkarmak daha önemlidir.”
AHİLİĞİN İLK TEMELİNİ HZ HARAKANİ AMIŞTIR
Harakâni, “Hiçbir şey bilmediğini anlayıncaya kadar herkes bildiğiyle övünür. Hiçbir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır. İşte o zaman marifeti kemale erer” der. Bir başka sözünde de, “Kendini bilen âlimdir, ilmiyle âlim olan değil” ifadelerini kullanır. Harakâni Hazretleri ömür boyu çalışmıştır. Hayatını çalışarak idame ettirmiştir. Bu arada yardımlaşma, imece usulü onda hayat bulmuştur. Daha sonra Ahi Evran tarafından detaylandırılacak olan Ahiliğin ilk temelleri Harakâni hazretleri atmıştır, diyebiliriz. Harakâni, bu teşkilatın ve Ahîlik’in kurulmasını da hazırlayanlardandır. Ona göre fütüvvet ve civanmertliğin şartı üçtü:
1- Cömertlik,
2- Şefkat,
3- Halktan müstağni olmak.
Çalışma hayatı, Harakâni Hazretleri için ne kadar önemliyse, ibadet ve taat da o kadar önemliydi. İçinde Allah’tan başkasına yer olan kalp, baştanbaşa ibadet ve taatla dolu olsa da ölüydü. Çünkü gönüllerin en aydını, içinde halk olmayanı, amellerin en güzeli, içinde mahlûk fikri bulunmayanıdır. Ebü'l-Hasan-i Harakâni, "Kalplerin en nurlusu, içinde Allah'ın sevgisinden başka bir şey bulunmayandır. Amellerin en iyisi, riyadan uzak olan, yâni ihlâs üzere olanıdır” der.
HASAN EL HARAKANİNİN CİVANMERDLERE HİTABI
Ebu’l-Hasan Harakâni, Horasan tasavvuf muhitinin seçkin temsilcilerindendir. Fütüvvette istenilecek ne varsa Allah’tan istenilir. Harakâni Hazretleri de ne istemişse Allah’tan istemiştir. Çevresindekilere her türlü taleplerini Yüce Allah’a iletmelerini ve sadece O’ndan istemelerini şöyle ifade etmiştir:
“Ey civanmertler! Uyanık olun! O’nu (sadece) hırka (cübbe giymekle) ve seccade ile (çok ibadet yapmakla) göremezseniz (O’nun rızasına kavuşup cennete giremezseniz.) Bu iddia ile ortaya çıkanı ezerler (nefis, şeytan ve bunların taraftarı olan şeytanlaşmış kimseler bu düşüncede olanları kolay kandırır, yoldan çıkartır ve bu yaptıklarının yeterli olduğuna onları inandırır ve aldatır.) (Öyleyse) nasıl istiyorsan öyle ol! (Ama şunu bil ki asıl) civanmertlik nefse ve cana sahip olmamaktır (bunları da aşmak, adanmışlık ruhuna sahip olmak, dünyanın geçici güzelliklerini elinin tersiyle itmek ve Yüce Allah’ın rızasını kazanacak salih ameller işlemeye devam etmektir.) Kıyamet günü halkın hasmı halkken, bizim hasmımız Allah’tır. Hasım O olunca da dava asla halledilmez. O bizi sıkı yakalamıştır, biz ise O’nu daha sıkı (zira o Allah tektir, O’nun ilkelerine sarılan her zaman daha güçlü olur, biz daima O’nunlayız ve O’ndan başka gidecek hiçbir kapımız da yoktur! Bu nedenle) Allah karşısında himmetiniz büyük olsun.
Himmet (Allah’a ulaşma hususunda can-ı gönülden gösterilen gayret) size ilahîlik dışında her şeyi verir. Şayet, ‘ilâhîliği de veririm’ derse, ‘Alışveriş halkın sıfatıdır (biz cennet karşılığı iş yapmayız; gayemiz sadece O’nun rızasıdır)’ dersin. ‘Mekânsız olarak Allah, arzusuz olarak Allah, her şeysiz olarak Allah de!’ Sarhoşluk içene yaraşır (gerçek bir civanmert böyle bir duyguyla kendinden geçer, O’na tam bir teslimiyetle bağlanır, O’nun yolundan gider ve sadece O’ndan ister!)”
Ebül Hasan Harakâni, kendi yolunu fütüvvet ehli olarak ifade etmiştir. Şeyh’e göre, Fütüvvet Ehli Cennete giden yolda değil, Allah’a (c.c) giden yoldadırlar. Ebul Hasan Harakâni işte bu zümredendir. Peygamber vârisi sıfatıyla insanlığa örnek olmuş, sözleri, tavır ve davranışları, eser ve tesirleriyle ölümsüzlük kervanına katılmıştır.
HZ HARAKANİ DÖNEMİNDEKİ BÜYÜK ŞAHSİYETLER
Horasan mektebinde fütüvvet ve melâmet önde idi. Bu hareketin ilk temsilcileri 9. Yüzyılda bu bölgede yetişmiş, söz konusu tasavvufi anlayış, Merv, Herat, Belh, Nişabur gibi şehirlerde mayalanmıştı. Harakâni Hazretlerinin yaşadığı dönem ve coğrafya, tasavvuf tarihinde yüzyıllar boyu insanlığa rehberlik eden büyük mutasavvıfların yetiştiği böyle bir dönem ve bölgedir.
Bu bölgenin öncü şahsiyetler de şunlardır: Hamdun Kassar, Ebu Turab, Nahşebi , Şakiki Belhî, Ahmed b. Hadreveyh, Bayezid-i Bistamî, İbrahim b. Edhem.bu’l-Hasan Harakâni de, tarihî Horasan bölgesinin insanı olması hasebiyle bu coğrafyaya ait tasavvuf ekolünün de en önemli temsilcilerinden birisidir. Bayezid Bistâmî’nin zamanında yaşamamış olmasına rağmen Harakâni, onun sadık bir müridi ve düşüncelerinin temsilcisidir.
Harakâni, saltanat sahibi şeyhlerin sultanı ve asrın kutbudur. Tarikat ve hakikat ehlinin padişahıdır.Yaşadığı dönemden günümüze kadar yaşamış tasavvuf tarihinin en ünlü simaları, Harakâni’den daima övgüyle söz etmişler. Şöhretine rağmen, Harakâni ve eserleri hakkında, zamanımıza kadar, İslâm dünyasında ciddî bir araştırma yapıldığı görülmemektedir. Hucvîri çağdaşı Harakâni’yi şöyle tanımlar: “Yegâne imâm, devrin ehlinin şerefi... Şeyhlerin en büyüğü idi... kendi döneminde Allah’ın bütün velileri tarafından övgüye mazhar bir zat idİ
HARAKANİ HAKKINDA CAĞDAŞLARININ SÖZLERİ
Attâr’ın Harakâni’den naklettiği sözler onun riyazeti benimseyen ve zahit hayatı süren bir gönül dostu olduğunu gösterir. O hayat tarzının bir gereği olarak dünyalık ne varsa kalbinden çıkarıp atmış, yine de dünya maişetinin gerektirdiği işleri yapmak için çaba sarf etmiştir. Rüzbihan Baklı-i Şirazi (ö. 606/1209) de Harakanî hakkında şöyle der: “ Aşkın kılıcı ve ateş denizinin usta yüzücüsü Ebu‟l-Hasan Harakanî; onun meşhur kerametleri ve etkileyici (ünlü) sözleri vardı; hakikat ilminde hali seçkin ve sözü cömert idi.” Cömertliğin, fütüvvetin temel ilkelerinden birisi olduğu biliyoruz ve bu ilkeyi Harakâni hazretlerinde çok net bir şekilde görüyoruz.
Fütüvvet kendini değil, Peygamberimiz gibi ümmetini düşünmek, insanların dertleriyle dertlenmek, kendisi için istediğini başkaları için istemek, kusur ve ayıp örtücü olmak, nefse düşmanlık, fakirden nefret duymamak, zenginlerin peşinde dolanmamak, eline girenle çıkanı bir görmek, kimseye kin tutup düşman olmamak, kimseden mürüvvet ve insaf beklememek, herkese karşı mürüvvet ve insâf sahibi olmak, dünyadan da ukbâdan da geçmektir.
Fütüvvetin aslı dini gözetmek, sünnete uyarak, Allah’ın peygamberine emrettiği sözleri tutmaktır.Ebül Hasan Harakâni Hazretleri dini gözetmiş ve sünnete uymuştur. Onun bu hali bulunduğu şehri bile etkilemiştir. Hucvîrî, çağdaşı Kuşeyrî’nin Harakâni hakkındaki şu değerlendirmesini aktarmaktadır: “Harakâni’nin bulunduğu şehre vardığım zaman, o şeyhin haşmetinden fesâhatim sona ermiş, ifadem yok olmuş ve dilim tutulmuştu. Hatta velâyetimden azledildiğimi zannetmiştim.”
Sülemi, “Fütüvvet gereklerinden biri de cömertliktir” ifadesini kullanır. Ebû’l Hasan Harakâni Hazretleri halkın yalnızca manevi lideri olmakla kalmamış aynı zamanda yörenin ve dolayısıyla insanların refah içerisinde yaşaması için de çaba sarf etmiştir. Her kim bu eve gelirse yemeğini yedirin ve adını (dinini) sormayın. Zira ruh taşıyan herkes Ebü’l-Hasan’ın sofrasında yemek yemeye layıktır.
Fütüvvet paylaşmaktır. Harakâni Hazretlerinin kerametleri arasında, bir yolculuk esnasında hırsızlar tarafından çevrilen yolculardan birisinin Şeyh’in ismini anarak hırsızların elinden kurtulması, ayrıca evindeki arpa unundan mamul yufkaların üzerindeki örtünün altından devamlı yufka çıkması örnek olarak gösterilebilir. Fütüvvet gereklerinden biri de garipleri sevmek ve onların hakkını yerine getirmektir. Harakâni hazretleri, “Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini veriniz ve inancını sormayınız. Zira ulu Allah’ın katında ruh taşımaya layık olan herkes Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmek yemeğe layıktır” der. Yani o garipleri sever, onlara yardım etmeyi bir görev bilirdi.
Onun çağdaşı ünlü sûfi yazar El-Hucviri (Ebu’l- Hasan Ali b. Osman Cullabi ö. 465/1072), tasavvufun temel kaynaklarından sayılan Keşfu’lMahcûb adlı eserinde Ebu’l- Hasan’ı şöyle tanıtır: “Yegâne imam, devrin ehlinin şerefi… şeyhlerin en büyüğü idi…kendi döneminde Allah’ın bütün velileri tarafından övgüye mahzar bir zat idi.’’
Yine Hucviri’nin ifadesiyle, Ebu’l- Hasan’a çağdaş, birçok müridi bulunan devrin meşhur âlimisûfi yazar Abdulkerim el-Kuşeyri (376-465/986-1072) kendisini ziyaret ettiği Harakan’da ondan aşırı şekilde etkilendiğini şöyle ifade eder: “ÜstadEbü’l-KasımKuşeyri’den (Allah ondan razı olsun) duydum ki (dedi): ‘Harakan vilayet (köy)’ine varınca, o pîrin haşmetinden dolayı fesahatim sona erdi ve (konuşacak)ibare kalmadı; öyle ki veliliğimden azledildiğimi sandım.”
Yine Hucviri’nin ifadesiyle, Ebu’l- Hasan’a çağdaş, birçok müridi bulunan devrin meşhur âlimisûfi yazar Abdulkerim el-Kuşeyri (376-465/986-1072) kendisini ziyaret ettiği Harakan’da ondan aşırı şekilde etkilendiğini şöyle ifade eder: “ÜstadEbü’l-KasımKuşeyri’den (Allah ondan razı olsun) duydum ki (dedi): ‘Harakan vilayet (köy)’ine varınca, o pîrin haşmetinden dolayı fesahatim sona erdi ve (konuşacak)ibare kalmadı; öyle ki veliliğimden azledildiğimi sandım.”
Kendisiyle birlikte “onu bir mana denizi ve Harakanî’yi o denizden bir konuşmacı” olarak gören ve birçok müride sahip çağdaşı ünlü bilgin ve gezgin sûfi Ebu Said-i Ebu’l- Hayr (357-440/967-1049) onun makamının yüceliğini ve manevi tesiriyle kendisinden aldığı feyzi şöyle ifade eder: “Ben pişmiş bir tuğla idim; Harakan’a varınca cevher olarak döndüm.”
Çok seçici ve mutaassıp özelliğiyle temayüz edip, Pir-i Herat olarak bilinen, Harakanî’nin müridi ünlü âlim ve zâhit Hace Abdullah–i Ensari (396-881/1006-1089) onu bizzat hayat suyu şeklinde niteleyerek hakikati onun aracılığıyla bulduğunu şöyle anlatır: “Hadis, ilim ve şeriatta şeyhlerim çoktur. Fakat tasavvuf ve hakikatte benim pirim Ebu’l-Hasan Harakanî’ dir; eğer onu görmeseydim hakikati nasıl öğrenirdim?”“O zamanın efendisi ve gavsı idi.”
“Abdullah yabani bir adam idi; hayat suyunu aramaya gitti; ansızın Ebu’l-Hasan Harakanî’ye vardı da hayat suyu kaynağını buldu; o kadar çok içti ki kendinden fani oldu; çünkü ne kendisi kaldı ne de Harakanî. Hak, halktan kulluk alametini istedi. Ebu-l Hasan’dan Uluhiyyet alametini! Eğer varsa bildiğin ben gizli bir sır idim, onun anahtarı da Ebu’l-Hasan Harakanî idi.”
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri dâimâ ilâhî azamet ve kudret akışlarının tefekkürü hâlinde bulunur, murâkabe ve ihsan duygusu içinde yaşar, müridlerine de böyle olmalarını tavsiye ederdi. Onun şu sözleri, sahip olduğu maiyyet/Allah ile beraberlik şuurunu ne güzel aksettirmektedir:
“İnsanlar ekseriyetle duâlarında şöyle derler, «Allâh’ım, üç yerde imdadımıza yetiş: Can çekişirken, mezarda ve kıyâmette!»Ben de diyorum ki; «İlâhî, her zaman imdâdıma yetiş!» “İlâhî! İnsanları incittiğim zaman beni görür görmez yollarını değiştiriyorlar. (Sen ise Rabbim, ne kadar sonsuz bir merhamet sahibisin ki) Sen’i o kadar incittiğimiz hâlde Sen yine bizimle berabersin!” arakānî Hazretleri, nefsin tezkiye ve terbiyesi hususunda şöyle buyururdu: “Allah sizi dünyaya temiz olarak getirdi; siz de O’nun huzûruna kirli olarak gitmeyiniz!”
Hindistan Fâtihi, büyük Sultan Gazneli Mahmut, Harakān köyü yakınlarına geldiğinde, medhini duyduğu Ebû’l-Hasan Hazretlerini ziyaret etmek istemişti. Evvelâ bir adamını çağırarak Harakānî Hazretleri’ne gitmesini ve:
“–Gazne Sultânı ziyaretinize gelecek, sizler de müridlerinizle beraber onu karşılamaya çıkın!” demesini emretti. Eğer tereddüt ederse de; “Allâh’a, Resûlü’ne ve sizden olan emir sahiplerine (idârecilere) itaat ediniz...” (en-Nisâ, 59) âyetini hatırlatmasını tembih etti. Bu tâlimâtıyla Hazret’in nasıl davranacağını görerek onun mânevî kemâlini yoklamak istiyordu.
Elçi, kendisine verilen vazifeyi yerine getirince Harakānî Hazretleri ona şöyle dedi:
“–Mahmut’a de ki: «Ebû’l-Hasan; “Allâh’a itaat edin!” fermânıyla öyle meşguldür ki, seninle ilgilenecek hâli yoktur.»”
Bu söz, Sultan Mahmut’a derinden tesir etti. Yanındakilere:
“–Kalkın Şeyh’in huzûruna varalım, bu zât farklı bir insan, bizim bildiğimiz kişilerden değil!” dedi. Huzûra varan Sultan Mahmut:
“–Bana bir nasihatte bulun!” dedi. Harakānî Hazretleri:
“–Ey Mahmut, dört şeye dikkat et: Takvâ, cemaatle îfâ edilen namaz, cömertlik ve halka şefkat!” buyurdu. Sultan Mahmut:
“–Bana duâ et!” diye ricâ etti. Hazret:
“–Beş vakit namazda; «Allâh’ım, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları affeyle!» diye duâ ediyorum. Sen de buna dâhilsin.” buyurdu. Sultan Mahmut:
“–Husûsî duâ istiyorum!” dedi. Harakānî Hazretleri:
“–Ey Mahmut, âkıbetin Mahmut (hayırlı ve güzel) olsun!” diye duâ etti ve onları ayakta uğurladı. Sultan Mahmut:
“–Geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdi ise ayağa kalkıyorsun. O hâl neydi, bu ikram nedir?” diye sordu. Hazret:
“–Gelirken sultanlık gururuyla ve imtihan için gelmiştin, şimdi ise gönül kırıklığı ve dervişlik hâliyle gidiyorsun. Dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Daha önce sultan olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum!” dedi.Sultan Mahmut gazâya gitmek üzere oradan ayrıldı.]
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretlerini, buna benzer daha pek çok büyük zât ziyaret etmiş ve birçoğu da ona mürîd olmuştur. İbn-i Sînâ da Harakānî Hazretlerini ziyaret edip onun tesirinde kalanlardandır.Menâzilü’s-Sâirîn adlı eserinde mânevî hâl ve makamları anlatan ve tasavvuf tarihinde mühim bir yeri bulunan Abdullah el-Ensârî el-Herevî de Harakānî Hazretlerinin müridlerindendir. Nitekim o şöyle der:
“Hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde pek çok üstaddan ders okudum. Tasavvuftaki üstâdım ise Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleridir. Onu görmeseydim hakîkate eremezdim.Osmanlının son devri büyük alimi M. Zahid el-Kevseri’nin ifadesiyle: “Rabbani arif Ebu’l-Hasan Harakanî… evliyanın en büyüklerinden ve seçkinlerin en kâmillerinden idi…”Erzurumlu Gavsul Azam Hace Muhammed Lutfi de bir dizesinde Harakanî’yi şöyle tanıtır:
“Pir-i Harakanî namütenahi, kemalât-ıkâmil Hak’dır penahı.
Mir’at-i Muhammed evliya şahı, Tarik-i Mevlâ’da merdan iledir.”
Ünlü Şarkiyatçı Reynold A. Nicholson’un ise Harakanî hakkında şu bilgileri verir:“Ebu’l-Hasan Harakanî’nin hayatı, Şark vahdet-i vücutçusunun bir tasvirini vermekte ve istenilen açıklıkta hususiyet bakımından karmaşık bir büyüklük ve yüceliğini ortaya koymaktadır.”
Harakanî’nin Nuru’l Ulûm’ üzerinde çalışmış olan meşhur Rus şarkiyatçı Berthels de, onun, devrin diğer sûfilerinde bulunmayan önemli ve farklı bir özelliğine dikkat çekerek, bir boyutuyla tasavvufî anlayışını şu şekilde tasvir etmiştir: “Ünlü sûfi Bayezid-i Bistami’nin yüce hatırası, Harakanî’de şeyhi Bayezid’in öğretilerini bütün ayrıntılarıyla ihya etme çabasını uyandırdı; Harakanî, kendi dönemi sûfilerinde bulunmayan ve onu çağdaşlarından ayıran bazı özelliklere sahiptir.
Harakanî’nin tasavvuf anlayışında sırf kendi nefsini düşünerek onun üzerinde yoğunlaşma olgusu yoktur. Oysaki çoğu sûfilerin öne çıkan özellikleri, kendilerini bulmak, benliklerini aramak ve o benliklerini külli nefiste yok etmektir. Oysaki Harakanî, evrensel (nafiz) aşkı ilan eden ve kendi varlık amacının, insanlığa hizmet olduğunu algılayan, parmakla sayılabilir sûfilerden biridir. Attar’ın kendi eserine aldığı şu sözü, aynı konuyu işleyen birkaç risaleden daha etkilidir. “Âlim sabah kalkar ilmini arttırmak için çabalar; zahit de zühdünü arttırmak ister; Ebu’l-Hasan ise bir kardeşin gönlüne yücelik ulaştırma derdindedir.”
Sevmenat Seferi öncesi kendisini ziyaret ederek dua isteyen devrin büyük hükümdarı Gazneli Sultan Mahmut’a, sefer dönüşü; “Neden bütün Hint ve Rum’un Müslüman olmasını istemedin” diyen Harakanî Hazretleri, Anadolu’da yeniden yeşeren ve üç kıtaya yayılan kültür ve irfan medeniyetimizin kurucularındandır.