Vazifesini yapan her insan huzurlu ve mutludur. Yapmayan insana gelince tam aksi huzursuz ve mutsuzdur. Huzursuzluk hissi, ademi fıtrata ve bedenin tabiatına aykırı olan iş ve hallerde olur. Ademi fıtrat ile tabiatın unsurlarının huzur anlayışı çok farklıdır. Nefs, huzuru tabiatın unsurlarından alır ve bulur. Ruh ise huzuru hakikatin unsurlarından alır yahut bulur. Kısaca nefs, huzuru tabiatın huzurundan bulur. Ruh ise huzuru hakikatin huzurunda bulur. Nefsimiz yani bedenimiz arzu ettiği şeylere ulaştığı zaman huzurlu ve mutlu olur. Buna mukabil ruhumuzda arzu ettiği şeylere ulaşınca huzurlu ve mutlu olur. Hak işlerininn çoğu aksine işlerdendir.
Nefsin huzuru çok kısadır ruhun huzuru ise hüviyeti gereği ebedidir. Nefsin huzuru ile ruhun huzuru asla kıyaslanamaz. Bu iki algılayış ve yaşayış biçimlerinin manaları birbirine tamamen zıd kavramlardır. Biri aldatıcı diğeri ise Hakikidir .Biri sahte diğeri gerçektir.Sahte altın ile gerçek altın arasındaki fark gibidir. Bozdurmaya gittiğinde aklın başına gelir. Nefsin huzuru huzur değildir. Bilakis huzur elbisesi içinde görünen sahte bir afsundur. Bu afsun onu ateşe çeker. Ruhun huzuru ise kalb ferahlığı verir insanı hazretlere ve nura doğru çeker..
Bedenin ve nefsin huzursuzluğu, ruhunun bedeni huzura çağırmasından kaynaklanır. Bedenin ,ruhun fıtratına aykırı hareket ve işlerde olması, vazifesini yapmaması dolayısıyla içte, sebebi bilinmeyen sıkıntı doğurur. Bu doğanlar ulvi hisler (melekler) insanı sürekli rahatsız eden akdes değerlerdir.Bu nedenle insanda hüzün hali südur eder. İşte ruhun insana seslenişi bu çeşit ulvi ve akdes hislerledir. Ama nefs bu hislerden rahatsız olur. Çareyi ondan kaçmakla bulur malayani şeylerle meşgul etmekle ondan kurtulacağını zan eder. Sinemaya meyhaneye gider. Akıllı akıl inceldikce incelir, ruhun, vicdanın sessiz sesini dinler duyar.. Çünkü onun içinde gizli hikmetler vardır..
Genel olarak huzursuzluk hissi rahmani ve şeytanidir. Nefsin huzur hali Ruhun huzursuzluğuna sebeb olur. Ruhun huzuru ise nefsin rahatsızlığına sebeb olur. Yani onu huzursuz eder. İşte insan hakikatte bu paradokslar içinde sınanır. Bu paradoks insanın suret ve siret sandığıdır.. Yahut bu paradoksa insanın suretinin sandığıda denir.
Ruhun insanı huzura çağirması ahdine dönmesi yaratanın huzuruna varması içindir. Bu ise nefsi rahatsız eder. İsyana kadar götürür. Nefsin insanı tabiata çağırmasıda ruhu huzursuz eder. Çünkü hakkın huzurundan çamurun huzuruna gitmek istemez. Hakikatte huzur Hak indinde dir. İşte tam huzur bu ruhtur..Yada tam aksine, ruh bu tam huzurdur.
Mahzurlu olmak huzurda bulunmaya mani işler de ve şeylerdedir. Huzuru bozan şeylerden uzak durmak her insanı ferahlatır. Hakiki huzura mani olan her şey mahzurludur. Mahzur huzurlu olmaya engeldir. O yüzden huzura mahzurlu olanlar kolay kolay alınmaz. Telafi edilecek mahzurlu haller olduğu gibi insanın telafi edemeyeceği elinde olmayan mahzurlu halleri de mevcuttur. Bu hal takdir bağı ile ilgilidir. Kurtuluşu ahde misake bağlıdır. Düğümü kim bağladıysa yine o çözer. Ama telafisi mümkün olan mahzurlu hallerden inanan herkesin tez kurtulması umulur istenir çünkü farzdır.
Fıtratı gereği insanın huzurlu olması, huzurda bulunduğunun işaretini taşır ,arif olana ise bunun nişanını verir. Nişanlar ariflerin yol hurileridir. Ol nişanlardan hazrete varırlar. Hazrete ulaşmak ancak yanıltıcı olan huzurdan uzaklaşmak hakiki huzuru aramakla başlar. Hakiki huzur insanı hazret haline getirir yahut hazrete götürür..
Huzur olan yerde gurbet olmaz. Huzur ,hazretlerin manasını taşıyan bir mahaldir. Hazret ,ilahi huzurda olanlara verilen mukaddes bir elbise yahut huydur. İşte bu pak hazretler huzur bağları ile insanı kendine görünmez bir iple çeker. Hazretler bazan insanda bazan da doğru mana ve sözler halinde bulunur. Peygamberler ,pirler velileri, hepsi bir hazrettedir yada hazrettir. O makamdan insanlığı Hakka davet eder..
İnsan doğru taraftaysa doğru yerde ve sözde ise huzur olur bulur ,yalan yerde ve sözde ise huzur bulmaz ve olmaz. Huzur doğru sözden olur. Hazretler doğru ve hakiki sözlerle insanı kendine çekerler buda insanlara huzur verir. Çünkü kalbte yalan sözler rahat vermez huzur vermez..Huzur içimizde olduğunda yani biz huzurlu isek ancak o zaman dışımıza huzur verebiliriz. Yoksa veremeyiz. Sevgi içimizde olduğu zaman dışa vururuz ancak verebiliriz huzurda böyledir.Örneği siz çogaltın. Huzuru, hazreti, mahzuru iyi bilmek her mümine farzdır. Çünkü Hazretlerin tek sahibi olan hazreti huzura ulaşmak için bu şarttır.
İnsanlar sevdiklerinin yanında ancak huzur bulurlar. Bu sebeble insan ,kavgadan cedelden inattan boş ve malayani işlerden kaçıp önce huzuru araması bulmaya çalışmalıdır Fıtri ve hakiki huzuru istemek ve aramak gizli bir lütuftur. Fakat huzurlu olan ve huzur veren insan pek nadir bulunur. Onları aramak bulmak dostluğun şanındandır. İnsan ancak sevdiği huzur bulduğu yerde karar kılar yoksa dur durak bilmez ta ki huzuru bulana dek bu arayış ve bekleyiş ölene dek öldükten sonraya kadar sürer. Herşey neye layıksa ona kavuşur.
Hazret sözlükte “yakında ve yanında olmak, önünde bulunmak” anlamına gelir. Alimler hazret hakkında farklı farklı görüş ve mana verenlerde vardır. Huzur hali, hazretlerin mazhar yeridir. Hazretlerin kaynağı ise Hazaratül kudrettir. Arabiye göre kâinattaki bütün kudretler ilâhî kudretin tecellî ve zuhûr mahalleridir. Diğer ilâhî hakikatlerden farklı olan ilâhî kudret, bütün mazhar ve tecellileriyle birlikte bir hazret (bir varlık alanı, bir makam) oluşturur ve buna “hazretü’l-kudret” denir.
Allah’ın her sıfatı, her ismi ve her fiili bir hazret meydana getirdiği gibi belli bir sıfatın, ismin ve fiilin her bir tecellisine de hazret denir. Buna göre Allah’ın sıfat, isim ve fiillerinin sayısı kadar, diğer bir ifadeyle sonsuz sayıda hazretler (hazarât) vardır. Zira Allah’ın tecellilerinin sonu yoktur.
Ehli sünnetin alimleri ve sufilere göre alemin oluşumunu sudûr ve tecellî düşüncesine göre açıklayan sûfîlere göre varlıklar Allah’tan zuhûr etmek suretiyle derece derece O’ n dan uzaklaşarak ve aşağıya inerek meydana gelir. Bu durum “tenezzülât” sözüyle ifade edilir. Allah’a ulaşmak isteyen yolcu, aynı yoldan bu tenezzülâtı teker teker aşarak yukarıya doğru çıkmak zorundadır. İşte bu çıkışlara da “hazarât” denir.
Hazretin her basamağında gaip olan bir durum hazır, ötedeki bir makam beride, uzaktaki bir hal yakında olur. Bilinmeyen şeylerin bilindiği, görünmeyenlerin göründüğü, yani gaiplerin hazır hale geldiği bu mertebelere de hazret denilmiştir. Bir sâlik bu hazretler den ne kadar çoğunu kat ederse mânevî derecesi o kadar yükselir ve kutsiyet kazanır. Özetle Hazret ,pek çok makamı aşarak en yüksek hazrete, ilâhî huzura çıkan ve kutsiyet kazanan şahsiyet” anlamına gelir.
Huzura hazır hale gelmek ,bir teşbihle namaz için düzgün abdest almak gibidir. Derin anlamlardan yüzey anlama gelmek gerekirse insanın ,aldatıcı huzurdan kaçınıp hakiki huzura hazır hale gelmesi kendini getirmesi istenir. Kimi zaman insan huzuru duada kimi zaman tefekkürde ,kimi zaman , sohbette ,namazda azda olsa bulur. Ama insandan istenen sürekli huzurda olduğunun bilincine varması ermesidir. Tuvalette hayırda ve şerde her nerede olursa olsun bu bilinç ve şuur imandır.
Hep onun huzurunda olunduğunun farkında olmasıdır.Bu bilincte olduğunda insan ancak huzuru arar bulur. Bir teşbihle çocuğun babasının elini tutması bırakmaması ona güvenmesi gibidir. Çünkü onun bir sahibi ,koruyanı, gözeteni babasıdır.Tam huzur tam güvenin karşılığıdır. Ki ona hakiki iman da denir.. Dünyadaki en büyük servet işte bu huzurdur. Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. Rad-27 Kalb huzur bulduğunda ruhun huzuru orada başlar. Sonrası bize gayb.
Huzur sahibi olanlara ne mutlu..