Yaratılmış her şey zıt yaratılmıştır. Ancak Hak zıd olmaktan müstağnidir. Onun zıddı yoktur. Yaratılan her şey Allah'ın mahlukudur.
Bu zıtlıklar maddi ve manevidir. Maksadın iyi anlaşılması için bu alemlere varlık ve yokluk, görünen ve görünmeyen yani gayb alemi adı verilmiştir.
Fakat bu varlık ve yokluk alemi unutulmamalıdır ki yine de yaratılmıştır. Yokluk alemine gayb alemi de denir. Bu varlık ile gayb alemi birbirine zıt alemlerdir.
Yokluk alemine misal melek ve şeytan, cennet ve cehennem .Arş ve kürsi.
Varlık alemine misal kadın ve erkek veya hayat ve ölüm buna bir örnektir. Varlıkla yokluğun yani zahirle batın alemin birleştiği aleme ise berzah alemi denmiştir. Alim ve mutasavvıflar varlıkla yokluğu ,bedene nispetle insanın içindeki his gibi tarif eder. Bu hisler gözle görülmez elle tutulmazlar ama tesirleriyle mevcut kuvveler dir. Hakikatlere yani gerçek bilgiye bu zıtların yakin bilgisi ile ulaşılır. Bu bilgiye berzah bilgisi denir.
Bu bilinen ve görünen varlığın zıttı da yokluktur. Yokluk alemine yüce Hakkın sanat tezgahı ve madeni de denir. Her hüner sahibi sanatını göstermek için nasıl ki bir yer arar. Yüce Hak da bu yokluğu yaratmış sanatını orada izhar etmiştir. Her şey oradan gelir. Orası onun işim ve sıfatların, izafi ve itibari madenidir. Cenabı Hak her şeyi o yoklukta yaratır .
O yüzden yokluk varlığın aynasıdır denmiştir.
Ama bu varlık ve yokluk alemi yine de sebebler alemidir ve yaratılmıştır. Yokluk alemi, varlık alemine yani kesif alemine nispetle çok latif özelliği olan yüce bir alemdir. Yüce hak yarattığı her aleme özelliğine yani unsurlarına göre bir miktar vermiş yaratmıştır. Bu çok latiflik aleminden kesefate geliş alemine misal verilmek istersek bir çocuğun anneden doğuşu veya bir duanın kabul edilisi ,yahut emir aleminden yağmurun doğuşu ve gelişi gibidir. Var oluş ve yok oluş işlerinin mazharı yani tezgahı bu alemdir yani bu yokluk alemidir.
Cisimlere cevheri yani enerji ve özelliği, kelimelere manayı, beden kalıblarına his ve kuvvelerini yani huyları haps etmişlerdir. İnsana lazım olan her bilgi, hüner ve marifet bu zıtlar içinde mazruftur. Yokluk aleminden bir emr ve izinle belirlenen miktar her an bir düşünce akla yahut kalbe oradan gelerek bir iş veya eyleme dönüştüğü gibide yine yokluk aleminden takdir olunan miktar ve özellikte de en büyük felekten en küçük dünya feleğine dek hak işleri zuhur eder.
İnsan her seyi yine yokluktan miktarınca gelen bu manalarla bulur ve bilir. Dışarıda ki eyleme nispetle manalar yoklukta latif haldedir. Yani düşünceler, ilmi süretler halindedir.
Sonra sözle açığa çıkar, bir eylemle yani sürete dönüşürler. Manalar özetle allemel esma sırrı ile isim elbisesi giydirilmiş sadece Adem a.s yani sadece insanlığa verilmiştir. Ama hayvanlar ve diğerleri bu sırra muhatab kılınmamıştır.
Yaratılmış her şeyin bir manası vardır.
Her isim manası ile anlam taşır. Yani manasız bir isim yoktur. Dünyanın, ahiretin, göklerin ve içinde bulunan her şeyin en alçağından en yükseğine ta en büyük varlık olarak yaratılan arşa değin ulvi ve sufli olmak üzere bir manası ve hüviyeti vardır. Bu hüviyetler in unsurları ise o aleme ait unsurlardır. Bir mana taşıyan unsurların manasına göre adil şekilleri vardır.
Ayrıca İma ettiği çok heybetli ve ihtişamlı bir siması vardır. Bu simanın imaları onların konuşma dili ve sözleridir.
Onlar başka bir can taşır.
İşlerin aslı ya alçalmak yahut da yücelmekten ibarettir. Bütün işler ameller hep bu mihver üzere döner durur. Arşın altında ki büyük feleğin içinde devaran eden dünya dahil devaran eden feleklerin yaratılma sebebi ve hilkati budur. Yüce Hak bu feleklerin devaranında yüceleri sevenleri isteyenleri yüce kılar, aşağıya meyledenleri alçak kılar. Böylelikle en yüce olanı ara bul orada dur.
İnsan her seyi yine bu manalarla anlar bulur ve bilir.
Olgunlaşır ve mesafe alır. Bir şeyin manası onu çirkin yahut güzel, iyi yada kötü, sevab yada günah kılar. Yüce yahut alçak kılar ona göre isimlenir. İnsan iyi anlarsa çareyi yine çaresizlikte bulur. Çaresizlik ona çare aratır. İnsan güzelin manasını çirkinin görünce anlar, ayırır ve tanır. İnsan hileyi, hüneri manasından anlar.
Her süretin sırrı manasında saklıdır. İnsan iyiliğin ne olduğunu kötülüğü görünce ayırd eder. Faydayı görünce faydasızı tanır öğrenir. Akıllanır güzele yani yüceye doğru koşar.
Bu ihtiyaçlar sanatlara neden olur sürü ile meslek doğurur sonra geliştirir, insanı alır bir işin peşinden koşturur bir işe koydurur. Manaların görünüşte işi budur. Manalar başka manalar doğurur. Her mananın cüzden külle değin ekmel hali yani kusursuz hali vardır. Cüzde kalan manaların hepsi imtihan sebebleri ve vasıtalarıdır. Kul bunlarla imtihan olunur.
Bu manalar İnsanı noksanlıktan almak kemal haline getirmek için en önemli ilahi bir vasıtadır. Ayın hilal halinden dolunay haline gelmesi yaşadığı yörüngesindeki eksikliği bir kısmın yahut tamamının tutulması noksanlıkları ortaya çıkarıyorsa sonunda kemal hale yani dolunay haline geliyorsa. İşte bu mananın sima ile bize ima etmesi İnsanın aceleyle kusurlarını istiğfarla terk etmesi yani dünya hayatına tutulmaması tam ekmel bir kul olmasını Rabbine dönmesini ima etmektedir.
Hak kuranı kerimde insanlara bu manalarla ayetlerini tenezzül etmiştir.Kuranın içindeki manalar hakkın sözleridir. Manalar insana bir başka gayret ve umut verir.Devanın manası olmasa derdin manası olmasa ,iyi ve kötünün manası olmazsa özetle varlığın manası olmazsa o zaman yokluğunda manası olmaz.Yokluk olmazsa varlığın kıymeti nasıl bilinecek. O zaman sen olmazdın nede ben.Hiç bir şey olmazdı.İşte bunun gibi manalar olmasa bu isimler olmazdı. Şu şekillere bir ad konmazdı. İzden eseri sonra asarı bulmak büyük ve yüce bir iş ...
Manaları göremiyoruz ama inanıyoruz. Çünkü inkar edilemez derecede tesirleri var. En yüce pak olan ve mukaddes mana Hak'dır. Sonrada mertebelerine göre hakkın sevdikleridir. Onlar akıllı insanların yol sermayeleri, harçlıkları ve binekleridir. Biz müminler manalara ve o manaların birde sonsuz madeninin olduğuna hikmetlerin ve işlerin hep oradan tenezzül ettiğine iman ederiz. Çünkü müminler gaybe inanırlar. Müminlerin İnandığı her şey gaybi dir. Biz hakkın diledikleri müstesna başka şeylere taşa toprağa mala mülke, altına saltanata inanmayız onların süretlenerek geldiği gayb alemindeki o sonsuz kaynağa İman ederiz.
Şimdi algıladığımız fakat göremediğimiz diğer alemler bize göre gayb alemidir. Ancak bu gayb alemi izafi gayb alemleridir. Müminler arş ve altında yaratılan alemleri izafi gayb alemi yani yaratılmış olan alemler olarak biliriz. Mutlak Gayb ise sadece Hak'dır. o her şeyden münezzeh ve mustağnidir. İnsan ve tüm bu varlık acz içinde ona muhtaçdır. Çünkü abı hayat kaynağı odur.
Gayb alemi bu aleme bir kıyasla insan bedenindeki hisler gibidir. Onlara bir mühlet tesir eden vazifeli ve görevliler olduğu gibi, İnsanın ruhuda mutlak gayb olan Hakkın emrinde ve indindedir.
Gaybi haberlerini ancak Hakkın elçileri insana haber verir. Arif olanlar cisimlerin, isimlerin, olayların, hallerin ardındaki manaya bakar onun ekseninde ve ufkundan ayrılmadan tefekkür ederek hayalini, gerçeği bulana ve ulaşana dek sürerler. Marifet ve hikmet elde ederler..
Güzel zan, düşünce ve hayaller ariflerin bineğidir. Rabbani ilhamlar, nurani ruhlar ve melekler yardımcılarıdır.
Alimler Gayb alemi ile yaşadığımız bu alemi, teşbihle ayağına ters çakılı bir atın nal izine benzetmişlerdir.
Yani görünen yaşadığımız alemin aksine bir alem olduğunu ifade etmişlerdir. Yani bu dünyadaki var oluş yok oluşlar göründüğü gibi değil aslında hakikatinde yani gayb aleminde var olduğu gibidir. Ancak bu bakış anlayabilene göre farklılık arz eder.
Bir teşbihle bu alemin aslı nurdur, ama bu nur, mutlak nurun, nurunun nurunun nuru olduğu dünya gözüyle görülemeyeceği ancak ahirette görüleceği ifade ayet ve peygamberimizin hadisleriyle ifade edilmiştir. En alçak olan bu alemin güneş ışığı ona nispetle gölge gibidir. Aslını varlık perdeleri ile gizlemiştir.
İnsanda bu nurun aydınlanması anlayış ayrd ediş nuru yani iman nurudur.
Nurun son perdeden yani zulumat tan geçib bize yansıyan şu gölgesi cisimlere dışardan işık gibi görünür.
Yani dünyadaki bu ışık aslında nurun aksinden dir. Yani nurun aksi gölgedir .Bize bu gölge işık gibidir.
Gölgesi bu ışık gibiyse aslı nasıldır tahmin dahi edilemez.
Ancak bu gölge güneşin gölgesi değildir. Güneşin gölgesi karanlıktır. Burada nurun gölgesi bir remizdir. Ancak nurun 70 bin kat, meleklerden, denizlerden, ışıktan ve karanlıktan yaratılmış perdeleri olduğu rivyet edilmiştr.
En son perdeden varlığa yansıyan nurun gölgesi, canlı cansız yaratılmış tüm varlıklarda yansır.
Dünyaya yansıyan gölgesi uzak yakın bir işık olup gün gibi güneş gibi görünmüştür. İman edenlerin ve ariflerin Kalblerine yansıyan bu nur bir kandil olmuş yollarını aydınlatmış onları nurun kaynağına dek ulaştırmıştır. Peygamberler o nur duraklarını ve emin bir klavuzla şahid olmuş,Cenabı Hak ,efendimizi bizzatihi kendine şahid kılmış bu yüceliğini ona ihsan etmiştir. Bu ise efendimize verilen en büyük bir şereftir. Ümmetine de bu şeref lütuf olarak verilmiştir..
Varlık bir zulumattır .Yani bilgisizlik perdeleri vardır. Biz buna zulumat perdeleri diyoruz.Nura ancak imanla zulumat perdelerinden geçtikten sonra aydınlanma ve anlayış halinden daha ziyadesi aşk muhabbet yakinlik alemine doğru çeker. Ahlak ve ilim halinde insanda zuhur eder.Kul haline sokar. Zulumat perdelerini geçmedikçe nurun perdesine yaklaşmaz insan.
Hz pir Mevlana'nın çok özlü sözü ne kadar manidar dikkatle düşünerek okuyalım ,''iyi adamın gönlüne kötü bir düşünce geldi mi bu boş değildir, bir aslı vardır bunun. O anlayışı vehim sayma, Allah anlayışı bil. Gönüldeki nur, onu külli levihten okumuştur.
Yakub’un gönlüne kardeşlerine rağmen Yusuf korkusu kokusunu duyması gibi bil Farisi söyleyelim ,bu câzibe ruhâ zevk gelen taraftan gelir. Bir cinsin zevki hakikâten kendi cinsindendir. Cüzûn zevki de ancak kendi küllünden gelir. Buna dikkat et. Allahım sen, hangi duyguya gayb âleminin yolunu açarsan o duygu, artık eskimez, yıpranmaz, ölmez.Mülk senindir. Duyguya bir şey ihsan edersin; o duygu, öbür duygulara padişahlık eder.
Allah anlayışımızı, irfanımızı ve yakinliğimizi arttırsın.
Her yönümüzü nur kılsın.
Amin