Manasız suret olmaz, âmâ suretsiz mana daim vardır. Bu şekil ve kalıplamamana ve isimlerin elbiseleri ve bedeni gibidir. Manaların kılıfı isimlerdir. İsimlerin kılıfı ise kalıb ve şekillerdir. İsimler varlıkta kelimeler ve şuretle vucud bulur. Suretler alemine şehadet alemide denir. Suretler alemi ise ulvi ve sufli olmak üzere iki kısımdır. Yani biri ahiret alemi ve içindeki unsurlarıdır bir diğeri de yaşadığımız bu varlık alemi unsurlarını ihtiva eder. Özetle manalar isimlere, isimler sıfatlara dönüşerek açığa çıkar.
Kısaca Hakk’ın güzel isimlerinden sıfatları meydana gelmiş bu sıfatlarıyla nuzul ederek varlık alemini, farklılıklarıyla derece derece yaratmıştır. Ehli sünnetin görüşü budur. Tüm bu varlık ve eserler onun manalarının tesiri iledir. Eserlerde ise manaları gizlidir.
Yani suretsiz manadan maksad sır suret olmamıştır anlamını taşır. Yani sır en latiflikten, kesif varlığa dönüşmemiştir demektir. Küçük bir remizle henüz doğmamış çocuğa ne bir ad nede bir şekil verilmiştir. Kopmayan kıyamet olmamıştır. Yahut vuku bulmayan bir kaza, başa gelmemiştir. Ama kaza denen mefhum mana vardır lakin zahir olmamıştır. Her şey levhde yazılıdır. Yani levh-i mahfuzda mevcuttur. Çekilecek ceza vardır ancak çekilmemiştir. Tohum toprakta gizlidir ancak başak vermemiştir..
Özetle arapça olan suret kelimesi sır kelimesi ile aynı köktendir. Kısaca sırrın, suret ile görünmez latif bir bağı vardır. Ancak sır suret olmamış şeydir. Manaya isim verilmesi için vuku bulması yani zahir olması gerektir. Zira zahir mananın son sınırıdır. Yani suretidir.
Manaların en latiften en kesife yani varlık oluşa, şekle surete dönüşe dek geçirdiği çok dereceleri ve evreleri vardır. Bunlara varlık mertebeleri de denir. Bu mertebeler İbn-i Arabi’nin Fususul Hikeminde ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir.
Görünen kalıb ve suretler manasına göre isimlenir. Yani varlıklar isimlerine göre şekil alırlar. İlahi kaide sünnetullah budur. Mevcudiyeti ve eserinden sonra muktezası mahiyeti anlaşılır. Hiç bilmediğimiz kalıba ve şekle bürünmemiş manalarda vardır.
Bize haberi verilmiş ama şekli görünmemiştir. Bunlar şimdilik insana sırdır. Ta ki insana izhar edilene dek görünmez. Yani Cennet vardır görülmemiştir. Ölüm vardır yaşanmamıştır. Yarın vardır ama gelmemiştir gibi.
İktifa ve izhar edilen manalar, Hak tarafından Hz. Adem babamıza, ''Allemelesma''sırrı ile insanlığa bildirilmiştir. Manalar, görünen canlı ve cansız varlık aleminde sözde ,şekilde ve surette olmak üzere üç haldedir. Yani Yaratılmış her şey gizli açık bir anlam ihtiva eder. O anlamla sıfatlanır isimlendirilirler.
Hak bilinmeyi bu sıfatlarıyla aleme izhar etti. Çok yüce olan bu manayı Hatemül Enbiya olan Hz Peygamber efendimize verdi. Son ve olgun haliyle nihayete erdirdi. Bu lütuf sadece Hz peygamberimize ve ümmetine verilmiş bir lütuftur. Başka HİÇ BİR ümmete verilmemiştir..
Görünen ve görünmeyen varlıklara anlam ve manayı miktarına göre yükleyen ve veren bu sıfatlardır.. Yani varlıklar isimlerini Hakkın yüce olan sıfatlarından alırlar. Bu isimlerin hepsi de bir mana taşır. Onun her bir sıfatı sonsuz ve kıyısı olmayan sınırsız bir deniz dendiği gibi Sıfatların madenide denir.
Suret ve mananın görünüş itibariyle farklı ve çeşitli sembollerle ifade edilmiştir. Ayrı olsa da, hepsi de aynı manayı dillendirir. Örnek
SURET MANA
Zahir Bâtın
Dış İç
Görünen Gizli
Kesret Vahdet
Çok ir
Zulmet Nûr
Araz Cevher
Cesed Rûh
Beşeriyyet(Nâsutiyyet) Ulûhiyyet
Âfâk (Dış âlem) Enfüs (iç âlem)
Mecâz Hakîkat
Suretteki sığlık, manadaki derinliği perdeler. Varlığın sureti ile manası arasında bir çelişki oluşması izafi bakışın farklı farklı oluşuna sebeb olur. Her kişinin istidatine göre anlayışı vardır. Yani gerçeği bilmeyenler görünüşlerle aldanabilir. Bu sebeble büyükler bu durumu “Ruhların zilleti bedenlerinden, bedenlerin izzeti ruhlarındandır şeklinde ifade etmişlerdir.
Büyükler tenin kıymeti de candan gelir. Canın değeri ise Sevgilinin ona yansıyan nûrundandır. Ne zamana kadar testinin süsüyle oyalanacaksın. Testinin süsünden geç kabuğa aldanma. Diye ikaz etmişlerdir.
Cenâb-ı Hak, insana sonuna göre bir ad takar; onun taktığı ad halkın taktığı iğreti ad gibi değildir o. Ahirette ve Hakkın indinde ismimiz hak ettiğimiz bir isim olacaktır. Özetle ahirette giyeceğimiz elbise dünyadaki amellerimizle dokunan kumaştan dikilir. buyrulmuştur. Ve ona göre de isimleniriz.
“Görünüşe ancak çocuklar kanar, sen isimden geç mâniaya bak.” Demek oluyor ki ismin Hasan olması, huyun da hasen olması anlamına gelmiyor. Adı insan olan herkesin hakikî insan olamayacağı gibi.
Mana suretlerin ardında gizlenmiştir. Tatlı meyve nasıl yaprakta ve dalda gizlenmişse, ölümsüzlük ve ebedî hayat ta ölümün içinde gizlenmiştir. Defîne nasıl yıkık ve viranelerde gizlenmişse, tende de görülmemiş bir can âlemi gizlenmiştir. Yani her şeyin zahirinin içinde sırrı gizlenmiştir.
Tende gizlenen can alemi insanın tanıması gereken gayb gibidir. Ancak insanın kemal bulması hakkın izni iledir. Kulluktan maksad insanı kamil olmaktır. İnsanı kamil olmak ise surette küçük adem ama hakikatte büyük adem ve alem olmak demektir. Oda hakikati muhammediyyedir. Hakikati muhammediyye ise varlık sebebimizdir. O sebebin içinde yüce bir mana ve sırrı gizlidir.
İşte İnsanın bu âlemdeki varoluş hikmetini kavrayabilmesi ve kulluk görevini hakkıyla yerine getirmesi için aldanmaması, eşyanın ardında saklanmış bu sırrın farkında olmasıyla mümkündür. Eşyanın sureti ile hakîkati arasındaki farklılık her insanın kendi zannı ve birikimine göre farklı görmesi ve farklı yorumlaması sonucunu doğurmaktadır. Kısaca Âhiri gören hakîkati, ahırı gören felâketi görür.
Müminler, eşyanın yani varlığın suretinin ardındaki manayı gayb olarak ifade ederler. Gaybın anahtarları hakkın kudret elindedir. Gayb manadır, bu varlık alemi ise onun sadece varlığa bürünen bir suretidir. Gaybın manası çok geniş ve sınırsızdır. Gaybın içinde insana Kuranda bildirilenden başka bildirilmeyen sonsuz hakikatler mevcuttur. Vucudda gizlenen can gibidir. Müminler hakkın emri ile bu sebebten Gaybe iman ederler. Bu kudret karşısında müminler istidat ve idrakleri nisbetince Hakkı tenzih ve tesbih ederler .Mutlak acz içinde olurlar.. Yaratılan her şey Hakka karşı acizdir. Ve Mutlak hükümranlık onundur.
Ahmet DÜZGÜN