Tezkira ve Mesnevi olmak üzere birçok kaynak eserde ,Beyazıd Bestami nin müridlerine , Ebul hasan el Harakani hazretlerini doğmadan yıllar önce doğacağı müjdesini vermesi ile ilgili kıssa Anadolu irfanı ve Hz Harakani hakkında bize güzel bir örnek. Tezkira ve Mesnevide cerayan eden bu manevi kıssa hakkında Doç. Dr. Hasan Çiftçi hocamızın önemli çalışmasından kısa şerhler ve tespitlerinden derlediğim notları talibli okuyuculara paylaşmakta yarar var diye düşünüyorum. Herkesin rahatlıkla anlayabileceği bu şerh yani beyanlar ,Anadolu irfanı ve Hz Harakani hazretleri hakkında, ilgilisine yani istifade etmek isteyen iştiyakli her müntesibe fazlasıyla doyurucu bilgi verecektir.
Şeyh Ebu’l-Hasan ‘Alî b. Ahmed Harakânî (ö. 425/1033) tasavvufun temel taşlarından biridir. Başka sûfî müellifler gibi onu devrin kutbu olarak gören ünlü sûfî Mevlâna Celâleddîn Rûmî (ö. 670/1271), Mesnevî’nin birçok yerinde ondan saygıyla söz etmiş ve onun bazı sözlerini, kerametlerini ve menkıbelerini anlatmış ve yorumlarda bulunmuştur. Hz Mevlâna Şeyh Harakânî’yi, tasavvufta mânevî âlemin en yetkili yöneticisi olarak bilinen, “Ülkenin kutbu” “şah, güneş, Hakk’ın nuru, sonsuz nur” vs. en üstün sıfatlarla anmış bazen de Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi peygamberlere benzetmiştir.
Mevzuya bahis olan kıssa Birbirini, yani yek diğerini asla görmemiş, farklı zamanlarda yaşamış Harakânî Hazretleri ile Bâyezîd-i Bistâmî arasındaki mânevî /ruhânî ilişkiyle ilgilidir. Attarın Tezkirasın da Bâyezîd Bestami hazretlerinin’ in, Harakân’dan geçtiği bir sırada kendisinden sonra gelecek Ebu’l-Hasan’ Harakani hakkında gördüğü manevi işaretin ‘’bir nur ‘’ olduğunu beyan eder. Hz Mevlâna mesnevideki varyantında ise, Bâyezîd’ in Harakânî ile ilgili hadisede gördüğü şeyin aslında ‘’onu mest eden hoş bir koku’’ olarak nitelendirmiş. Yani Hz. Peygamber ile Uveys el-Karanî arasında mânevî ilişki gibi bağ kurmuştur..
Hz Mevlâna Attarın eserinde geçen nuru kokuya çevirmesi sebebi ise bir hadiste ki Hz. Peygamber’in, “Yemen tarafından Allah’ın kokusunu hissetmesi” sözüne dayandırmıştır. Hz Mevlâna’nın Harakânî hakkındaki kanaatleri ve etkileyici tasvirleri, onunla ilgili naklederek yorumladığı, menkıbede daha ayrıntılı olarak göze çarpar. Hz Mevlana Harakani’nin insanı kamil ve bir din şeyhi olduğunu vefatına rağmen tasarrufu hala devam eden büyüklerden biri olduğunu ifade eder.
Tezkirada cereyan eden hadise şu şekildedir.
Nakledilir ki, Şeyh (Ebu’l-Hasan Harakani) başlangıçta on iki yıl boyunca yatsı namazını Harakân’ da cemaatle kıldıktan sonra Bâyezîd’in türbesine yönelir ve Bistâm’a gelirdi, durup derdi ki:
“Ey Allah’ım, Bâyezîd’e ihsan ettiğin hil‘atten Ebu’l-Hasan’a da bir koku ver!” Ondan sonra geri döner, sabah vakti Harakân’ a varırdı, yatsı namazı aptesiyle, Harâkan’da sabah namazı cemaatine yetişirdi.
-- “Ey Ebu’l-Hasan, (irşâd için) oturma zamanın geldi.
--”Şeyh: “Ey Bâyezîd, bir himmet lütfet ki, ben ümmî bir insanım; şeriattan bir şey bilmiyorum, Kurân okumamışım,” dedi.
---Bir ses geldi: “Ey Ebu’l-Hasan, bende olan ve bana verilen şey senin bereketinle verildi,” dedi.
---Şeyh: “Sen benden yüz otuz küsur yıl önce yaşadın (bu nasıl olur?)” deyince:
---“Evet, doğrudur. Fakat ben Harakân’dan geçerken, göğe doğru yükselen bir nur gördüm; .Dilediğim bir hacetim vardı tam , otuz yıl olmuştu hâlâ yerine gelmemişti. Gayıptan sırrıma nidâ geldi ki: ‘Ey Bâyezîd, senin dileğinin yerine gelmesi için o nuru hürmetle kendine şefaatçi yap,’ dedi.”
--(Beyazıd) “Ey Allah’ım! O kimin nurudur?’ deyince, gayptan bir ses geldi ki: ‘Ebu’l-Hasan dedikleri, has bir kulumun nurudur; senin isteğinin yerine gelmesi için o nuru şefaatçi yap.’”
Mesnevide ise bu hadise şu beyitlerde geçer (Beyt 1802),
--Bâyezîd’in, önceden Ebu’l-Hasan’ın hâlini nasıl gördüğü hikâyesini, duydun mu?.
--O takvâ sultanı bir gün müritlerle çöl ve ova tarafından geçiyordu.
--Rey civarında, birden ona, Harakân tarafından hoş bir koku geldi.
--Hem orada iştiyakla bir inledi, hem de rüzgarın getirdiği o kokuyu içine çeke çeke bir kokladı.
-- O hoş kokuyu âşık gibi içine çekti; onun ruhu rüzgardan şarap tattı.
--Bir testi buzlu suyla dolu olunca; testinin dışında ter gibi su oluşur.
--O, havanın soğukluğundan su oldu; testinin içinden nem dışarı çıkmadı.
--Koku getiren rüzgar onun için su oldu; su da onun için halis şarap oldu.
-- Onda mestlik belirtileri açığa çıkınca; bir müridi ona varıp o anını araştırdı.
--Sonra ona sordu ki: “Şu beş ve altı hicâbın dışında olan bu güzel haller de nedir?
( Şerh ; temsilden maksat: Rabbânî esinti, Ebu’l-Hasan’ın ruhânî kokusunu getirip Bâyezîd’in testi misâli tenine temas ettirince, o nefha ilâhî aşk şarabına dönüşmüş; Bâyezîd onu içip sarhoş olmuştur. ( Yani bu manevi hadisenin Beş duyu, altı yönün dışında gelişen bir hadise olduğu kasd etmiş. Bu bedenin hissi duyguları ile cismi yönlerin (hicab perdeleri ) ,insanın daha üstün bir dünyayı kavramasına engel olduğunu ifade edilmiştir.).Hz Mevlana devamla bu koku ile ilgili kıyasla :
---Yüzün bazen kızarır, bazen sararır ve bazen ağarır; nedir bu hâl ve müjde?
--- Koku alıyorsun, ama ortada gül yok; şüphesiz gayb' dandır ve küllî bahçeden.
(Şerh: O halde şüphesiz bu koku/ bu latif hâl gayb âleminden / İlâhî makamın gül bahçesindendir. Küllî bahçe, İlâhî âlem demektir. Zira İlâhi makam gönül okşayıcı mânevî esintilerin kaynağıdır; ikincisi Hakk’ın bütün isim ve sıfatlarının odağıdır.) Hz Pir insana hitabla;
---Her an sana gayıbdan haber ve mektup var.!
( Şerhi, Ey İlâhî mahbub! Sen vuslata eren her ârifin muradı ve matlubusun; her an gayb âleminden senin kalbine Rabbânî ilhamlar ve İlâhî varidler (sâlikin iradesi dışında gelen, onu sevindiren veya hüzünlendiren İlâhî mânalar) gelir ve doğar.)
---Her bir an Yakup gibi, Yusuf’tan senin burnuna şifa ulaşıyor.
[Şerh ; Senin hâlin Hz. Yakub’un hâline benzer. Bâyezîd’e ulaşan İlâhî ilhamlar, Hz. Yakub’a şifa veren Yusuf’un gömleğinin kokusuna benzetilmiştir. Nitekim Hz. Yakub’un hissettiği kokuyu evlatları, Yusuf’un kardeşleri hissetmiyordu. Bâyezîd’in harakandan geçerken hissettiği kokuyu da müritleri tarafından hissedilmiyordu.]
(Hz Mevlana' nın manen Beyazıd' a Hitabı) ;
--O testiden bize de bir damla dök; o gül bahçesinden bize nebze söyle..!
--Ey en büyüklüğün güzelliği! Sen yalnız olarak içerken, dudağımızın kuru olmasına alışık değiliz.
--Ey çok çevikçe kalkan, feleği dolaşan! Kalk, içtiğinden bize de bir yudum dök.
--Ey padişah! Bu zamanda senden başka meclis beyi yok, arkadaşlarına bak.
--Şarap gizli içilebilir, ama içenin sarhoş hâli ve uygunsuz hareketleri onu ele verir.
--Kokuyu gizleyip saklar da; sarhoş gözünü ne yapacak?
[Şerh ; Hz Mevlana Bâyezîd’in sekr /sukr (kendinden geçme ) ehli olduğuna vurgu yapmıştır. Harakânî de aynı meşrebe mensuptu.
--O (koku), dünyada binlerce perdenin gizli tuttuğu bir koku değildir.
--Onun keskinliğinden ova ve çöl doldu; Ova nedir? Dokuz kat semayı da geçti.
[Şerh : Bu aşk şarabı, kokusu tabiat ve tabiat ötesinin tamamına yayılacak nitelikte keskindir.)
-- Bu küpün ağzını saman ve balçıkla kapatma; çünkü bu çıplak, örtünmeyi kabul etmez.!
[Şerh ; Ey insan senin varlık küpün / vücudun Hakk’ın aşk ve sırları şarabıyla doludur; gizlemek mümkün değildir. Eskiden şarap üreticileri, üzümü küpe yerleştirdikten sonra, üzüm taneleri köpürüp coşunca, sızmaması için, küpün ağzını samanla yoğrulmuş balçıkla kapatırlardı.]
Şerh : Hz. Peygamber Üveys’in kokusunu hissetmesi gibi, Bâyezîd de Harakânî’nin mânevî kokusunu önceden hissetmiştir. “Şüphesiz ben Yemen tarafından Rahman’ın nefesini (kokusunu) kokluyorum” dan hareketle, onunla, kendisini görmemiş olan Üveys el-Karanî arasında mânevî ilişkiyi söylemiştir.) Hz Mevlana devamla;
--Üveys kendinden fanî olmuş olduğu için; o yere ait olan, göğe ait olmuştu.
[Şerh: Bir insan gerçek varlıkta fenâ bulunca, onun beşerî vasıfları İlâhi vasıflara dönüşür ve kendisi İlâhi huylar kazanır. Bunun izahını Harakânî’ nin “Sûfî gayri mahlûktur”, daha açık bir ifadeyle “sûfî gayrı mahlûktur” şeklindeki sözü ve çağdaşı Ebu’l- Hayr’ın şu yorumunda aramak lâzımdır: ‘Yaratılmamış kişi, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın kendisini yaratmadığı kişi değildir; zira Allah bir kimseyi yaratır ve ona, bütün bu (beşerî) sıfatları yerleştirir; ondan sonra o sıfatları ondan çıkarır ve arınmışlık bakımından onu, sanki (eskiden) yaratmamış ve bütün o sıfatlarla bulaştırmamış bir hâle sokar.’ Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakânî: ‘Sûfî gayrı mahlûktur’, sözünü bundan dolayı söylemiştir.”Müridi Abdullah-i Ensârî de Harakânî’nin şöyle dediğini kaydetmiştir: “Sûfî gayrı mahlûktur” un mânası sûfî, gelen, giden (yürüyen), konuşan, gören, duyan, yiyen ve uyuyan kişi değildir. Sûfî Hakk’ın sıfatlarından bir sıfatttır.) Bu söz tasavvuf çevrelerinde bir hayli yankı bulmuş bu konuda bir çok şerh yazılmıştır.) Hz Mevlana devamla;
--Biz ve benlikten kurtulmuş o helilenin, helile şekli vardır – acı- tadı yoktur.”
--Bu sözün sonu yok; o aslan er, gayb vahyinden ne dedi, ona geri dön.!
--Bâyezîd- dedi ki: “Bu taraftan bir dostun kokusu geliyor; bu köyden bir sultan gelir.
--Şu kadar yıl sonra bir şah doğacak; göklere çadır kuracak.
--Yüzü Hakk’ın gül bahçesinden gül renkli olacak; makamda benden üstün olacak.
--“Nedir adı?” denildi. “Adı Ebu’l-Hasan”’dır dedi. Kaşıyla, çenesiyle eşkâlini anlattı.
--Boyunu, rengini ve şeklini; saçını yüzünü bir bir anlattı.
--Onun rûhî hilyelerini; sıfatlarını, yolunu, yerini ve varını da gösterdi. Bedenin hilyesi, beden gibi eğretidir; ona gönül verme, zira bir zaman vardır. Tabiî ruhun hilyesi de yok olucudur; gökte olan o canın hilyesini ara.
[Şerh ; Tabiî ruh, hayvânî ruhtur, fakat tabiî veya hayvânî ruhun hilyesi, yemek, uyumak, doğmak-doğurmak, cinsellik ve geçici zevklerdir. O can’ın hilyesi ise, bâkî ve ebedî olan mârifet, yakîn ve İlâhî ahlâk niteliklerini kazanmak demektir. Sûfîlere göre ruh bütün İlâhî isimler ve sıfatların mahzarıdır; ruh asla aklın kemendine yenik düşmez; yuvası Hakk’ın izzetinin Kaf dağının zirvesindedir; Rabbânî bir nefhadır, Hakk’ın onda tecelli etmesi, onun halifeliğine lâyık olmayı hak etmiş olması bu yüzdendir; kesret ve tefrika âfetinden korunmuştur.) Müritleri ebul hasanın tüm vasıflarını bir bir yazdılar. Hz Mevlana daha derin bir izahla ;
-- Onun bedeni, yeryüzünde bir kandil gibidir; nuru yedinci semanın yukarısındadır.
--Güneşin ışıkları odanın içindedir; kursu ise dördüncü göktedir.
--Gülün suretini eğlence olarak yerde görürsün; fakat gülün kokusu, beyinin tavanında'' ve köşkündedir. Hz Mevlana devamla;
-- O vakit ve o doğru tarih erişince; o şah doğdu saltanat tavlasını oynadı.
-- Bâyezîd’in vefatından sonra yıllar geçti, Ebu’l-Hasan Harakani doğdu.
NOT : Hz Mevlâna, Bâyezîd’in öngörüsünü Hakk’ın vahyi olarak nitelerken, sonraki beyitlerde gönül vahyi şeklinde izah ederek bunu genel vahiy türünden saymıştır. Gönül vahyi ilham, işrak ve mükâşefe mânasınadır. Daha açık bir ifade ile, özel vahiy.. yani, Hakk’ın melek aracılığıyla, din olarak uygulaması veya onu tebliğle görevlendirilmesi amacıyla bir peygambere ilkâ edilen kelâm türünden değildir. Gölpınarlı’ nın verdiği bilgiye göre, “Mevlevîhanlar, Mesnevî takririn den sonra ‘Mevlânâmız, ulûluk sırlarını açan, böyle buyurdu’ meâlinde ve Mesnevî vezninde olan,Halktan gizlemek için sûfîler anlatırken ona gönül vahyi derler. [Çünkü, avâmın saldırısından korunmak ve tekfir çomağından güvende kalmak için, gönül vahyi derler. Kurân’da vahiy, ilham anlamında da kullanılmıştır. Kur’ân (Mâide 111)’da, Hz. İsa’nın havarilerine; ve (Kısas 7’de) Hz. Musa’nın annesine geldiği belirtilen vahiy ilham türündendir.) Hz mevlana devamla;
-- Onu gönül vahyi farz et; gönül, Hakk’ın baktığı yerdir. Gönül ondan haberdarsa, nasıl hata olur.
[Şerh: İster ona gönül vahiy diye adlandır, ister İlâhî vahiy, fark etmez, her ikisinin menşei aynıdır. Zira gönül de Allah’ın bakış yeridir. Müminin ferasetinden korkunuz; zira o şüphesiz Allah’ ın nuruyla bakar görür” şeklindeki hadisten iktibas vardır. Çünkü insanın duyuları Allah’ı tanımasıyla açılır ve aktif bir hâl kazanır.) Mesnevide devamla
--Bâyezîd’in buyurduğu gibi oldu; Ebu’l-Hasan halktan şunu duydu. “Hasan benim müridim ve ümmetim olacak; her sabah gelir türbemden ders alacak”.Ebu’l-Hasan, “Ben de rüyasını gördüm ve Şeyh’in ruhundan bunu duydum.” dedi. Her sabah, mezara gider; huzurunda kuşluğa dek dururdu.Ya Şeyh’in misâli karşısına çıkardı; ya da konuşmadan müşkülü çözülürdü.
-- Derken, bir gün, mutluluk ümidiyle geldi; mezarları yeni kar örtmüştü. Karları kat kat, bayrak gibi kubbe kubbe olan karı görünce canı sıkıldı. Diri Şeyh’in mezarından bir ses geldi: “Haydi!” bana koşman için seni çağırıyorum. Haydi! Bu tarafa gel, sesime koş; dünya kar olsa da, benden yüz çevirme. ”Onun hâli o günden beri güzelleşti ve önceden duyduğu o şaşılacak şeyleri gördü.
(Şerh : Ebu’l-Hasan’ Harakaninin , sulûkta bilinen metotlarla herhangi bir mürşitten ders almadığını söylüyorsa da, bu tamamen isabetli bir görüş değildir. Çünkü Harakânî’nin zâhiri mürşidi, Ebu’l-‘Abbâs Kassâb-i Âmulî (ö. 411/1020) olduğu ve onu kendine halife tayin ettiğine dair deliller mevcuttur. Ancak ondan söz eden bütün kaynaklarda, Harakânî’nin ayrıca Şeyh Bâyezîd’den de ruhânî metotla tasavvufî terbiye aldığı zikredilmiştir. Muntahab-i Nûru’l-‘ulûm ve Tezkiretu’l-evliyâ’daki sözlerine ve menkıbelerine bakılırsa, Harakânî’nin tasavvufî fikirler ve sulûk açısından hakikaten tamamen Bâyezîd’i takip ettiği anlaşılır.) Kıssa bu şekliyle sona erer.
HZ MEVLANA’ NIN İNSAN-I KAMİLİ TASVİRİ
Hz Mevlana,Hz Harakani hazaretleri Hakkında ;
-- Gökler onun ayının kuludur; doğu ve batı, hepsi onun ekmeğini ister.
[Şerh ; Gökler, Şeyh Harakânî’nin ay gibi yüzünün kölesidir. Kâmil insanın hakikati bütün feleklerden ve evrenden daha üstündür. Doğu ve batının bütün insanları onun bereketiyle yiyip içerler. Yani bütün yaratıklar kâmil insanın aracılığıyla Rabbânî feyizlerden yararlanırlar.]Çünkü onun fermanında, “Sen olmasaydın” vardır; herkes onun nimetlerinden ve bağışından yararlanır. Eğer sen olmasaydın felekleri yaratmazdık.” Hadisten lafzî iktibas vardır. Sûfîlere göre, Hakikat-i Muhammedî ve sırr-ı Ahmedî kıyamete kadar bâki kalır ve her bir asırda bir kişi veya kişiler/ kâmil mürşitler o hakikate mazhar olur. olmasaydı felek dönüşü, nuru ve meleğe mekân oluşu bulmazdı.)
--O olmasaydı felek dönüşü, nuru ve meleğe mekân oluşu bulmazdı.
--O olmasaydı denizler heybeti, balığı ve değerli incisi bulmazdı.
--O olmasaydı yeryüzü içinde define ve dışında yasemin bulmazdı.
[Şerh : Üç beyitte ve sonrakilerde bütün “o” veya “onun” zamirleri Harakânî’ye dolayısıyla insan-ı kâmile aittir. Konunun başında da işaret edildiği gibi, Mevlâna ve ondan önce Hâce Abdullah-i Ensârî ve ‘Attâr, Harakânî’yi, kutb veya gavs şeklinde nitelemişti. Belki de Mevlâna burada kutbun/ Harakânî’nin sahip olduğu mânevî yetkileri dile getirmek istemiştir.)
--Rızklar da onun rızk yiyicileridir; meyveler, onun yağmuruna susamıştır.
[Şerh ; Zira suya doymuş meyveler bile insan-ı kâmilin feyizleri yağmuruna susamışlardır.]
--Dikkat et! Olan işlerde bu ‘’düğüm tersinedir’’; sana sadaka bağışlayana sadaka ver.!
--Senin bütün altın ve ipliğin fakirdendir.! Haydi! Ey fakir! Zengine zekât ver.!
[Şerh : Hakikatte sadaka veren asıl feyiz veren Allah’tır. Allah’ın velîleri ise buna aracıdır. Yani Hak’tan feyizleri alır halka verirler. Allah’ın yahut velînin halktan sadaka istemesi ters düğümdür. Bu ve sonraki beyitte velîlerin asıl amaçları, insanın ruhî açıdan yücelmesini ve mânevî tekâmüle ulaşmasını sağlamaları olduğu vurgulanmıştır.) Hz pir devamla ;
--Parça bütüne doğru ok gibi koşar; her kokmuş kocakarı (Dünya) için nasıl durur?
[Şerh ; Parça / cüzler / sâlikler (“tasavvufta mertebe-i sâniye, mertebe-i esmâ ve sıfat, kesret ve ta‘ayyunat anlamına”), bütün /kül/ kâmil mürşitler peşinde süratle giderler, saçmalıklara aldırmazlar.]
--Şeriatın canıyla takvanın canı âriftir; mârifet, geçmişteki zahitliğin ürünüdür.
[Şerh : Ârif billâh şeriatın ve takvanın ruhudur; mârifet de önceden yaşanan zühdün mahsulüdür.
--Züht ekin ekmeğe çalışmaktır; mârifet o ekinin yeşermesidir.
[Şerh ; Züht tane, mârifet de mahsuldür.]
--Öyleyse çaba ve inanç bedense; bu ekmenin canı, bitki ve hasattır.
--İyiliği emretmek de odur, iyi de odur; sırları açan da odur, açılan -sır- da o.
[Şerh : Kâmil insan/mürşid, burada Mevlâna’nın yorumu ve kendi müridinin diliyle yani Şeyh Harakânî, bütün hakikatleri hâvidir, bütün sırların denizidir. O hâlde Hakk’ın ölçüsü ve dinin kıstası, odur.) Devamla
-- Bugünümüzün ve yarınımızın padişahıdır; kabuk daima güzel özün kuludur.
-- Kulun “ene”si “lâ” da yok olunca, o zaman ne kalır? Sen düşün. Ey inkârcı!
[Şerh : Kulun varlığı/mecazî varlık yok olunca, geride ne kalır? Düşün. Sadece hakiki /Hak kalır. O hâlde “ene’l-Hak” diyen Hak’tan başkası değildir.
-- Gözün varsa aç, bak. Yoktan sonra peki artık ne kalır?
[Şerh; Eğer gören gözün varsa aç bak! Lâ/yokluktan sonra bir şey geride kalır mı? Eğer lâ ilâhe illâ Allah’ın hakikati bir kulun vücuduna yansırsa, onun mecâzî varlığı kesinlikle yok olur fenâ makamına ulaşır ve artık lâ’dan sonra, Allah hariç bir varlık kalmaz.
-- Gaybı bilen gözün önünde ve baldırlarının altında yüz binlerce aslan odun taşımaktadır.
[Şerh.; Şeyh Harakânî bir yerde şöyle der: “Allah’ın yeryüzünde öyle bir kulu vardır ki, Allah’ı anınca, yabanda bütün aslanlar (korkudan) altlarına kaçırırlar, denizde balıklar yüzmez olur ve gökteki melekler de dehşete kapılırlar; gök, yer ve melekler onun (nuruy)’la aydınlanırlar. Onun görünmez aslanları vardır.)
Bizim savaştaki haşmetimiz nereye kadardır? Nereye kadar!
[Şerhi : Talebelerimiz yani müritlerimiz bile nice ahmakların nazını çekerler. Bizi artık sen düşün.]
-- Kendisine yol bulunmayan Hak ayının göz alcı ışığından başka bir şeyin olmadığı yere kadar.!
--Haşmetimiz, mekânın sığmadığı yere, İlâhi tecellîlere kadar. O yer bütün düşünce ve tasavvurlardan uzaktır; nurun nurunun nurunun nuru.
[Şerhi; bu mertebe beşerin düşüncesi ve tasavvuru sahası dışında olan bir mertebededir. Yani Allah’ın zâtı mertebesi beşerin aklı ve düşüncesi sınırı dışındadır. sadece “nur içinde nurdur” yahut “nur üstünde nurdur” denebilir]
Hz HARAKANİ KS NİN MÜTHİŞ SÖZLERİ
Hz. Mevlânâ ve Attar Harakanî’nin büyüklüğünü ve tasarrufunu onun şu mübarek sözlerine dayanarak iddia ederler:
--“Allah bana öyle bir ayak verdi ki, bir adımda arştan yerin en dibine gittim ve yerin en dibinden arşa geri geldim; sonra hiçbir yere gitmediğimi anladım. “Ben de dedim ki: Uzun sefer de biziz, kısa sefer de biziz, nice zamandan beri kendi peşimde dolaşır dururum.
--Bir ayağımı arşın üzerine koydum, ikincisi yerin en dibindeydi; dilek kapısı kapalıydı; niyaz eşiğine inmedikçe kapı asla açılmadı; niyazdan daha üstün ibadet yoktur
-- (Hz Mevlana ) Din şeyhi (Hz Harakani) “Mâna, Allah’tır” dedi.
--Ebu’l-Hasan‘ın, “Allah’a varmak için yedi yüz bin sonsuz merdiven dayadım; merdivenin ilk basamağına ayak basınca Hakk’a ulaştım.” şeklindeki sözüne işaret edilmiştir. Yani vuslat, talepten öncedir. Bâyezîd’in şu sözüne, “Her ne varsa iki adımla elde edilir: Birini nasiplerine atar insan, diğerini de Allah’ın buyruklarına; o birini kaldırır ve diğerini atar.
--Râzî der: “Bil ki irâde büyük bir zenginliktir, bütün mutlulukların tohumudur ve irâde beşerî sıfatlardan değildir, aksine Hakk’a mürit olma sıfatı nurlarından bir parıltıdır. Nitekim Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakânî şöyle der”:
---“O istediği için biz de istedik. Müritlik Hakk’ın zâtının sıfatıdır ve Hakk Teâla bu sıfatla kulun ruhuna tecelli etmedikçe irâde nurunun aksi kulun kalbinde ortaya çıkmaz; o kul mürit olmaz.”
Hz Mevlâna Dîvân’ında ;
--''Heves devlet kuşumuz, Kaf dağından gelecek, Şiblî ile Ebu’l-Hasan’ (Harakainin) ın tuzağına av olacak''. (Mesnevi).
(Şerh; Beyitte Harakânî’nin şu sözüne gönderme yapıldığı anlaşılmaktadır.Abdullah-i Ensârî der ki: “Harakânî bana : ‘Ebû Abdullah-i Dûnî’nin şakirtlerinden biri, Şeyh’imiz mest olarak yaşadı ve mest olarak öldü”. dedi.
--- Ensârî, Harakaniye “Onun o şakirdi doğru mu söyledi? deyince, Hz Harakânînin ona: ‘O, Ebû Bekir Şiblî miydi ki, mest yaşadı da mest öldü; çünkü Şiblî’ nin, yanımda havada raks ederek, bana şükrettiğini gördüm’ diye cevap verdiğini ifade eder.”
Harakani Hz siyah aslanın üzerinde göründüğünde hanımın şeyhi hakkında söylediği kötü sözlere kızan müridine hitaben ;
--O tahammül, nefsin arzusundan değil; o, senin nefsinin hayâli dir , orada durma. Sabrım, o kadının yükünü çekmeseydi; hiç erkek aslan angaryamı çeker miydi?