Mesnevide ahmaklık hastalığına yakalanan seba kavminin helaki hakkında uzun ancak doyurucu bir anlatımı vardır. Dileyenler buradan devamına bakabilirler. Bu anlatımda hemen hemen günümüz insanının aynı davranış biçimleriyle karşı karşıyayız..Özetle nimetlerin bolluğu sebebiyle şükür nimetini terk eden seba kavmi başına gelenler idrak sahibi insana seviyesine göre anlatılır.
Hz pir Rehavetleri yüzünden seba kavminin peygamberlerin uyarılarını dikkate almadıkları şükredin emrine karşı geldiklerini bu sebeple imtila illetine yani hastalığına yakalandıklarını açıklar. Bu bölümden aldığım kısa notları önemine binaen paylaşma ihtiyacı duydum.
Hz pir konuyu üç çeşit insan metaforu ile özetler ve anlayışlara sunar..
''On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret! Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam! Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir.
Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü! Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok! Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
- Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
- Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.
- Çıplak “Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.
- Kör dedi ki: “İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.”
- Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin!
- Çıplak, eyvahlar olsun, dedi… Gelirlerse tamah (ac gözlülük) ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim! Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler.
- Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi.
- Kör de hırstır. Halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf söyler de, Kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez, fakat gene de âlemin ayıbını arar!
- Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak adamın eteğimi olur ki kessinler!
Allah, onlara bunca matah, bunca bağ, bunca bostan vermiş, sağlarından, sollarından onlara zevk ve huzur için bunca nimetler ihsan etmişti. Ağaçlardan dökülen meyvelerin bolluğundan yol daralır, geçenler, geçemez olurlardı. Yerlere dökülen meyveler, yolu kapar, yolcu, nereden geçeyim diye şaşırır kalırdı.(..)
Meyve hevenkleri, dallardan aşağılara kadar sarkar, gelip geçenlerin başlarına, yüzlerine sürtünürdü.Külhan hizmetinde çalışan aşağılık bir adam bile o kadar zengindi ki altın kemer kuşanırdı. Köpek, ekmekleri ayağıyla çiğner, ezerdi… Kurt, yiyecek bolluğundan imtilâ illetine tutulmuştu. Şehir de hırsızdan kurttan emindi, köy de. Keçi bile, büyük büyük kurtlardan korkmaz olmuştu.
Onların günden güne artan nimetlerini, onların nail oldukları şeyleri anlatsam, Mühim sözler geri kalır. Peygamberler, bunlara “Doğru olun, doğruluk yapın!” demişti! Oraya tam on üç peygamber gelmiş, sapıklara yol göstermiş istemişlerdi.“Nimetleriniz çoğalıp durmakta, fakat şükür nerede? Şükrü merkebi yatıp uyusa bile siz onu uyandırın, kaldırın! Nimet verene şükretmek aklen de lâzım.Şükretmeyen, kendisine ebedî hışım kapısını açar. Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre bedel bu kadar nimeti kim verir?Allah insana baş verir, şükür için de bir secde ister… Ayak bağışlar şükür için bir oturma diler” dediler.
Sebâlılar dediler ki: “Bizim şükretme kabiliyetimizi Şeytan aldı götürdü! Şükürden de usandık, nimetten de. Bu nimetlerden bize öyle usanç geldi ki ne ibadet hoşumuza gidiyor, ne kabahat! Nimetleri de istemiyoruz, bahçeleri de… Zevk sebeplerini de dilemiyoruz, safa vesilelerini de!(...)
Peygamberler dediler ki ''Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.” Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste! Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir. Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan, Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Allah ihsanını bekle!” der. Gündüzün “Gündüz nerede” demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!
İPTİLA VE İMTİLAYI ANLAMAK NİMETLERİN İLLETE DÖNÜŞMESİ
Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi bir dağa kaçıyordu. Birisi, ardından koşup dedi ki:
- “Hayrola… Peşinde kimse yok, neden böyle kuş gibi kaçıyorsun?” İsa, öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi. Adam, bir müddet İsa’nı peşinden koştu, ardını bırakmayıp bağırdı:
- “Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun. Merak ettim.Ardında ne aslan var, ne düşman… Ne bir şeyden korkmana lüzum var, ne bir şeyden ürkmene sebep! O tarafa doğru neden koşuyor, kimden kaçıyorsun a kerem sahibi?”
- İsa dedi ki: “Bir ahmaktan kaçıyorum. Yürü, benim yolumu kesme, kendimi kurtarayım!”
- Adam dedi ki: “Körün gözlerini, sağırın kulağına açan Mesih sen değil misin?
- İsa “Evet, benim” dedi.
- Adam “gayb afsunlarına me’va olan. O afsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp dirilten padişah sen değil misin!” dedi.
- İsa “Benim” dedi.
- Adam dedi ki: “A güzel yüzlü, topraktan kuşlar yapan sen değil misin?!”
- İsa. “Evet benim” dedi.
- Adam “Peki, öyleyse ey tertemiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun? Âlemde bu kadar mucizelerin varken senin kullarından olmayan kim?”
- İsa dedi ki: “Teni eşsiz örneksiz yaratan, canı ezelden halk eden Allah’ın tertemiz zatına ant olsun… Onun pak zatiyle sıfatları hakkı için… Felek bile yenini, yakasını yırtmış, ona âşık olmuştur. O afsunu, o İsm-i Âzam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu. Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı! Ölüye okudum dirildi. Hiçbir şey olmayan, vücudu bulunmayan şeye okudum, meydana geldi, bir şey oldu!Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi.Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile etmedi. Âdeta kuma döndü, ondan bir şey bitmesine imkân yok!”
Adam isaya , “Allah adının köre, sağıra ölüye tesir edip de ahmağa tesir ermemesinin hikmeti ne? Onlar da illet, bu da illet... Neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?” dedi.
- İsa dedi ki. “Ahmaklık, Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptilâdır. İptilâ, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Allah da… Fakat ahmaklık (İmtila), öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat (zararlar) verir, onunla konuşana da! (Ahmaklık uyuz gibidir herkese bulaşır). Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!” İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü.
Tut ki âlem, güneşle, nurla dopdolu… Sen, kör gibi karanlıklara gittikten sonra elbette ondan uzakta kalırsın, mahrum olursun!O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette nasibin olmaz! Sen köşkten çıkmış, kuyuya girmişsin. Bu geniş âlemlerin ne günahı var? Kurt huylarıyla huylanmış olan ruh, Yusuf’un yüzünü nasıl görebilir, söyle!
PEYGAMBERLERİ TASDİK EDİN
Ey Sebâlılar, peygamberleri tasdik edin, Allah’a olan ruhu tasdik edin! Tasdik edin; onlar doğmuş güneşlerdir… Onlar sizi kıyametin azaplarından kurtarırlar. Tasdik edin; onlar kıyamet kopmadan önce, oraya varmanızdan evvel sizi de nurlandıran, âlemi de nurlandıran aydın dolunaydır. Tasdik edin; onlar karanlıkları aydınlatan ışıklardır… Ulu tutun, ağırlayın… Onlar, rica ve niyaz anahtarlarıdır. Hayrınızdan başka bir şey dilemeyenleri tasdik edin… Kendinizden başka kimseyi azdırmayın, kimseye tecavüz etmeyin...
AHMAKLIK BAĞINI ANCAK HZ AHMED ÇÖZER
Onların ağızlarını mühürledik” âyetinin mânasını bil. Yolcuya bu, mühim bir şeydir. Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür kaldırılır. eygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar. Açılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı.O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere. Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.Onun gizli, aşikâr işi, daima “Yarabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir. Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur. Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek.Bu yüzden son peygamber olmuştur. Sanatında son derece ileri gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir demez misin?
Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen.Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açılık içinde açıklıktır,açıklık içinde açıklık.Onun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüz binlerce aferin ! Onun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır. İster Bağdat’tan olsunlar, ister Herat’tan, ister Rey’den. Su ve toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar.
Gül dalı, nerede biterse bitsin güldür. Şarap, nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır. Güneş, isterse batıdan baş göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil. Allahm, sen örtücülüğünle ört, ayıp görenlere bunu gösterme, onları kör et. Allah, ben, eşi olmayan güneşle kötü huylu yarasanın gözünü bağlamışım dedi.Bakışı noksan yarasanın gözünden, o güneşin yıldızları da gizlidir.''