Hayatın içinde saklı bir sırrı daha var ki, o da Allah Teâlâ’nın rahmet sıfatıyla insanı ömründe bazı kereler ''İNKITAYA'' uğratarak imtihan etmesidir.
Yani Hakk’ın insanı bir halden başka bir hale dönüştürmesidir.
Bu yüzden İnsan hiç karşılaşmayı düşünmediği şeylerle karşılaşır.
Yüz yüze gelir. Bunun gayesi insanı sınamak içindir.
Yüce Allah insanı bazen yoklukla ve yoksullukla sınar, çünkü yoklukta hakikatin sırrı saklıdır. Bu insana olgunlaşması için verilen çok büyük bir lütuftur. Ancak çoğu insan bunu anlamaz yokluğa ve yoksulluğa isyan eder. Şikâyet eder lanet eder. Kendi kendini kahreder! Çünkü insan Rabb’ine karşı çok nankördür ve çok acelecidir. Buna karşın ise Allah, Rahman ve Rahimdir.
Settar’dır; Günahları ayıplarını örten ve çok Bağışlayandır.
İnsana Mühlet verendir.
Halbuki İnsan, dünyada yoksulken yani ihtiyaca düştüğü zaman gerçeği anlar. Yoksul ve ihtiyaç halinde iken hayattan bir şey anlamayan insan varlığa kavuştuğunda hakikati nasıl anlasın? Bu çok zordur. Çoğu İnsanın ömrü gaflet ve isyan içinde hayatın şatafatı içinde yok olup gider.
Çünkü yoksulluk derdi insanı derin düşünceye sokar, insanı sorunlarıyla baş başa bırakır, o isyan ettiği dert aslında ona çareler arattırır. İnsan o zaman bir türlü göremediği şeyleri görmeye bir türlü anlayamadığı şeyleri yeniden bir başka anlamaya fark etmeye başlar. İnsan o zaman kafasına vurur. Yani insanın aklını başına O dert ve sıkıntılar getirir. Bu yüzden dert insana lazımdır. Çünkü onu olgunlaştırır. Düşündürür. Kararlar aldırır. Dert imtihan için bir vesiledir. Hakkın ilminden ve yine onun izniyle insana gelir ve gider.
İnsan bu dert ve sıkıntılar karşısında anlayışınca olgunlaşır insanlaşır. Bu anlayış sonsuzluğa kadar sürer bir durağı ve sonu yoktur bunun hayatta iken de öldükten sonrada devam eder. Kısaca insanın kim olduğu yokluk anında ve halinde belli olur. Zira bir musibet bin nasihatten evladır demişlerdir. Peşin sille veresiye keremden iyidir çünkü İnsanın aklını başına getirir.
Madem olgunlaşmak, hayatı ve hakikati anlamak istiyor insan o zaman derin sessizliğin ona kulak kesildiğini bilmesi onunda bu derin sessizliğe kulak kesilmesi gerek! Verdiği manaları yani dilsiz dudaksız kelimesiz söylediklerini anlaması duyması gerek.
Bu seziş ve görüş insanın dışında ve içinde olur. Dıştaki görüş sadece yalnız baş gözüyle olmaz. O göze birde ibret gözlüğü lazımdır. Ancak o zaman görmek, anlayışa dönüşür. İçteki anlayışlar ise ilhamlar ve manalarla olur. Manalar latiftir elle tutulmaz gözle görülmezler. Ancak bir hale büründüğünde yani şekle dönüştüğünde onları görebilir anlayabilir insan. Dıştaki sembollerin yani şekillerin manasını insana ne söylemek istediğini anlamaya çalışmalı insan.
Yaratılmış her şey aslında insana bir şeyler söylüyor ama insanın söyleyişine benzemez. O başka bir söyleyiştir. Bunun gibi nice söyleyişler anlatışlar var ki onlara bu özelliği Hak vermiştir. Ancak ibret kulağı ve gözü olanlar bu söyleyişi duyar anlar.
Dünyada yaşadığımız tekrarların sebebi bir şeyleri insanın beynine ve kalbine bir mana vermek yani çakmak içindir. Gafletten uyandırmak içindir. Anla artık gör artık demek içindir. Yani ders vermek içindir. İnsanın hayatı boyunca sürekli tekrarlanır durur. Sınıfta kalan bir çocuğun tekrarı gibidir.
Alem insan için yaratılmıştır. Tüm bunlardan meram kendinde önce alemi sonrada saklı ADEM’İ bulman kul olman içindir. Yani Kendini tanıman içindir. Ama sen kendini pek ucuz biri gibi değersiz sanıyorsun ve kıymetini bilmiyorsun. Halbuki bu alemden maksat insandır. İnsan dan maksat ise o soluk. Alemde ne varsa ademde de o vardır. Bütün alem senin için yaratılmıştır. Öyleyse kendine iyi bak.. Kendini düşün!
Hakikati gerçeği bulmaya anlamaya çalış zorla kendini! Dünyadaki bu semboller şekiller, işaretler bana ne mana vermek istiyor, ne demek istiyor bunlar de! Yani bu doğuşlar bu ölüşler, bu mevsimler, bahar kış yaz, açan çiçekler yağan yağmur ve karlar, bulutlar, şu ağaçlar, bitkiler bu ay güneş, felekler, gece gündüz, şu sabah şu akşam, şu yaşayıs, ayrılık kavuşma, yok oluşlar, nereden geldik nereye gidiyoruza bi dur deyip, bana ne anlatmak istiyor demeli insan. Kendi kendine sormalı insan. Bana Israrla anlatmak istediği söylemek istediği bir şey mi var acaba düşünmeli.
Bu sessiz düşünceler ve sessiz sözler, insanın hakikatte ki konuşma dilidir. Ancak gözleri görse dahi, gerçekten özü kör olanlar bunu anlayamaz yani göremez.! Bu sözü ve sesi ancak, dünya ve içindekilere gönülden bağı olmayan insan duyar. Bu alemin bir tarafı gaflet ve delalet, diğer yönü ise ibret ve idrakten ibarettir. Gönül ve kalb ibret ve idrak mahallidir. Akıl ve nefs ise gaflet ve delalete yakındır. Velev ki yönünü ruha döndürmesin. Bu her insanda böyledir. Kimin gözü açık aklı uyanıksa o dur ondan fazlaca istifade eden.
Gönül bağı, soy bağına yani ten bağına benzemez. Gönül bağı ruhların bağındandır. Soy bağı ise tenlerin vasfıdır. Yani ruhun özelliği, bu tabiatın yani ten özelliğinin tam aksidir. Birbirlerinin zıddıdır Birbirlerine benzemez.
Hz. Mevlana; “Esasen bu dünya sizin ruhlarınızın hapishanesidir; tez elden, kendi ovanıza doğru gidin. Bu dünya sınırlı, o dünya ise esasen sınırsızdır. Şu nakış ve suret, o anlamın önünde bir engeldir.” “Bu dünya yoktur aradığını varda ara. Şeklin, suretin sıfırdır, istediğini ANLAMINDA ara. İnsanın dünyası, görüşü ne kadarsa o kadardır. Gözü bu kadar olunca, denizi de ona göredir. Buyurmaktadır.
Hz Pir bu beyitte bir ipucu vermektedir. O da insana çoğu şeyi anlamında ara demektedir. Bil ki şu yaratılan nakış ve suret anlamaya engel oluyor demektedir. Zira İnsanın görüşü görebildiğiyle sınırlıdır.
Bu söyleyişler ve anlayışlar her bakanın görüşüne göre değişir. Bu değişmeler anlatışta ve görüşte olduğu gibi sözlerde de olur. Aslında İtifak ve hakikat özedir. Manayadır. Tevhidedir. Yani varlığın vermek istediği yani taşıdığı anlamadır. Yani ona yüklenmiş ve verilmiş bu özelliğe birliğedir.
Kalıbta kalan her anlayış ve görüş maddeperesttir. Müminlerin kalıba değer vermezler ancak bu kalıp maksatlarına ulaşmak için geçici bir süre istifade etmek içindir. Yoksa ona aşırı değer vermeleri ona inanmaları sebebiyle değildir. Müminler kalıptan mukayyet bir zaman ve ölçüde istifade edip sonra bırakacaklarını bilir asıl yurtlarına isteyerek te istemeyerek te olsa çekilip götürülecekleri inancına sahib kişilerdir.
O yüzden müminler dünyaya pek kıymet vermezler. Müminler yeryüzünde Hakkı hakim kılan ve üstün tutan insanlardır. Haktan yana ve onun sözlerinden yana taraf ve saf tutan, ona dayanan güvenen sığınan kişilere mümin insan denir. Yani müminler dünyaya ve onun içindekilere dayanmaz güvenmezler. Dünya içindekilerin geçici olduğu sonrada yok olacağını kesin olarak inanırlar. O yüzden onları dünyayla ve içindeki servetleriyle kimse korkutamaz.
Ne kadar zorda da olsa insan yine de imtihanda olduğunu unutmamalıdır. Sabretmeli iyi düşünüp ibretle bakıp anlamaya çalışmalı. Çünkü insana hayatın zor gösterilmesinin sebebi; tahammülünün sınırlarını görmek ve ardında ne sakladığını ortaya çıkarmak içindir. Çünkü hep onu ararlar..! Çünkü sen osundur! Yani İçindeki gizli sensindir. Bir bak bakalım sen nasıl birisindir. O yüzden güzel düşünmeli ve güzel yapmalı insan..! Hakkın tarafında olmalı insan
Güzel bir hayalin gerçekleşmesini istiyorsan, önce güzel bir niyetinin olması güzel bir düşünceye dönüşmesi gerek.! Zira güzel hayaller, güzel düşüncenin bir ürünü, gönül dünyamızın bir görüntüsüdür. Gönülde iyi ve güzel olan her hayal her düşünce muhakkak hakikat aleminde can bulur ve ahirette bir gerçeğe dönüşür.! Aksi düşüncede böyledir. Biz müminler buna inanırız. Başkaları inanmasa da. Zira bu yaşadığımız alem ahiret aleminin aksidir. Yani bu dünya ve felekler gayb aleminin aksinden yaratılmıştır. Tersi tersine birbirlerinin aksi yönünde işleyen dönen çarkı düşün..! Tefekkür et.! Bil bakalım işlerin işleyişi nasılmış..!
Aklı başında olan ve dünyanın gerçekliğini kavrayan insanlar, bu dünya hayatının nimetlerinden de yararlanarak öte dünya hayatına hazırlanır ve bu dünya için gam çekmezler. Gamı ancak cahil olan insan Hakk’ın ne olduğunu bilmeyen isyan eden insan çeker. Allah böyle olmaktan bizi korusun. Amin.
Ahmet Düzgün