Kâinat manaların tabii suretlerinden ibarettir.
Birçok sır mana ile suret arasındaki münasebette mahfuzdur.
Mana ile suret arasındaki münasebet ne kadar anlaşılırsa hakikate o kadar yaklaşılır, anlayış ne kadar net olursa hakikat arayışı o kadar kolaylaşır.
Küçük âlem (insan) ve büyük âlem (Kainat), Allah Teâlâ’nın isimlerinin ve sıfatlarının aynalarıdır.
Yaratılmış her varlığın bir manası vardır.
Hepsi de bir birinin özelliğini taşır.
Özetle alemler manaların kalıplaşmış halidir.
Maddi ve manevi alemler, mukaddes manaların latif yahut kesif suretleridir. Mevcudun mücessem hale gelmesi Hakkın ilminin emri ile tenezzülünden ibarettir.
Yüce Allah cc, alemlerin ilm halinden mağlum hale gelmesini dilemesi ile söz veya kelimeye, süret veya şekle, fiillere dönüşmesiyle ortaya çıkar. Ama hak tüm yaradılmıştan mustağnidir. Manaların yaradılış tertib ve terkibi levh mahfuzda ilahi bir ölçü ve sünnetullah üzeredir. Ehli sünnetin görüşü budur. Âlem, Allah ın ,fani ve izafi olarak yarattığı tüm varlıklara denir. Varlığın taşıdığı mana, onda görünmez olan gücü ve ruhudur.
İNSAN VE MANA
Varlıkta ki mana ne ise insanda ki mana yani düşüncede onun gibidir. İnsana kainat kitabının bu sebeble özüdür denir. İnsan tüm varlığın özünü barındıran küçük bir numunedir. İnsan dan alemler bilindiği gibi alemlerden de insan tanınır. İnsan manasıyla, ya yücelir yahut alçalır. Zati bütün işlerin aslı yücelmek ve alçalmaktan ibarettir. İnsan hakikatin cüzlerine cami olduğu gibi yüce ilahi nefha yani mukaddes emaneti taşıyan bir varlıktır. Yani hakikati anlayacak istidat ve kaabiliyet sadece insana verilmiştir. Başka hiç bir varlığa verilmemiştir. İnsanın manası onu çok yüce kılar. Onun gücü ve ruhunu oluşturur.
İLMİ SURET (FİKR) NEDİR
Varlığa veya kelimelere henüz dönüşmemiş her mana, Hak indinde teayyün halinde yani ilmi süret halindedir. Tüm bu eşya ve varlıklar yaratılmadan önce Hak indinde ilmi süret halindedir. Buna ayanı sabite denir.İlmi süretler, Hakkın gaybinde imkan verilmiş lakin henüz şehadet aleminde mekan verilmemiş latif bir halde mahfuzdur. Emri ilahi ile ancak zahir olur. Bir teşbihle gerçekleşmeden önce akıl veya kalbteki bir fikir, niyet ,murad yahut kasd halinde olan mana gibidir. Şehadet aleminde yaratılmış her şeyin kesif veya latif muhakkak bir kalıbı ve ismi vardır.
İNSANDAKİ DÜŞÜNCE (FİKR)
İşte insanda bunun gibidir. İnsandaki düşüncelerde gerçekleşmeden önce akılda ve kalbte ilmi süret halinde mahfuzdur. Ancak bu fikirlerin geldiği sonsuz bir deniz vardır. Bu fikirler emir ile mütevekkel bir melek vasıtasıyla insanın aklına veya kalbine gelir. Akabinde düşünceye yahut bir fiile veya kelimelere bürünür eyleme dönüşür. Bu sebeble kalıblar, manaları ile anlam kazanır isimlenirler. Mahlukun içinde manasız hiç kalıb yoktur. Mekansızlık alemi için dahi böyledir. Çünkü mekansızlık alemi isimlenmiştir.
İNSANDAKİ GAYB
İnsanın cismine nispetle, düşünce dünyasıda kendi içinde ki yokluk alemine yani gaybe bir remzdir. Gösterilmeyen ve biçimlenmeyen yer insanın gaybıdır. Elle tutulamaz tarif edilemez .Ancak bir ima, sima veyahutta eserle ortaya cıkar. Esmalar, isimlerin tam ekmel halidir.Oluşlar işte esmaların tecellisi ile gaybten, istidatlere uygun isimlere ve simalara dönüşür. İnsanın alemden tabiatın tesirlerinden uzaklaşıp sukunete bürünmesi yani fakrı nisbetinde kendine yönelmesi bir nevi gayb tır.
DİĞER ALEMLERİN UNSURLARI
En alçağından en yücesine (arşa )dek alem mertebelerinin unsurları farklı farklıdır. Mahiyeti bilinmeyen alemler hakkında ayet ve hadislerle izah edilmiş, hepsinin kendi şartları içinde ayrı unsurlardan yaratıldığı belirtilmiştir.
Bu ayrıca uzun babtır. Her alemin içindeki varlıklar, bu alemin unsurlarına göre, kendine has ruhu, nuru, aklı ,dili ,şekli ve sureti vardır. Bulunduğumuz yeryüzü ve içinde yaşayan varlıklarda öyledir.
ESMA VE SIFAT DENİZİ
İsimlerin ana kaynağı hakkın itibari sıfat denizleridir. Hakkın sıfat denizleri varlığın ilk cevherini ve arazının kaynağıdır. Varlık , o nun ilmi ve izni ile bu sıfat denizinden şehadet alemine sayısız isim, bilgi , eşya ve fiil mevcuda gelir baş gösterir. Hak varlığına zati tecelli ettiği gibi sıfatlarıyla da tecelli eder. Alem işte bu sıfat tecellisinden ibarettir. İsimlerin ruhu onda bulunan iradedir.
HER ANLAYIŞIN GÖĞÜ ,SEMASI VE ARŞI VARDIR.
Manayı, kim doğru bir temel üzerine bina eder, maksatdan ayrılmadan izini sürerse kurduğu binanın yani anlayışın sağlamlığı yüksekliği (yüceliği), güzelliği ona göre olur. Her anlayış samimi taleb ve tefekkürle büyür ve genişler. Her düşünce ve anlayış kendi içinde arz dan arşa değin bu bina gibidir.Anlayış bu mertebelerde farklara ve hayrete dönüşür. İnsanda alemlerin nispetleri nasıl mevcutsa anlayışında yerden gökyüzü ve semasına değin mana aleminde nispetleri vardır. Yani her doğru anlayışın kendi içinde gökyüzü,ayı, yıldızı, güneşi, seması nihayet arşı vardır.
Anlayışta bu nispetler den hangi eksikse o bilgi o derce noksandır.Doğru olan bilginin kemali ,bu nispetlerin teyidi iledir. O zaman külli aklın bakışına ve görüşüne mazhar olur insan. İnsan bilgiyi, bu nispetlerle olan ünsiyeti , kurbiyeti derecesinde elde eder. Bilginin noksanlıktan ekmel ve kemal hale gelmesi, ayın hilal halinden dolunaya dönüşmesine benzer.
BEDEN VE RUH
Rûh ile cesed, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı tır. Rûh, her şeyden dahâ latîf, olduğundan, madde olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine izinle girer. Ruhun bir özelliği de budur..İnsan ile alem arasında maddi yani unsurlara nasıl bağı varsa manevi yönden (kayıtsız) bir bağıda ruhuyladır. Genel olarak alemin insan ruhu ile ,insanın ruhunun da insan kamil ile ,insanı kamilin ruhunun da hakikati Muhammedi ile ve nihayetinde onunda Mutlak zat ile bağı vardır. Ancak bu bağın keyfiyeti sır dır.
İNSANIN ve KAİNATIN İÇİNDEKİ KUVVELER.
Kuvvelere kuvvetler de denir.İnsanın ruh ile cesed arasında görünmeyen ancak hissedilen kuvveleri mevcuttur. Bunlar insana tesir eden çesitli his ve duygulardır.Alimler bu kuvvelere hayvani ve ulvi his duyguları der. Bu kuvveler şeytani, nefsi olabildiği gibi,akli meleki ,kalbi ,rahmani dir .Bunların vucudda tesir ettiği bir de mahalli vardır. Bu mahaller insanın iç organlarındadır.
Bu kuvveler gaybin varlığına da ayrıca bir örnektir. Nefse, akla ve kalbe gelen her düşünce yahut mana, bu kuvvelere iyi yada kötü tesir edicilerin tesirlerine göre yön bulur.İnsan vucudun da ki her organın ,yerden dokuz kat semaya ve içindekilerle bir nisbeti bağı varsa, kainatında emrine ram olduğu bir bağı vardır. Yerden semaya yani arşa dek sorumlu melekler tarafından iadre edilirler.Ancak insan irade ve ihtiyarı ile kainattan ayrıdır..
BEDEN İLE RUHUN ANLAYIŞI
Her iki varlığın anlayışı taban taban zıttır.Şeriat bu zıtlığın sulhudur. Bedenin anlayışı tabiata doğru bir çekiştir ruhun anlayışı ise tabiatın unsurlarından tamamen uzaktır yani manevidir.Beden duygularıyla ruhun anlayışı anlaşılamaz kavranamaz. Burada anlayış,aksin görünüşüne doğru oluştuğu gibi görünüşünde aksine doğru oluşur.Yücelerin anlayışı ile alçakların anlayışı bir biriyle kıyaslanmaz.
Beden ile ruhun anlayışını İyi anlamak gerekirse tersine çakılı nal izlerinin örneği gibidir. Güneş ve gölgenin her birini ayrı bulunduğu konaktan birbirine bakışı ve görüşü gibidir. Doğru anlayışlar nefsin tezkiyesi ile başlar kalbe gelir oradan pak olan ruha ve sırra, yücelir aslına varır.
MUHABBET VE İSTEMEK
İnsanın hareketine sebeb olan her şey, bir şeye olan muhabbetinden,onu istemesinden, murad etmesinden başlar. İsteksiz muratsız hiç bir şey yapmaz insan. Hakkın Kainatı yaratmasındaki sır da bur da gizdir.Bu da anlayan insana bir remizdir.
Yüce Hakkı anlamanın duygusu bu cihanın ve halkın anlayışının ötesinde ancak ilahi duyguyla olur. Yani hakikat bilgisi, beser ve tabiattan kaynaklanan ve tesirinde kalan bir görüş ve anlayışla olmaz. Zira Allah cc beşeri, tabiati duyguların ötesinde olduğu gibi içli duyguların da çok ötesindedir. O aliyyül ala dır. .