Karşılaşılan bir bela ve musibet anında inanan insanın gerçek kişiliği ve kimliği ortaya çıkar. Gücünü huzurunu servet ve dolarlarından alanlarla, imanından alanların yol ayrımı işte burada başlar ana kadar insanların aralarındaki farkı görüp gözetmek pek mümkün değildir.
Gaybın sahibi olan Allah’a iman, insana bu dayanma gücü ile kendini gösterttirir. Bir felaket ve musibet anında kim daha fazla dayanıklı kim değil bu çok önemlidir.
İman iradesi güçlü ve kuvvetli olan insan burada ortaya çıkar.
Nice ameli çok insan var ki içlerindeki dünya ve servet sevgisi sebebiyle hayırlarını elleri titreyerek yaparlar. Bu mülkün sahibinin gerçekte Allah olduğunu ve geçici olduğunu unuturlar. Ancak sevdiklerinden gönülden severek fedakarlık yapmadıkça yani paylaşmadıkça kamil mümin olamaz insan.
Hak yolunda yapılan cihat malla ve bedenle direyce Allah kendine borç verecek müminleri kendine çağırmaktadır.
Kur'an, müminlerin özelliklerinden bahisle müminlerin kazanmaları ve harcamalarının Allah için ve onun yolunda olduğunu bize buyurur.
Müminlerin bu özelliği Allah tarafından övülmüş bir vasıftır.
Kim daha ziyade bu vasfa layıksa odur rızasına yakın olan.
Görünmeyene yapılan yatırım ölümsüzdür. Müminler buna inanırlar. Görünene yapılan yatırım ise kıyamet kopana kadardır. Materyalist yani maddeperest insanlar, karşılığını dünyada görmediği bir şeye kolay kolay yatırım yapmaz yapamazlar.
Korkarlar.
Çünkü bu onun aklının almayacağı mantığa aykırı bir şeydir.
Ama mümin olanlar için bu öyle midir asla öyle değildir. Yaptığı islerin ve yatırımın karşılığını bu dünyadan beklemeyenler mümin vasıflı insanlardır.
Hiç bir kişi kendini sipariş vererek istediği anda şu veya bu babadan doğarak bu dünyaya gelmemiştir. İnsan bir hiçken daha bir düşüncede bile değilken insana ne oluyor ki, kendi varlığıyla düşüncesi ile yani aklı ile böbürleniyor.
Kendi aklına güveniyor.
Kendinden başka bir aklın kendini yarattığına ve onun üstünlüğüne inanmıyor. Bu insanın kendine inanmasından ve kendisine tapmasından kaynaklanmaktadır.
İşte bu insanın kendini kibirlenmesidir. İşte gerçek körlük budur.
Kur’an’daki körlüğün tarifi ibretlik bir tariftir. Gözler kör olmaz lakin kalpler kör olurdan meram şudur; Mutlak var olduğu halde tesir edeni yani görünmeyen gerçek Faili idrak etmemek ve görmemektir. Ona dayanmamak ve güvenmemektir. Yani Ona inanmamaktır!..
Müminlerde tam aksine görünmeyeni ararlar, onun emirlerini canla başla yerine getirirler ona inanır ona güvenir ram olurlar. Yatırımlarını o görünmeyene yaparlar. Dünyanın vaatlerine değil Hakkın vaatlerine inanırlar.
Halka karşı çok merhametlidirler. İnsanlardan yaptıkları iyilik ve işler karşılığında bir şey beklemezler. Kınamasından da çekinmezler. Onlar ancak Allah’ın kınamasından korkarlar. İşte kalb gözü açık olanlar bunlardır.
Ancak maddeperestlere göre müminlerin yatırımları hiç bir zaman karşılığı olmayan işlerdir. Onlara göre bunlar aptallık gibidir boş işlerdir. Çünkü yapılan bu amel ve işleri akla ve mantığa aykırı görürler.
Aslında aykırı görüş ve bakış onları düşünceleri olduğunu idrak edemezler.
Ülkemizde yaşadığımız son günlerde ümidini ve inancını servetine malına mülküne dolarına bağlayan insanlar ile Hakka bağlayan müminler arasında çetin bir sınanış gelip çatmıştır.
Çoğu insan devletine milleti için yastık altındaki saklı servetleri bozdurup ekonomiye katkıda bulunması bekleniyor. İşte erdem inançta burada ortaya çıkıyor. Bu fedakarlığı yapmak çoğu kişiye aptallık gibi gelebilir ama bu hareket ümmetin ve devletimizi güçlenmesi için tüm şer güçlere karşı bir duruş sergilemek içindir.
Yusuf kaplan hocamızın da belirttiği gibi Türkiye, dünyanın ruhu ümmetin mazlumların umudu, zorbaların kâbusudur.
Hak ve Bâtıl mücadelesi; Hakkı üstün tutan, ona hizmet eden gaybe yatırım yapan inananlarla, Hakkı kabul etmeyen nefsi ve şeytana esir olan, batıla hizmet edenlerin arasında geçen çetin bir mücadeledir.
Bugün pek çok dünya ülkesini hâkimiyeti altında bulunduran güçler, İblis’in ilk insanın yaradılışında gösterdiği isyan ve kibrin aynısını göstermekte ve büyüklenmekte, kendilerini “süper, yenilmez güç” olarak görmektedirler.
Ancak Bâtıl, kendini ne kadar güçlü gösterirse göstersin, pek zayıftır; çünkü imandan ve Allah’ın yardımından yoksundur. Zalimler, Kafirler, hainler istemese de Allah nurunu muhakkak tamamlayacaktır.
Tevazuunun eşitliğin adaletin yüksek ahlakın hakim olduğu bir iktidar mutlak bir gün gerçekleşecektir. Allah'ın vaadi haktır.
Ahmet Düzgün