İnsanın dine olan kini, ya kâfirliğinden yahut da cahilliğinden başka bir şey değil de nedir.
Kafirlerin dine karşı olan kinini ve düşmanlığını anlar biliriz fakat inandığı halde ihtiyacını inançlarının önüne geçiren, dinine düşmanlık eden şu Müslümanı tanıyamıyoruz.
Kimliğini bulamıyoruz.
Nasıl inanırsanız öyle yaşarsınız gibiyiz...
Yahut doğru anlatamıyor kimse din derdini ve gayesini bu millete. Çoğu Müslüman alıştığı dünya ihtiyaçlarını din zannediyor.
Sanki ona tapmış.
Onsuz yaşayamayacağını sanıyor.
İhtiyaçlarına en ufak bir halel geldiği yada dokunulduğunda kinleniyor.
Akabinde ise isyan, nefret, sövmek almış başını gidiyor..
İnsanlar elinden oyuncağı alınan çocuklar gibi. İnanan kişinin olmazsa olmaz şartları neydi onları unuttuk, sabır ,vefa, kanaat ,fedakarlık, istiğna ,acz, fakr, fütüvvet gibi güzel vasıflar değil mi ama gel gör ki iş tam tersi.
İnsaf denen bir güzel huyumuz vardı i oda kalmadı.
Aksine ve hırsına bir gidiş var..
Yani baltayı taşa vurmayı biliriz de taşı kaldırıp baltanın ağzına vurmanın ne manasını hadi bırak mantığını anlayamıyoruz. Her devlet kendi halkının refah düzeyini arttırmak için ekonomik tedbirler alır.
Ama oda geçmişin den gelen miras ve enkaz ilişkisine bağlı.
Kimsenin elinde sihirli değnek yok ki. Komik ama gerçek olan fıkra şu;
“bu lokanta da yemek ye. Parayı torunun ödesin.. işleyişi başımıza bela..
Sen de işte bu geçmişin faturasını ödüyorsun..
Mesele bu..
Kusur aramanın münkir olmanın lüzumu yok.
El insaf..
İyi olan çok şey yapıldı bu memlekette ve yapılmaya da devam ediyor ama sabreden yok .
Hepsi de geçmişle kıyas götürmez derecede ciddi işler.
İhtiyaçlarımıza ve konforumuza engel olan suçluyu arıyoruz ve sağa sola saldıran zincir kıran boğalar gibi olduk..
İnanmayanlarla birlikte aynı düşmanca çoşkuyu yaşıyoruz fikir birliği içinde hareket ediyoruz.
Sebebi ise ihtiyaçlarımız. İnançlarımız ne olacak.
Ercesine düşünen yok..
Kulak asan yok. Azgınlık sarhoşluğu bu olsa gerek. Yani dine olan iman, ihtiyaca dönmüşse, kafirin kiniyle beraber olmuşsa daha yapacak çok işimiz var demektir..
İnananların İhtiyaçlarının azgınlığı, dine kin güden kafirlerle birbirini aynı safta toplamış AYNI RUHA SAHİB OLMUŞSA burada bir durup düşünmek gerek.
Çoğu Müslümanın tarafı belli değil..
Kargaşadan nemalanan hain cemaatin varlığı da ayrıca cabası...
Öyle müstahak edilmişlikler var ki Hakk hilmi onu tehir etmiştir.
Bazı öyle müstehak edilmişliklerde var ki tehiri mümkün değil anında karşılığını bulur.
Kuranda bununla ilgili onlarca ibret kıssası mevcut. Kaza, ilahi hatırlatma ve işlerin çoğuludur. Nihayetinde İkazlı ikazsız gelir seni ve beni bulur. Yakalar. Kuşatır..
Aciz kalırsın kalırız vesselam..
İstanbul depremine iki farklı bakış var.
Birisi fiziki diğeri ise manevi bakış ve görüş..
Biz inananlar tartışmasız manevi sebebe bakar inanırız.
Deprem inananlar için manevi ve ilahi bir ikazdır.
Herkese ibret mesajı taşır. İnanmayanlar için böyle bir durum söz konusu değildir.
Çünkü onlar maddeye yani fiziki tesir edici sebeplere inanırlar.
Ancak fiziki sebepler hakkın eşyaya yüklediği ilahi ölçü yani takdir ettiği bir mihver üzere hareket eder.
İnananlar için her iki halde de değişmez.
Akibet ortadadır.
Görünen sonuç İnsanlığa Hakk’tan uyarı niteliğinde bir mesajdır.
İnanmayanların hadiselerden inananlar gibi sonuç çıkarmasını beklenemez pek azı istisna.
Çünkü onların çoğu kalıba bağlı olduklarından sığ düşünür. Yani düşünceleri kalıplarla kayıtlıdır.
Müminler hiç bir kalıba bağı olmayan kayıtsız bir vara inanırlar.
Hak kayıtlı bir bir var değildir ne varlıkla nede yoklukla kayıtlanamaz. Çünkü varlık ve yokluk yani her ikisi de yaratılmıştır..
Hak, varlık ve yokluk alemlerinin çok ötesinde dir bilinmeyen bir ama dadır...Ve hiç bir vasıfla vasıflanamaz.
Kıyaslanamaz.
Kayıtlanmaz.
Burayı iyi anlamak gerek;
Bir mesele sonsuz gaibe iman meselesidir.
Mümin bu sonsuz genişlikteki gaybi ancak hakkın ona verdiği ilahi mehengle bakar görür anlar.
Müminlerin tefekkürü ve inancı alemler üstüdür.
Maddeyi de aşar yokluğu da..
Kayıtlanamaz.
Şimdi akıllı,izanlı ve imanlı kişi o akibete vicdanla bakar mesajı anlamaya çalışır.Acaba bu zararsız ziyansız başa gelen vakıa nedir.? Nereden gelmiştir.Niçin gelmiştir.Niye zaiyat yoktur. diye düşünür..
İşte Allah kahrı içinde insana sunulan lutuf böyle olur. Ancak aksi durumda pek mümkün..
Yani sen yine de pek emin olma yine temkin içinde ol demektir.
Emin olma ki beterin daha da beteri var..
Yani aklını başına al ve haddini aşma,,,
Orada dur.
Artık ihtiyaçların için azgınlaşma haline şükret kanaat et demektir.
Her iki halde depremin zuhur etmesinin sebebi istanbul halkının tercihlerindeki azgınlığının tetikleyici olduğu manası inananlar arasında kabil bir görüştür.
Bunu hiç bir inanan inkar edemez.
Bütün işler Hakkın tesiri iledir bu tesirlerde kulun kendi kendine aranması vesile olur..
İnsanın çağırdığı istediği iyi yada kötü şeylerin muhakkak bir karşılığı vardır.
Ona göre bir karşılık bulur.
Yani Kul azmadıkça hak bela yazmaz yahut göndermez.
Yani iş o hadde gelince sır olan ilahi ikaz yüce bir emirle açığa çıkar tüm dehşetiyle vukua gelir. Der ki; İşte ısrarla arandığınız çağırdığınız fiyat biçilmez miktar benim, şimdilik size biz ölçüyle gönderildim..
İbret almaz azgınlaşmayı bırakmazsanız.. ziyadesini bekleyin.. der gibidir..! İnsanın dine olan bu kini lezzet halini almış ve serhoşu olmuşsa felaketini beklesin.
Tevatür rivayetler hep bu yönde bunda asla ihtilaf yok belki tehir var bunu bilemeyiz...İnsan kendini duyan gören kalplerinden geçirdiklerini bilen 'BİR' i yok mu sanıyor hala..!?.