Mustafa Tatcı hocamızın piyasaya yeni çıkan olgunlaşan son dönem eseri ''Yunus Emre Divanı büyük boşluğu dolduran emek ürünü bir eser. Daha önceki yazımızda dile getirdiğimiz gibi Yunus Emre Divanı mutlaka herkese özellikle genç kuşağa ulaştırılması, okunması, dağıtılması her ev ve okulda kütüphane de bulunması gereken tasavvufi ve irfani lugat bir şaheser.
Mustafa Tatcı hocamızın son birikimleri ve eserlerini mutlaka almak istifade etmek gerekiyor. Çünkü hocamızın farklı irfani ve arifane tarzı insanın sıkmadan anlayış idrak yolunu açıyor genişletiyor.
Biz dünyaya Allah'ı idrak etmek için bilmek ve sevmek, yani ona kul olmak için geldik diyen, Hocamızın 2008 de piyasaya çıkardığı Yunus Emre yorumları adlı eserindeki ön sözünde ki açıklamaları yokluk yolunun yolcuları ve taliplilerine belki yüzlerce sayfa ve ciltte öğreneceği gerçekleri yani ilahi hakikatleri kısa ve öz akıcı üslupla özetlemiş.. Hocamız önsözünde ''Yunus emre kimdir'' mesajı nedir sorusuna, yine Hz Yunus ve Niyazi Mısri'nin dizeleriyle cevaplar vermiştir. Akademik çevrede ki klasik yunus emre tanımı ve anlayışını yıkmış yerine Hakikat Yunus' unu ve onun dilini mesajını insanlığın farkındalığına ve gözlerinin önüne koymuştur.
Hocamızın bu uğurda eski yeni gösterdiği yahut göstereceği bütün gayretin bir Hak gayreti ve vergisi olduğuna inancım tam. Mustafa hocamızın kim olduğu ve derdini anlamak için önsözünden aldığım kısa alıntıları sizlerle paylaşmak gereğini hissettim.. Biz hocamızı yeni tanıyan dışarıdan bir muhibiyiz. Hocamız bir kusurumuz varsa cahilliğimize bağışlasın umuduyla.. Buyrun
İnsanı yeniden inşâ etmek! Zamanı âna getirmek, insanlığın fikirlerini, hayâllerini ve rüyâlarını tekâmül ettirmek, insanlığı süflîden alıp ulvîye taşımak, onu hakka, hakîkate hazırlamak, kulluk bilinciyle donatıp Allah’a lâyık hâle getirmek! Esasen peygamberlerin ve onların izinden giden kâmillerin misyonu da insanlığa mirâsı da budur.
Bu mirâs, putların ve putlaştırdıklarımızın kırılıp insanın hakîkatte yeniden inşâ edilmesi şeklinde özetleyebileceğimiz değerler manzumesidir. Başka bir şey değil!
Hz Yunus taklit değil, tahkikti. Bizim de tahkike dönmemiz gerektiğini, ilimden irfâna ; sûretten mânâya geçmemizi istiyordu. “Hakîkatin mânâsını şerh ile bilmediler!” diye ikâz ediyor efsâne bilgilerimizi havuza atıyordu. Gözü çobanda gönlü yabanda, adı müslüman gönlü keşişleri nefsini bilmeye çağırıyordu. “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir!” diyerek gerçek ilmin nefsimizi bilmek olduğunu öğretiyordu.
Yûnus, önceki gelenlerin sonuncusu, sonraki gelenlerin ilkidir.
Bu ne demektir?
Evet hiç şüphesiz Yûnus, kendinden öncekiler gibi yaşadı, kendinden öncekiler gibi bir insan-ı kâmilin, bir mürşid-i hakîkînin eğitiminden geçti, fakat o, “İlk adım Yûnus idi adımı âşık takdım/Terk etdim ud u edeb şöyle haber bırakdım” diyerek aşk ile sülûk ederek vardığı nihaî noktada eski Yûnus’u ve adıyla beraber nefsî benliğini tarihe gömdü.
“Adın değiştirmeyenler bu yola gelmediler!” dedi ve adını değiştirdi. Önceki Yûnus’u sildi, yeni bir Yûnus olarak karşımıza çıktı. “İki kere doğmayan insanların hakîkatte ölü!” olduğunu biliyordu. İkinci kere doğdu ve bize turfanda haberler getirdi!
Yûnus Arapça bilmeyen bu gönül müslümanlarına da hakîkati Türkçe anlattı. Yûnus bu ümmîleri halktan Hakk’a, taklitten tahkîke davet ederken kendi dilleriyle “oku” gönderdi. Onlar da anladılar ve iyi birer “okucu” ve “okuyucu” oldular, gönül kitabından Türkçe okuyup mânâya geldiler. Hâsılı, Yûnus, hakîkati Arapça veya Farsça söyleyen önceki gelenlerin sonuncusu, sonraki gelenlerin de ilki oldu.
Nitekim o, gönlü ile beraber dilini de Hakk’ın rengine boyadı. Kendi içini yakaladığı makâmda Türkçe’nin de içini yakaladı. Anadili Türkçe’yi Hakk’ın ve hakîkatin dili hâline getirdi. Sonra döndü, gönlüyle birlikte vahiy onun kalemiyle gökten yere Türkçe indi; Türkçe'nin Cibrîl'i oldu.
Evde, sokakta ve pazarda konuşulan sözler onun kalemiyle göklere kanatlandı. “Dil hikmetin yoludur!” diye bayrak açtı, önümüzden gitti. Arkasından gelenlerin de üslûbu oldu, Yûnus! Arkasından gelenlerin de üslûbu oldu, Yûnus!
Erenler Yûnus’tan sonra hakîkati Türkçe anlatır oldular. Niyâzî-i Mısrî bu sebeple “Bu sözün Yûnus’u Mısrî değildir!” yahut “Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen!” dedi.
İzine basanlar biliyordu ki sulak bahçelerde yetişen “şeker kamışı” gibi şeker (=hakîkat) yüklüydü. Tapduk’un kovanında ballar balını bulmuştu. Sözleri, özünden süzülüp gelen süzme bal, tortusuz yağ gibiydi. Dilindeki bu letâfet ve nükte, yükünün şeker, bal yahut yağ (=Hak sırları) oluşundandı. Nâdânın anlamadığı bir nükte de şu idi ki bu aşk ve mânâ dilimizin kurucusu olan zat ümmî idi. Evet, bu kelimede hiç bir mecâz söz konusu değildi. O bir ümmî idi.
“Medreseler müderrisinin okumadığı aşk dersini” okudu ve gönlünü dil eyledi. Kendisi aradan çıkmış “Yaradan” kalmıştı; dilinden dökülen sözler Hakk’a aitti. Bu sebeple nefesinden kaleme dökülen her söz “ilâhî=Allah’a ait” oldu ve yine bu sebeple o, dilimizin gönlü, gönlümüzün dili oldu. Bu özelliğini şöyle ifade etti:
Ol dost bana ümmî demiş hem adımı Yûnus komuş
Dilim şeker gövdem kamış bu söyleyen nemdir benim
Bize yol yordam öğretti. “Dağ ne kadar yüce olsa yol onun üstünden aşar” diye ikâz etti, sevgi ve sabırla yolların nasıl aşıldığını bizatihi gösterdi. Yolları yola, çokları bire indirmeyi biz onun târifiyle öğrendik: Onun verdiği haberle adresimizi şaşırmadık! Bütün derdimiz var olmak içindi. “Kimde varlık var ise gitmez gönül darlığı!” diye ikâz etti, varlığımızdan soyunduk. Yolda yokluğa uğradık. Vehimden kurtulduk, kendi gerçeği ortaya çıktı. Benliğimiz bize döndü; sûretimiz öze döndü. “Ben bir âletim arada!” sözüyle irkilip vücûdu, vâhide verdik.
Verdiği ilhâmla sâzımız dile geldi. “Diledi göre yüzün işide kendi sözün” kavlince kendinden kendine söz oldu konuştu; göz oldu görüştü. Varlık defterinden benliğimizi onun nasihatleriyle sildik ve kendimizi onunla bildik.
Yûnus bir haber verir işidenler şâd olur
Gence uğrasam diyen izlesin eren izin
kavlince bu söze kulak verip işidenler, erenler izini izledi, şâd oldu, hazineye kavuştu. Her biri bir Yûnus oldu.ğü
Yunus bize Allah’ı öğretti!
Yûnus bize “Aslım Hak'tır şek değil” diyerek varlığın özüyle tanıştırdı. Durduğu yerin “Tûr”, gönlü tecellîye mazhar olmayanların işinin zor olduğunu öğretti. Bu sonsuz tecellînin “Hak” olduğunu; “Hak'tan başka bir nesnenin olmadığını” söyleyerek bizi ikilik med-cezrinden kurtardı.
Yaradan'ı orada, burada değil, içimizde aramayı öğretti. Nereye dönersek Onun vechini göreceğimizi, parmağımızın değdiği havanın, aldığımız nefesin, hülasa varlığı bir deryâ gibi saranın “O” olduğunu öğretti.
“Sen ve ben” denen yerde “Allah'ın olmadığını: “Gir gönüle bulasın Tûr/Sen ben demek defterin dür” diyerek Cenâb-ı Hakk'ın kâmillerin gönlünde tecellî ettiğini anlattı. “Her davâdan geçen kişinin Hak'tan yana uçacağını” müjdeledi. “Hak doludur iki cihân!” diyerek görünen ve görünmeyen her şeyin Onun eseri olduğunu bildirdi.
Yûnus Emre vücûd birliğini Türkçe anlattı.
Ve biz “Hak’tan ayrı ne vardır?” diyen Yûnus’la varlık ve eşyânın mâhiyetini anladık. Varlığa dışarıdan -anlamadan- bakarken onun sözleriyle içerden bakmayı öğrendik. dünyevî sıkıntılarla daralan gönlümüz onun zamân ve mekân üstü irşâdıyla genişledi. Binbir ihtirâs, şehvet ve kîn çamuruyla yoğrulmuş tabîatımızla çırpınıp duruyorduk. “Bu bendeki ben” diyenin “O” olduğunu öğretti, gönül darlığından kurtulduk. Ondan aldığımız küçücük bir ilhâmla göklere kanatlandık.
Yûnus bize sevmeyi öğretti!
O bize sadece dil öğretmekle kalmadı, sevgiyi de öğretti. Biz, Cenâb-ı Hakk’ın sevilince bilineceğini “Ol dost ile benim işim ölüp dahı bitmeyiser/ Bu niçe ola kim bite çün gönülde dost sevile” diyen aşk müderrisi Yûnus’tan öğrendik.
Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardaş gelir” düşüncesini biz ondan öğrendik. Hak’tan ayruk ne vardır, kalma gümân (şüphe) içinde” diyen Yûnus bizi, karıncaya ulu (=Hak) nazarla bakmayı öğretti. O “Miskîn Yûnus gözün aç bak iki cihân dopdolu Hak!” diye Türkçe anlatmasaydı, anam, babam, atalarım ve dahi bütün Türkçe konuşanlar “eşyânın Hak ile kâim olduğunu” anlamayacaklardı.
“Düşmüş idim o kaldırdı, varlığın bize bildirdi” diyen Yûnus düşüp de doğrulanlardandı.
Varlığa düşenin nasıl doğrulacağını, kendinin Hak’ta ve hakîkatte nasıl uyanacağını biliyordu. “Yâ elim al kaldır beni/Yâ aslına erdir beni” diye niyâz ede ede kapıdan içeri girdi. Tecrübeliydi. Dönüp de düşenlerin dostu oldu.
Yûnus bize iki denizi birleştirenlerle yüz yüze gelmemizi sağladı! Gönlümüzle tanıştırdı! Nefsimizle barıştırdı. Toprağa, karıncaya, insana, eşyaya, Hak nazarıyla bakmamız gerektiğini anlattı.
Yûnus bize bilmeyi öğretti!
Gelenler bildi, gördü, buldu. Gelmeyenler ise ne bildi, ne gördü, ne de buldu. Gelemediler zirâ aşktan eser duymamışlardı. Onlara ölümlü olduklarını hatırlattı:
Ne gelmeğin gelmek durur ne bilmeğin bilmek durur
Son menzilin ölmek durur duymadın aşkdan bir eser
Kapıya kadar gelip de direnenlere, taşrada gezenlere, seyrân edemeyenlere hayıflandı.
Yûnus bizi teferruattan kurtardı. İnsanın, nefsinden Allah'a –kendinden kendine- yolculuk yapabilmesi için tek bir şeye ihtiyacı olduğunu söyledi:
Aşk!
“Ete kemiğe büründü, Yûnus diye göründü!” “Biz sevdik âşık olduk, sevildik maşûk olduk!” dedi kestirmeden gitti. Âşıkın sonunun mâşûk olduğunu öğretti. İnsanın kendini gerçekleştirmesi, noksanlıklarından kurtulup tamamlanmış bir varlık hâline gelmesi için aşktan başlaması gerektiğini söyledi. Aşksızları aşka davet etti. Hemen bir karıncaya ulu nazarla işe başlanabileceğini, aşksız olanların yabanda (=dağda) yırtıcı bir hayvan mesabesinde kalacağını söyledi.
Aşksızlara benim sözüm
Benzer kaya yankısına
Bir zerre aşkı olmayan
Belli bilin yabandadır
Nihâyet “İşitin ey yârenler” diyerek çok haberler verdi Yûnus.
Yûnus bir haber verir işidenler şâd olur
Gence uğrasam diyen izlesin eren izin
kavlince bu söze kulak verip işitenler erenler izini izledi, şâd oldu, hazineye kavuştu.Yorumlar kendi zevkimize göre yazılmıştır!
Şu da bilinmelidir ki Yûnus Yorumları kendi zevkimizin mahsûlü olup gönül kalemiyle yazılmıştır. Doğrusu şerhi yapılan şiirleri tekrar değerlendirecek olsak hiç şüphesiz yepyeni yorumlar ortaya çıkacaktır. Bu yorumlara katılıp katılmamak okuyucunun takdirine bırakılmıştır. Fakîr, bunları o andaki hâlet-i rûhiyyemiz ile değerlendirdiğimiz için yorumların değişebileceğini baştan kabul etmektedir. Nitekim Yûnus da “Cânım seni seveliden benim hâlim hâle döner” ifadesiyle âşıkların bir kararda durmadığını, hâlden hâle geçtiğini söylerken bizim de gönlümüzü okuyor gibidir.
*
Nihayet bu eserde hayâtımızın aslı ve hâsılı olan aşka ve irfâna yûnus'un penceresinden yeniden bakılmakta, âlemin ve âdemin hakîkati Yûnus’un tecrübelerinden hareketle anlaşılmaya çalışılmaktadır. Yûnus'un her biri ilâhî bir fermân olan nutk-ı şerifleri yangına düşmüş sînelere dermân olmaya devam etmektedir. Yûnus'un tecrübelerinden nasiplenen güzel gönüllülere aşk olsun vesselâm!
Allah bizi hocamızdan ve bilgisinden istifade edenlerden kılsın.Amin