ABD hesabını iyi yapmalıdır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere, parasını verdiğimiz 2 adet kruvazöre, gönderilen denizceler tam da teslim almak üzereyken el koymuştu. Uluslar arası ticari anlaşmaları bu derece küstah bir şekilde ayaklar altına alan İngiltere ile savaşa girmiştik.
Almanya ile beraber savaşa girmemizin en önemli sebeplerinden bir tanesi de bu “Sultan Osman” ve “Reşadiye” isimli savaş gemilerinin apaçık gasp edilmesi olayı idi. Şimdi 105 yıl öncesinde olduğu gibi bu sefer ABD’nin aynı çirkin davranışı yapmak istediğini görüyoruz. İngilizler ile aynı soydan gelen bu kalleş Anglosakson eşkıyası; parası ödenmiş F-35 uçaklarımıza el koymaktan utanmıyor ve çekinmiyor.
İşin daha ilginç olan kısmı ise F-35’lerin bir kısım parçalarını halen Türk firmaları üretiyor. Ne yazık ki; yapılan ticari anlaşma ve ortak üretim faaliyetlerinin Yahudi Lobisinin oyuncağı haline gelmiş ABD üzerinde hiçbir etkisi olmuyor. Apaçık bir şekilde Türkiye için hayati derecede önemli “Hava Savunma Sistemlerini” almayacaksınız diye tehdit ediyorlar.
ABD’ye 1975 yılındaki askeri üs ve tesislerin kapatılması olayını hatırlatmak gerekiyor. 44 Yıl önce ülkemiz ekonomik krizler içinde boğuluyor Batılı ülkelerin ambargo kararları nefes almakta güçlük çekiyorduk.
Fakat iktidarda “Milliyetçi Cephe Hükümeti” vardı. Adalet-Milli Selamet-Milliyetçi Hareket Partileri 21 askeri üssü ve 5 binden fazla asker ve görevliyi sınır dışı etti. Morrison Süleyman o tarihlerde Başbakan’dı. Fakat ülkemiz Kıbrıs’taki garantörlük haklarımızı korumakta kararlıydı. İyi ki de geri adım atmamıştı. Zira hem Kıbrıs’ı Yunanistan’a kaptıracak hem de Doğu Akdenizdeki haklarımızdan mahrum kalacak idik.
ABD’nin keyfi ve eşkıyaları imrendiren tutumu; Yahudi fıkrasını hatıra getiriyor. Anlatalım:
Salamon’un evine hırsız girmiş; o da çocuğunu göndermiş. Salamon bağırmış:
- Hırsızı buldun mu? - Evet babacim.
- Al getir bakayım. - Gelmiyor babacim.
- Sen gel o zaman! - Bırakmıyor babacim.
Şu anda da hırsız ve gaspçı ABD uçaklarımıza el koyacağını açıkça söylüyor. “Uçaklarımızı ver” diyorsun; vermiyor. “Anlaşmayı çiğnedin” diyorsun, “işime gelmedi mi böyle yaparım” diyor. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali her türlü kabalığı ve hoyratlığı yapmaktan çekinmiyor.
ABD’nin küstahlıkları bu kadar değil ki. Uluslar arası hukuku hiçe sayarak 15Temmuz Darbesini yapan Feto’yu teslim etmediği gibi; devlet bankası olan Halkbank yöneticisini tutuklayıp hapislerde süründürüyor. Döviz operasyonları ile Türkiye ekonomisini çökerteceğini açıkça ilan etmekten çekinmiyor. Bunlardan başka daha nice ahlaksızlıkları yapmaya devam ediyor. Hatta diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayıp Türkiye’yi açıktan tehdit edecek kadar zıvanadan çıkmış bu durumu devam ettiriyor.
Muavenet gemisini vurduklarında anladıkları dilden konuşmamız gerekirdi. Lakin yöneticilerimiz korkak ve pısırık idiler. Ayrıca o yıllarda askerin borusu ötüyor halkın seçtiği sivil idareciler koltuklarında iğreti bir şekilde oturuyorlardı. Asker “höt” deyince korkudan halının altına saklanacak kadar kişiliksiz liderlerimiz vardı.
Kaza süsü verilmiş bu olayda TCG Muavenet Komutanı Kudret Güngör dahil 5 askerimiz şehit düşmüştü. Sonunda ABD’nin vermiş olduğu gözdağına karşılık kuzu kuzu teslim olmuş almak istemediğimiz stimli savaş gemilerini bizimle dalga geçercesine vermişlerdi.
O yıllarda Deniz Kuvvetlerinde savaş gemilerinde görev yapıyordum. Yaşadığım bu acı olayı ve daha nice bilinmezi “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitabımda detayları ile birlikte yazmıştım. Dileyen okuyup istifade edebilir.
ABD’nin küstahlıkları ve bağımsız bir devlet olarak bize karşı yaptığı diplomatik nezaket kurallarına aykırı çirkin işler; bu kadar mı? Maalesef çoktur… Hafızamızı tazelemekiçin sadece önemli olan birikisini daha yazalım:
Yunanistan’ın Kıbrıs’ı ilhak etme teşebbüsüne karşı 2 Haziran 1964 tarihinde Türkiye hükümeti, garantörlük hakkı gereğince Kıbrıs’a müdahale kararı almış ve gerekli hazırlıklara başlamıştı. Türkiye’nin bu konudaki kararlığını gören ABD yönetimi, Türkiye’nin askeri harekatını önlemek için ABD Başkanı Jonhson imzalı, içeriği çirkin ve diplomatik kurallara uymayan bir ihtar yazısını 5 Haziran 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye göndermişti.
Bu çirkin üsluplu mesaj sayesinde Türkiye’nin bir parça aklı başına gelmiş ABD’den bağımsız bir diplomasi uygulaması gerektiğini anlamıştı. Bu sayede kendi silahlarını üretme konusunda çalışmalar başlamıştı. İşte bugün Türkiye kendi ihtiyacı olan silahları büyük ölçüde kendi tasarım ve imkanları ile üretebiliyor ise ABD’nin bu küstah ve kaba politikalarından dolayı olmuştur.
4 Temmuz 2003 tarihinde ise 11 askerimiz Kuzey Irak’ta ABD askerleri tarafından gözaltına alınıp üstelik başlarına çuval geçirilmek suretiyle ülkemizi aşağılamışlardı. Bugüne kadar her 8-10 yılda bir askeri darbe yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ örgütü ve ülke içindeki ABD sempatizanı generaller aracılığı ile kanlı bir darbe yapmışlardı.
Her türlü suçu işlemekten çekinmeyen ve darbe itirafçılarının beyanları ve yüzlerce bilgi ve belgeye rağmen Feto’yu Türkiye’ye iade etmeyen ABD’ye anladığı dilden cevap vermenin zamanı çoktan gelmiş hatta geçmektedir. Zamanında Türkiye’ye karşı uyguladıkları ambargo kararının bedelini çok ağır bir şekilde ödemişlerdi. Şimdide parasını verdiğimiz hatta bir kısım parçalarını ürettiğimiz F-35 uçaklarını vermeyeceğini açıkça ilan eden ABD’ye öyle bir cevap vermeliyiz ki; yaptığından da yapacağından da pişman olması gereklidir.
O halde ABD’nin anlayacağı dil ile konuşmak zorunluluğu vardır. Zira ABD’nin küstah ve aşağılayıcı politikasını kabul etmek ülke itibarımızı yerle bir edecek bir mahiyet taşımaktadır. Eğer boyun eğer isek bunun ülkemizin sosyal-siyasi konumuna ve ülke ekonomisine vereceği zararı telafi etmek mümkün değildir.
ABD’ye boyun eğmediğimiz takdirde kısa vadede bunun bir maliyeti olacaktır. Fakat orta ve uzun vadede dik duruşumuzun çok büyük faydalarını görebiliriz. İşte çok yakın bir geçmişte yaşadığımız Türkiye-ABD ilişkilerine göz gezdirerek bunları izah edelim:
Elbette bunlardan başka faydaları da olacaktır. Lakin ülke itibarının korunması hepsinden daha önemlidir. Buna karşın zaten zor durumda olan ABD ekonomisinin anlaşmaları çiğnemesinden dolayı daha da kötü bir duruma düşeceğinden kimsenin şüphe etmemesi gerekir. Elbette özellikle ekonomik alanda kısa vadede bazı küçük sorunlar yaşamamız da mukadderdir.
Aslında biz bu filmi bundan 40 yıl önce seyretmiş onurlu bir şekilde dik duruşumuz sayesinde savunma sanayimizin gelişmesini gözlerimizle görmüştük. Evet, 1974 Kıbrıs harekatından ve buna karşılık ABD’nin koyduğu ambargodan bahsediyorum. Türkiye’ye uygulanan silah ambargosunun kaldırılmaması nedeniyle 1975 yılında; ABD’ye ait 21askeri üs ve tesis kapatılmış 5 bin ABD askeri ve sivil personeli ülkemizden kovulmuştu.
Tek istisna olarak Adana’daki İncirlik ortak savunma tesisine; NATO görevi saklı kalmak kaydıyla müsaade edilmişti. Fakat burası da 26 Temmuz 1975 tarihinden itibaren durdurularak Türk Silahlı Kuvvetlerinin denetimine alınmıştı.
Üstelik Kıbrıs Harekatından dolayı Batılı devletlerin düşmanca tutumu yüzünden neredeyse dünyadan dışlanmış bir Türkiye vardı. Kıbrıs’taki garantörlük anlaşmalarından doğan haklarını savunmak konusunda kararlı olan Türkiye; her ne pahasına olursa olsun geri adım atmamıştı. İşte 2019 yılında Doğu Akdeniz’de henüz keşfedilen petrol ve doğalgaz kaynaklarından istifade etmek için Kıbrıs Harekatının ne derece önemli olduğunu; şimdi daha iyi anlıyoruz.
Türkiye’nin kararlı tutumu sonrasında gittikleri yolun bir çıkmaz sokak olduğunu anlayan ABD hükümeti, geri adım kararı almak zorunda kalmıştı. Sonunda, 1978 tarihinde ABD Kongresi bu haksız kararı kaldırmak zorunda kaldı.
Buna rağmen ABD askeri üs ve tesisleri hemencecik açılmadı. Türkiye, sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyordu. ABD ile olan ilişkilerimiz ancak 12 Eylül 1980 tarihindeki hepsi gibi kalleş ve kahpe darbeden sonra değişmişti. Kenan Evren ve askeri cuntası ülke menfaatlerini çok ucuz olarak ABD’lilere peşkeş çekmişti. Üstelik NATO’dan ayrılan Yunanistan’ın birliğe katılmasına hiçbir karşılık almadan onay verilmişti. Bizi AB kapısında 50 yıldır süründüren Batılı ülkelerin apaçık oyununa getirilmiştik.
İşte bıçak kemiğe dayandığı için ABD ve NATO tesislerini yeniden kapatma durumu söz konusu olmuştur. Eğer ABD geri adım atmaz ise üslerini kapatıp 1975’de olduğu gibi askerlerini kovmak zorunda kalabiliriz. NATO üsleri ise F-35’lerden doğan haklarımız ve uğradığımız zararlar göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Eğer ödeyip alamadığımız F-35 uçaklarından doğan tazminatlar geri alınamaz ise bunu NATO üslerini kapatmak suretiyle cezalandırabiliriz, vesselam…
Vehbi KARA