Takke düştü kel göründü. Uluslararası eğitim değerlendirme testi, denilen bir uygulama her 3 yılda bir yapılıyor ve sonuçları ülkemiz adına tam bir rezalet. Zira Türkiye 72 ülke arasında son sıralarda yer alırken, önceki testlere göre de performansının oldukça gerilemiş olduğu da göze çarpıyor.
Bu test sonuçları, 5 Aralık 2016'da açıklanmış OECD'nin Uluslararası Öğrenci Performansı Değerlendirme yani PISA 2015, 15 yaşındaki 540 bin öğrenci arasında yapılmıştır. Bu ülkelerden 35’ini Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) ülkeleri oluşturuyor. OECD ülkeleri arasında Kanada ve Finlandiya başı çekerken, Türkiye ve Meksika ise en sonda yer almaktadır.
Bu sonuçlar günümüz gerçeğini göstermekle birlikte yıllardır aynı seviyede devam ediyor. Kısaca son sıralardaki yerimizi sağlamlaştırmadan öteye geçememiş durumdayız. Peki, bunun en önemli sebebi nedir? İşte bu sorunun cevabını yıllar önce yaşadığım acı bir olayı anlatarak izah etmeye çalışayım…
Ortaokulda gayretli bir kadın öğretmenimiz vardı. Matematik derslerine girerdi. Ders aralarında espriler yapar öğrencilerin derse olan ilgisini çekmekte çok başarılı olurdu. Ne var ki bir gün derste İlhan isimli bir arkadaşımızı çok feci şekilde dövmüştü. Öğrencinin suçu ise çok basitti “Öğretmenim bakın Atatürk’te sizin anlattığınız fıkraya gülüyor” demişti. Hepsi bu kadar. Bütün suçu buydu. Fakat putlaştırılmış bir şahsa karşı böyle konuşmaması gerekirdi. Efendi bir çocuktu İlhan, zannedersen o da birçok arkadaşım gibi büyük bir şok yaşamıştı.
Öğretmen hanım gayet soğukkanlı bir şekilde öğrencinin bulunduğu sıraya gelmiş ve burnundan kan gelecek şekilde İlhan’ı dövmüştü. “Sen Atatürk hakkında nasıl bu şekilde konuşursun” demiş o küçücük boyuna rağmen arkadaşımıza sert tokatlar atmıştı. Bu olay benim o yaştaki ruhumda derin izler bırakmıştı.
Aradan yıllar geçti tam 45 yıl sonra bu sefer Fakültemizin eski dekanının yanına çıkmıştım. Denizci bir arkadaşımla görüşüp bir konuda fikrini alacaktık. Bu arada daha önce vermiş olduğum kitabım hakkında “okuyabildiniz mi” diye sordum. Durdu “Evet, okudum fakat hiç beğenmedim” dedi. Neresini beğenmediniz diye sorunca bana “Kitapta Atatürk’ten hiç bahsetmemişsin” dedi.
İşte bu olaylar PISA rezaletinin açıklaması için yeterlidir sanırım. Eski dekanımıza “Atatürk’ün devlet yönetim tarzına karşı olduğumu, Osmanlı’dan kalma özgürlükleri dahi yok etmekte çok başarılı olduğunu” söyledim. Kısaca demokrasi içine kibrit suyu döktüğünü ifade etmeye çalıştım. Böyle bir cevap karşısında oldukça şaşırmıştı. Biraz sessizlikten sonra demokrasi ve özgürlükler konusunda haklı olduğumu söyleyerek bir parça geri adım atmış oldu. Sonuçta yanımızdaki ziyaretçi olarak IMO yani Uluslararası Denizcilik Örgütünde Türkiye temsilcisi olarak yıllarca çalışmış bir insan vardı.
Her ne ise, eğitim konusunda yaşadığım bu iki acı olaydan yola çıkarak PİSA sonuçlarının neden böylesine kötü sonuçlar doğurduğunu eğip bükmeden anlatmaya çalışayım. Evet, Kuzey Kore benzeri bir eğitim, öğretim sistemi içerisinde “tek adam” mantığı ve felsefesi ile yürütülen bir anlayış var. Öğretmenlerimiz adeta tornadan çıkmış gibi “Kamalist İlke ve İnkılapları benimsemiş” öğrenci yetiştirmeyi ana hedef olarak belirlemişlerdir. Bu durum özgürlük ve hürriyetin zirveye çıktığı bir dönemde öğrenciler üzerinde çok olumsuz bir etki göstermektedir. Adeta “kafalarına çivi çakılır” gibi dayatılan eğitim sistemi başta öğrenciler olmak üzere ebeveynleri korkutmakta hatta alınan eğitimden soğutmaktadır.
Bu durum birkaç yıl içinde meydana gelmedi elbette. Yıllardır kesintisiz askeri vesayet ve darbe süreci içinde yetişen öğrenciler ister istemez ya menfaati gereği sisteme bir şekilde uyum sağladılar ya da gerçekten de kendilerine dayatılmış olan faşist ve gerici sistemi benimsemiş oldular. Dini, milli ve hissi duygulardan uzak materyalist, faşist, arzu ve hevesleri peşinde koşan zavallı bir gençlik yetişti. Bunun en güzel delilini; 30 Ocak 1985 günü Çukurova gezisi sırasında Hatay’ın Samandağ ilçesinde yapılan Atatürk anıtının açılışında yapılan konuşmada bulabiliriz. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin lideri Kenan Evren yaptığı konuşmada, apaçık şunları söylüyordu: “İçimizdeki bazı hainler, Atatürk’ü Türk milletine unutturmak istiyorlar. Atatürkçülüğü herkesin kafasına sokacağız”.
İşte bu söylemden de anlaşılabileceği gibi her asker, siyaset adamı, gazeteci, hukukçu ve eğitimci, kendisini Kamalist ilkelere bağımlı olmak zorunda zannetmektedir. Sanki Yaratıcıdan bir emir gelmiş gibi bunda kendisini zorunlu görüyor. Elbette bunların yetiştirdiği kişiler de kendi hedef ve ideallerine uygun insanlar olacaktır.
Bu arada benim gibi bazı kötü ürünler de ortaya çıkmaktadır. Olur ki eğitim sistemi içerisinde bir şekilde yontulmamış, tornadan geçirilmemiş olanlar çıkabilir. “Tiz kellesi urulup denize atıla” denilerek darbeler esnasında işlerine son verilip devleti bu insanlardan temizlemektedirler. Ben de 28 Şubat 1997 yılında eşimin başörtüsü bahane edilerek fakat gerçekte Kamalist ilkeleri benimsemediğim için ordudan atıldım. İşte bundan daha iyi örnek vermeye gerek yoktur.
Demek ki eğitim sistemi için yapılması gereken ilk icraat bu Kamalist anlayıştan öğrencilerimizi kurtarmak olmalıdır. Biz ve önceki nesilleri geçelim. Bunlar zaten türlü türlü fenalıklar ile perişan edildi. Hiç olmaz ise bundan sonrası için yani yarınlarımızı kurtarmak için gayret edelim. En kısa zamanda başta Anayasamız üzerindeki faşist ve gerici uygulamaları, dayatmaları kaldıralım.
Yahu bu ne terbiyesizlik ve edepsizliktir ki Anayasanın 4. Maddesinde hala “değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler bulunuyor. Bir Allah’ın kulu kalkıp ta yahu böyle bir madde “Kuzey Kore Anayasasında dahi yok” diyemiyor.
Kula tapınmak derecesinde abartılan ve 2017 yılına gireceğimiz bu günlerde öncelikle bu noktadan başlamamız elzemdir. Aksi takdirde dünyanın ilk 10 devleti arasına girmek için 2023 hedefleri birer hayal olmaktan öteye geçmez. İşte PİSA sonuçlarında olduğu gibi 72 ülke arasında 50. sırada yer alır, bön bön bakmak zorunda kalırız.
Bu vesile ile devlet yöneticilerine özellikle de Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a şu hususu hatırlatmayı bir borç biliyorum. Kamal Atatürk hakkında konuşması gerektiğinde lütfen bir parça düşünsün. Ona benzemek, gerekli gereksiz övmek yerine ülkemizin başına açtığı sorunlardan yola çıkarak çareler arasın. Eğer bunu yapmaz ise hem halkın hem de Rabbimin huzurunda mahcup olacaktır, vesselam…
Vehbi KARA