Kazım Karabekir’in söylediği bu söz yalan tarih yazanlar içindir. Ne yazık ki bu sözün üzerinden neredeyse bir asır geçtiği halde karşılığını bulamamış bilakis yalanlar şeddeli şekilde artarak devam etmiştir. Fakat unutulmaması gereken iki husus şudur:
İşte Kazım Karabekir’in evini polise bastırıp Nutuk'taki yalanlara yanıt olarak yazdığı İstiklal Harbimizin Esasları kitabının orijinal nüshasını yaktıran M. Kamâl’e karşı yazdığı şiiri bir hatırlayalım:
Kitaplarımı Yaktırana
Sende kuvvet varsa bende de hakikat var,
Kuvvet sistir kalkar, hakikat güneştir doğar,
Ben korkmam kuvvetten, sen de korkma hakikatten,
Ondan korkanlar ayrılamaz zulüm ve zulmetten.
Halbuki,
Kimde hakikat gördünse sen ondan çok korktun,
Tevkifler yaptın, evleri bastın.
Neydi kastın?
Çok insan astın.
Tevkif olundum, köşküm basıldı,
Dört çuval evrakım da alındı,
Üç bin kitabım gece yakıldı,
Yıllarca peşime hafiye takıldı.
Fakat gördün ki, hiç korkmam ben,
Niçin ya hâlâ sen
Korkuyorsun hakikatten?
Kazım Karabekir’in öyküsü tam bir feragat ve bir nankörlük hikâyesidir. Tarihi yalanlarla ve hokkabazlıkla yazanlar burayı iyi okusunlar. Sabetaycı şaklabanlarda iyi bilsin ki gerçekleri asla gizleyemezler…
Osmanlı Hükümeti’yle arası açılan M. Kamâl’in 8 Haziran 1919’da İstanbul’a gelmesi istenir. Gelmeyince de, İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey 23 Haziran 1919’da bir genelge yayınlar ve görevden alındığını bildirir. M Kamâl, bu durumdan ancak 26 Haziran 1919’da haberdar olmuştur.
Bundan sonraki adımlar tarihin seyrini değiştirecek cinstendir. Görevden alma yetkisine sahip olan Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e şu telgrafı çeker:
“Mustafa Kemal görevden alındı ve yerine seni tayin ettik. Şu anda görevde olduğunuz 15. Kolorduyu kime bırakacaksanız bize acil olarak bildiriniz”
Bu arada M. Kamâl, Kazım Karabekir’e telgraf çeker ve de ne yapacağını sorar. Kazım Karabekir ise, hemen Erzurum’a gelmesini ve buradan istifa etmesini söyler. 8 Temmuz 1919’da M. Kamâl resmen istifa eder. Kazım Karabekir teklif edilen ve daha önce M. Kamâl’e verilen yetkileri kabul etmez hatta M. Kamâl’in emrinde olduğunu deklare eder.
Kazım Karabekir, eğer isteseydi M. Kamâl’i tutuklatabilir ve tarihten silebilirdi. Lakin vatanın selametini düşünerek üstün bir fedakarlık örneği sergilemiştir. Bunun karşılığını terakkiperver cumhuriyet Fırkasını kurduğu zaman İzmir suikastı bahanesi ile alır. 1926 Yılında idamla yargılandığı İzmir’de askerlerin silahları ile mahkeme salonunu basarak “Kel Ali, Kel Ali…” diye bağırarak yargı heyetini tehdit etmesi ve korkutması ile kurtulur.
Kurtulur, kurtulmasına ama tam 13 sene Erenköy’de evinden dışarı çıkamaz. Kitapları yakılır, Evine bir kaç kez baskın yapılır. Ne zaman gelir M. Kamâl ölür işte ondan sonra ölüm tehdidinden kurtulmuş olur.
Başka bir diktatör İsmet İnönü tarafından Meclis Başkanı yapılır. İnönü ile birlikte tamamen yalanlarla dolu resmi tarihi ortaya döker. Bu olayları eğer orijinal ve ilk hali ile yazılmış olan “Nutuk” ile karşılaştırdığınız takdirde ne derece çirkin çarpıtmalar yapıldığını görmüş olursunuz.
Anlı şanlı tarihçiler, devlet parası ile ödüllere boğulan ve küstah bir şekilde Osmanlı tarihini yerin dibine batırmaktan gurur duyan İlber Ortaylı gibi tarihçiler; nedense bu yalanları hiç görmez. Varsa yoksa “atam sen kalk ben yatam” nutukları ile çocuk kandırır gibi koskoca bir milleti aldattığını sanırlar. Fakat aldanmış olan kendileridir. Ne derece hain ve riyakar olduklarını geleceğin cesur tarihçileri ortaya koyacaktır. Şimdilik düşmüş oldukları bataklıkta bocalamalarını beklemeliyiz. Ayrıca utanmadan sergiledikleri yalanlarla dolu kitaplarını kafalarına vurmak için biraz daha çaba göstermek gerekiyor.
Kazım Karabekir sanıldığının aksine dindar birisi değildir. Formun ÜstüDevlet işlerinde asla İslami figürleri ve yasaları kabul etmez. Oruç tuttuğu ve namaz kıldığına pek şahit olunmamıştır. Cumhuriyetten sonra, Cuma namazına gittiğine bile şahit olunmamıştır. Kim bilir, belki de can korkusundandır.
Çocuklarının okuma verimliliği düşer diye oruç tutturmadığı söylenir. M. Kamâl’den en büyük farkı; bu devrimlerin zorbalıkla (de facto) değil yavaş yavaş ve zamana yayarak yapılmasıdır. Bütün devrimleri içtenlikle kabul eden bir kişiliktir.
İyi taraflarından bir tanesi ise ibadet etmek isteyenlere karşı hoşgörülü ve saygılı olmasıdır. Peh peh… Ne muhteşem bir medenilik ha!
Anadolu da bir efsane gibi imanlı, babayiğit biri olarak bilinmesine rağmen İnönü ile birlikte dindar insanların canına okuduğu da bir gerçektir. Buna mukabil bilhassa Kadiri ve Rüfai tarikatına mensup olanlar kendisini çok severler. Vefatından önceki en son dersinde Bediüzzaman Said Nursi, M. Kamâl ve Kazım Karabekir’den bahsederken isim vermeden şöyle zikreder:
“Kırk sene evvel bir başkumandan (M. Kamâl) beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları (Kazım Karabekir), hatta hocaları yanıma gönderdi” diyerek önemli bir fitneyi haber verir:
“Biz şimdi mecburuz. Zaruretler haramı helâl edebilir, kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usullerini, medeniyetin icaplarını taklide mecburuz” şeklinde soru sorduklarını dile getirir. Buna mukabil Bediüzzaman Said Nursî, onlara şöyle cevap verir:
“Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan (iradeyi kötüye kullanmaktan) gelse, kat’iyen doğru değildir, haramı helâl etmez. (...) Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayri meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden (doğan) hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz”.
Konu bir hayli uzun ve hassas olup şimdilik bu kadarı ile yetinelim, vesselam…
Vehbi Kara