Bir musibet bin nasihatten yeğdir demiş atalarımız. Nihayet 15 Temmuz 2016 darbesi sayesinde bir tabu gibi görülen ve asla değiştirilmesi istenmeyen Silahlı Kuvvetlere el atıldı. Büyük değişimler bekliyoruz. İnşallah daha önce siyasetçilerin yaptığı gibi dostlar alışverişte görsün misali günü kurtaran tedbirler değil adam akıllı ciddi düzenlemeler yapılır.
Öncelikle askeriyede niçin değişiklikler yapılamıyor ve modern ordu kurulmasının önüne geçilmek isteniyor? Sorularını cevaplamaya çalışalım. Bu cevabım bazılarının hoşuna gitmeyecek ama olsun. Zaten amacım insanların hoşuna gidecek yazılar yazmak değil. Modern bir ordu nasıl olmalı ve darbeci yapıdan nasıl kurtuluruz bunu araştırmak ve düşünce yapısını geliştirmek.
Bizdeki mevcut mükellef askerlik sistemi “Kamalizm” adı verilen otoriter sistemin halka dayatılması için kullanılan kusursuz bir gerici sistemdir. Yıllarca okullarda okutulan ve “Atam sen kalk ben yatam” edebiyatı ile masum çocuklarımıza ezberletilen faşist sistem olur ya bazen tıkanabilmektedir. Vatansever öğretmenler ve okul idarecileri bunu kendi imkanları ile düzeltmeye çalışır faşistlere takoz koyarlar.
İşte böyle ters giden durumları önlemek için “mükellef askerlik sistemi” adı altında genç beyinlere faşist ilke ve inkılaplar yeniden dayatılmaktadır. İnsanlığın tekamül süreçleri sonucunda eriştiği hürriyet, din ve vicdan özgürlüğü gibi kavramlar ülkemizde “milli eğitim” adı altında tamamen “Kamalist” bir yapı ile engellenmektedir. Adeta genç dimağlar Kamalist bir tornaya sokulmakta, sonuçta çıkan hatalı ürünler ise silahlı kuvvetler mekanizmalarında ya ıslah edilmekte ya da öğütülüp talaş haline getirilmektedir. Yoksa bilimle, askerlik sanatı ile bu “”Prusya tipi” askerliğin devam ettirilme mantığı yoktur. Herkes şunu çok iyi biliyor ki Batı tarafından dayatılan mevcut askerlik sistemi, hantal ve güçsüz bir ordu için gerekli bir yapıdır. İşin kötüsü dolmuşa binen dolduruluşa getirilen siyasetçiler ve devlet yöneticileri hep bu faşist masala inandırılıp kendileri ile alay ettirilmesine sebep olurlar.
Olur ki bazı politikacılar bunun yanlış olduğunu görüp düzeltmeye çalışır hemen bir darbe teşebbüsü veya hakikaten anlı şanlı bir darbe ile bildik “Kamalist” söylemler ve faşist nutuklar çekilir ve bunun önüne geçilir. Biz koyun gibi görünen halk da hemen inanmış görünürüz. Çünkü bunlardan kurtulmanın en çabuk yolu; normal seçim sistemine dönmek olup faşist generallerden kurtulmak için bunlara şirin görünmeye çalışırız.
Peki, biz böyle uyutulurken dünyanın en güçlü orduları nasıldır? Yoksa bu ordular zengin ülkeleri olduğu için mi mükellef askerlik sistemini yıllarca önce bırakmıştır? Ya da bunun akıldışı ve mantıksız olduğunu bildikleri için mi? Acaba askerlikteki terfi ve yönetim esaslarını objektif kriterlere göre düzenleyip liyakat esaslı ve adaletli bir yönetim tarzını mı benimsemişler?
Örnek olarak ABD silahlı kuvvetlerini ve Amerikan Deniz Kuvvetlerini özellikle tayin terfi yönüyle ele alıp nazarlarınıza sunmak istiyorum. Serdümen er iken Amiral olan Boorda'nın sıradışı hikayesini anlatayım. Belki bugünlerde işe yarar. Zira askerlik alanında büyük değişiklikler yapılacağı söyleniyor. Darbeden sonra aklı başına gelen bazı siyasetçiler modern ordu kurulacağı hakkında beyanat veriyorlar. Olur ya bu sefer belki gerçekten de büyük değişiklikler yaparlar…
Boorda, 1956 yılında 17 yaşında iken lise eğitimini bırakıp yaşını büyülterek Amerikan Donanmasına "er" olarak girmiş; bir süre çalıştıktan sonra sınavla astsubaylığa geçmiş. 1962 yılında subay yetiştirme okuluna tefrik edilmiş ve buradan mezun olmuş.
Gemilerde çeşitli görevler yaparken bir yandan da Rhode Island Üniversitesini bitirmiş. Birkaç gemide komutanlık görevlerinde bulunmuş. 1984 yılında Tuğamiralliğe terfi etmiş. Amerikan Deniz Kuvvetlerinin muhtelif kademelerinde muharip kadrolarda görev yapmış; NATO ve uluslararası deniz harekâtlarına katılmış ve 1991 yılında Oramiral rütbesine terfi etmiş ve 1994'te Donanma Komutanlığı'na atanmış.
Boorda, bu göreve gelen ve Deniz Harp Okulu mezunu olmayan ilk amiraldir. Dahası, mesleğe sade bir er olarak başlamıştır. 1996 yılında Boorda'nın bazı madalyaları hak etmediği halde taktığı söylentisi medya tarafından dillendirilmiş. Boorda bu söylentilerden çok rahatsız olmuş ve tüm sembol ve işaretleri hakkıyla elde ettiğini ifade etmiş. Ancak meydanın yargısız infazı, Boorda'yı "onuru için" intihara sürüklemiş.
Ölümünden sonra yapılan araştırmada bahse konu cesaret madalyalarını Vietnam'da resmi olarak aldığı, yani hak ettiği ortaya çıkmış. Bize dönecek olursak intihar etmek dinimizce büyük bir günahtır. Fakat general ve amirallerimizdeki makam sevgisi çok farklı bir şey olsa gerek. 350 den fazla generale sahip bir yapı ile villa ve köşklerde gününü gün eden bu güruhu sorgulamak kimsenin aklına gelmez.
Birkaç yıl önce akıllarınca hükümete kafa tutmuşlardı. Güya hükümete "onurlu istifaları" ile tepki verdiler. Nitekim hükümete söz geçiremeyince “emekli olma yolu ile topluca istifa tehditinde” bulunmuşlar, Erdoğan da onların bu blöfünü yemeyip hepsini emekli etmişti. Zaten 3 gün sonra istemeseler de emekli olacaklardı. Fakat istifa dahi etme onurunu göstermediler. Maddi imkânları kaybetmemek için emekliliğini istediler de gerçek yüzleri ortaya çıktı.
Devlet içinde devlet olan askeri yapı nihayet Milli savunma Bakanlığına bağlandı. Artık “askeri teamül” adı altında her türlü faşist yöntem, demokrasiye aykırı hareket, başbakan ve sivillere dayatılamıyor.
15 Temmuz Darbesinden sonra ilk defa bir astsubay kaynaklı bir asker general dahi oldu. Nihayet köhnemiş Prusya sistemine bir çizik atmak mümkün hale geldi. Bakalım bu yeniliklerin arkası gelecek mi?
Astsubay olarak göreve başladığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, 28 Temmuz'da toplanan Yüksek Askeri Şura kararıyla tuğgeneralliğe terfi eden Albay Cemal Balıkçı'nın 29 Temmuz itibariyle tuğgeneral oldu. Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi mezunu olan Balıkçı, istatistik bilimi yöneylem alt dalında doktora ve endüstri mühendisliği dalında yüksek lisans yaptı. Tuğgeneral olan Balıkçı, Balıkesir 9. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda Uçak Sistemleri Komutanı olarak görev yapıyordu.
İşte yukarıdaki bunun gibi askerleri çağın gereklerine göre yetiştirmek için bu “teamül” denilen Prusya kanunlarını yıkmak şarttır. Şimdilik Batı ülkeleri ve NATO standartlarını benimseyerek atanmışların kayıtsız şartsız seçilmişlerin emrine girdiği yönetim biçimlerine geçmek, daha sonra da bunu ülkemiz gerçeklerine uygun hale getirmemiz gerekiyor.
Eski bir Genelkurmay Başkanı’na ait olduğu söylenen ses kayıtlarında “tim komutanı silahını bırakıp kaçıyor” ifadesini duymuş çok üzülmüştüm. Ordudan namaz kıldığı ve eşi başörtülü olduğu için atılan silah arkadaşlarım da bu sözleri duyunca kahrolmuşlardır. Artık mızrak çuvala sığmamakta, askeri eğitim sisteminin çarpıklığı ve din düşmanlığı kimsenin inkâr edemeyeceği bir biçimde göze çarpmaktadır.
Yıllarca askerin manevi yönü ihmal edilmiş hatta dindar olmak, suç sayılmaya başlanmıştır. Üstelik tayin terfi sisteminde çalışkan ve başarılı subaylar yerine dindar askerleri ordudan atan kişilerin tercih edilmesi 15 Temmuz gibi utanç olaylarını meydana getirmiştir.
Mevcut sistem sayesinde faşist generaller dindar insanların kıyımını esas görev bilmiş hala dahi utanmadan tv konuşmalarında bunu savunabilmektedir. Bu nedenle hükümetin işi bir hayli güçtür. Bu “na to kafa na to mermer” generallere yüksek standartlı ve liyakate dayalı bir ordu kurmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur.
Çünkü yıllarca görev yapmaya istekli, azimli ve fedakâr insanların önünü tıkanmıştır. Terfide liyakat ve maharet yerine ideoloji ve üstlere yakınlık önem kazanmıştır. Terfi etmede yüzyıl öncesinin kuralları geçerlidir. Hâlbuki gayretli insanların önü açılsa onlara yükselebilme imkânları getirilse herkesin arzuladığı “kahraman askerler” yeniden ortaya çıkacaktır, vesselam…