Ilgaz Zorlu çok değerli bir araştırmacı olmakla birlikte hemen hemen her türlü ideolojik grubun tepkisini çekmiş kıymeti bilinmeyen bir yazardır. Kimsenin cesaret edip ele alamayacağı konuları uzun ve ciddi çabalar sonucunda ele alarak yayınlayabilmiş asıl işi muhasebecilik olan bir zattır.
1994-1997 Yılları arasında Tiryaki, Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih ve Birikim dergilerinde çeşitli makaleler yazarak Türkiye Sabetaycılığı hakkında eşine rastlanmayacak derecede açıklayıcı yazılar kaleme almıştır.
Bu yazıların toplandığı “Evet, Ben Selanikliyim” başlıklı kitabı 1998 yılında basılıp yayınlanmış olsa da bugün hiçbir yayınevinde bulamazsınız. Çünkü bu kitabın yayılması bizzat Sabetaycıların kendileri tarafından engellenmektedir. Zira resmi tarihin kirli çamaşırları bir bir ortaya dökülmektedir.
Bir de rahmetli Aytunç Altındal ile giriştiği söz dalaşı sonucu belirli kesimler tarafından kasıtlı olarak gözden düşürülmüştür. Bu yetmiyormuş gibi bir de “Türkiye’yi Avrupalılara şikâyet ediyor” suçlaması ile töhmet altında bırakılmıştır.
Ne yazık ki bu şikâyet suçlaması doğrudur. Zira görüştüğü kişiler her fırsatta Türkiye ve İslam düşmanlığını meslek edinmiş kişiler olup Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine engel olmaya çalışan insanlardır. Burada Zorlu’nun hatası şudur; Türkiye’de özellikle İslam dinine bağlı insanlar ezilmekte ve azınlıklardan çok daha fazla zulüm Müslümanlara yapılmakta olduğunu bilmemektedir.
Başörtüsü yasağı ve bununla birlikte gelişen binbir türlü zulüm hiçbir Yahudi, Sabetaycı ve Hristiyan’a yapılmamıştır. 21 yıl önce yani 28 Şubat 1997 Darbesi esnasında yapılanları kimse unutmadı ve ruz-i mahşerde bunun hesabı sorulacaktır. Yargının müebbet hapis cezası verdiği kişilerin tutuklanmaması bir hukuk cinayeti olup dillere destan olacak bir olaydır.
Şimdilik dindar insanlara yapılan baskıları bir kenara bırakıp Türkiye Sabetaycılığı nedir, buna bakalım.
Sorudan da anlaşılacağı üzere demek ki Türkiye dışında da Sabetaycılar var. Özellikle Yakubi grubuna bağlı Sabetaycılar çok fazla sayıda evlilik yapmış olup dünya geneline dağılarak bulundukları toplumlar içinde asimile olmuşlardır. İsrail, Sabetaycılığı kabul etmediği ve vatandaşlık vermediği için yabancı Sabetaycılar sayıca çok azalmıştır. Bu nedenle biz özellikle Türkiye üzerine odaklanmaya çalışalım.
Onca kitap ve araştırma sonucunda anladığım husus şudur ki; Yahudiler kendilerini seçkin ve üstün bir sınıf olarak görmekte iken Sabetaycılar ise Yahudiler içinde kendilerini seçkin olarak ayrı bir yere koymaktadırlar. Reenkarnasyona inanmaktadırlar. Yani Sabetaycılara göre bazı ruhlar beden değiştirmektedir.
Demek ki Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat nasıl tahrif edip Torah-Talmud’a çevirmiş ise Sabetaycılar da Torah-Talmud kitaplarını Kabbala mistizmi ile tahrif edip Yahudilerin dahi kabul edemeyeceği bir hale getirmişlerdir. Bu yüzden bizzat Yahudiler, bu yeni Yahudi inancını bizzat Osmanlı Padişahı 4. Mehmet’e şikâyet ederek tutuklanmasını sağlamışlardır.
Çanakkale’de Aydos kalesinde tutuklu kalan Sabetay Sevi, burada boş durmamış hapiste olduğu halde devamlı surette çevresini genişletmiştir.
Nehemya Kohen isimli bir haham bu durumu İstanbul’a yeniden şikayet edince İstanbul’a getirilen Sabetay Sevi, eğer gerçekten de Mesih olduğunun test edilmesi söz konusu olduğunda derhal din değiştirir ve Müslüman olur.
Sevi’nin din değiştirmesi kendine inananlar arasında o kadar büyük bir hayal kırıklığı meydana getirir ki bir kısmı intihar edecek kadar bunalıma düşer. 200 Ailelik bir grup ise Sevi’ye inanıp birlikte din değiştirir. Lakin “benzet-benzeme” prensibine göre hareket eden bu insanlar gizli olarak Yahudi ayinlerine devam edip görünüşte Müslüman gibi davranırlar.
Osmanlı padişahı kendisini Arnavutluk’ta bulunan Ülgün kasabasına sürgüne gönderir. Burada ölür fakat Sabetaycılar onun ölmediğini kaybolduğunu söylerler. Bir gün mutlaka gelip kendilerini Kudüs’e götüreceklerine inanırlar.
Sabetay Sevi’nin kayınbiraderi Qerido (Yakup), Sevi’nin ruhunun kendine geçtiğini söyler ve bu şekilde ilk ayrılık gerçekleşir. Bunlara “Yakubi adı verilir.
1720 yılında ise Osman Baba adı verilen bir kişi yüzünden ikinci bir bölünme daha yaşanır. Osman Baba’nın Mesihliğine inanan Karakaşlılar ile hiç birisini kabul etmeyip Sabetay Sevi’ye bağlı kalanlar ortaya çıkar. Bunlara da Kapancı denir.
Osmanlı Devletinde önemli roller üstlenen Sabetaycılar, İttihad Terakki devrinde devletin üst düzey makamlarına yükselirler. Maliye Nazırı Cavid Bey bunların Karakaşlıların en meşhuru olup İzmir Suikastı bahanesi ile idam edilenlerdendir. Zira Kapancılar grubu ile Karakaşiler arasında kanlı bıçaklı sorunlar yaşanmaktadır.
1924 yılında Yunanistan ile yapılan mübadele sonrasında Sabetaycı gruplar Rumlardan kalan yerlere yerleştirilerek altın bir devir yaşarlar. Dış evliliklere izin vermeyip kapalı bir komün şeklinde yaşarlar. Devletin en üst makamlarında görev alıp dindar insanlara kan kusturmaya başlarlar. İşte Sabetaycılarla ilgilenmemin ve onlarca kitap okuyarak bu konuları paylaşmamın asıl sebebi budur.
Evet, Sabetaycı grupların Türkiye’de sağladığı ekonomik avantajlar önemsenecek bir seviyede olup her türlü hile ve dolaplarla halkın büyük bir çoğunluğu ezilmektedir. Ekonomik krizlerde Sabetay kökenli aileler yurtdışı işbirlikçileri ile birlikte hareket ederek büyük vurgunlar vurmuşlardır.
Elbette bunları kaybetmekten korkan Sabetaycılar, konuyu gündeme getirmekten kaçınmaktadırlar. Ilgaz Zorlu’nun yurtdışında ve İsrail’de yaptığı çalışmalara bu yüzden karşı çıkmaktadırlar. Üniversitelerin yerleşik yapılarında da egemen olan Sabetaycılar asla kendileri ile ilgili bilimsel çalışmaların yapılmasını istememektedirler.
Zorlu’ya göre İslamcılar Sabetaycılığa ilgi duymaktadır. Zira asıl amaçları “Kemalist ideolojinin Sabetay kökenli olduğu konusundaki inançlarını ispatlamaktır”. Bu konuda çok haklıdır.
Yine Zorlu’nun kitabında belirttiği üzere Atatürk’le ilgili önemli bahisler bulunmaktadır. Sabetaycı ailelerin asimilasyona tabi tutulduklarını bir söyleşide şu şekilde ifade etmektedir:
“Selanikliliği kurtaran Atatürk’tür. O halaskardır, çünkü gizlilikten kurtarmıştır”. Ayrıca “Atatürk’ün kendisinin de sadece cemaat üyelerine açık olan bir Sabetaycı eğitim kurumunda okuması (Şemsi Efendi Mektebi), Sabetaycı ailelerle dostluk ilişkilerinin varlığı da ayrı bir ilgi odağıdır”.
Bunları okuduktan sonra Ilgaz Zorlu’nun niçin dışlandığını ve yaptığı bilimsel çalışmaların hiçbir üniversitede çalışma konusu olmadığı daha doğrusu niçin olamadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Ilgaz Zorlu’nun bizzat Sabetaycılar tarafından dışlanması ve eserlerinin gözden kaçırılması bu inanca sahip insanların gizli dolaplar çevirdiğinin en büyük delilidir.
Ülkemiz yararına hayırlı işler yapmak yerine nerede bir fenalık olsa hemen oraya el atıp fitne çıkarmak Sabetaycılığın ilkesi haline gelmiştir. Konuyu daha derinlemesine paylaşacağız, vesselam…