CHP Kongresi yaklaşırken Kamâl Atatürk hakkındaki sözler ve özellikle Atatürk’ü kimseye kaptırmamak için gösterilen çaba; çok ilginçtir.
“Ben senden daha Atatürkçüyüm” diyerek kafa göz kırma ve her türden kavgalar olağan hale gelmiş durumdadır. Öyle ki vakti zamanında hızlı komünist olanlar dahi Atatürkçülük konusunda koltuğu ve sözü kimseye kaptırmamaya çalışıyorlar.
CHP İstanbul İl başkanlığına seçilen Canan Kaftancıoğlu, bu konuda en hızlı dönüş yapanlardan bir tanesi. Viraja öylesine hızlı girdi ki kendisi ile birlikte bütün CHP teşkilatını şarampole yuvarlayacak sözler sarf etmektedir.
Canan Hanım’ın "siyasi" görüşlerini daha yakından tanımak ve özellikle de Atatürkçülük konusundaki sözlerini anlamak maksadı ile verdiği cevaplar dikkate değer niteliktedir. Kaftancıoğlu, CHP Genel Başkanlığına aday olan Ümit Kocasakal'ın üstü kapalı olarak, "Mustafa Kemal’in askerleriyiz sözünden rahatsız olanlar, üniter yapıyla sorunu olanları Atatürk’ün partisinde siyaset yapamaz” şeklindeki eleştirilerini şöyle cevaplıyor:
"Mustafa Kemal'in değerlerini, yaşamış, özümsemiş ve yaşamı boyunca o yoldan gitmiş biri olarak hiç bir zaman 'gardolap Atatürkçüleri' gibi 'ben solcuyum' gibi kendimi hiç tanımlamamışımdır. Mustafa Kemal'in askerleriyiz sözünü militer bulduğumu ifade ederek ama bir adım daha ileri giderek Mustafa Kemal'in yoldaşlarıyız, demişimdir. Mustafa Kemal'in yoldaşı olmak, askeri olmayı reddetmek; anlamına gelmez. Kenan Evren Atatürkçülüğü gibi gardolap Atatürkçülerinin de sırf Mustafa Kemal'e zarar vermek için, içini boşaltarak saldırıyor olmalarını örgütümün takdirine bırakıyorum"
Kamâl Atatürk hakkında işte görüldüğü gibi hızlı bir değişim hemen göze çarpıyor. Bu konuda öyle çok mübalağa yapılıyor ki bu sürate alışmak biraz zordur. Hâlbuki bu koltuk kavgası esnasında ışık süratine yakın bir hız kazanarak dönüş yapanlar Atatürk’ün gerçek ismini dahi bilmezler. Gardırop devrimcisi diyerek suçladıkları eski muhaliflerini şimdi beğenmeyecek kadar değişim gösterebilmektedirler.
Peygamber Efendimiz (asm) için yazılan mevlide benzer yazılar yazacak kadar hayran duydukları Atatürk’ün, gerçek ismini hiç merak etmezler mi acaba? Bir şeyden korkuyor olsalar gerektir ki, böyle bir soru ile karşılaştıklarında derhal en galiz küfür ve hakaretlerle konuyu kapatıp aklı sıra gerçekçi olduklarını gösterirler. Fakat kendilerini kandırmaktan öte bir şey elde edemezler. Bunlara acımamak elde değildir. Ne diyebilirim ki; Allah ıslah etsin…
Bazı TV kanallarına sahip olan bir çakma profesör “Atatürk, sabahlara kadar zikir çekmekten kan ter içinde kalırdı” diyecek kadar işi ileri götürebilmektedir. Gülmemek elde değildir.
Fakat acı olan şudur ki; akademik unvanlara sahip olan fakat işi gücü resmi tarih yalanlarını allayıp pullamaktan öte gidemeyen bazı şahıslar ise Kamâl Atatürk’ün dindar bir insan olduğunu hiç çekinmeden söyleyebilmektedir.
Yalancılıkta o kadar ileri gidilmiştir ki artık geri dönüp yalanları düzeltme imkânı da kalmamıştır. Zira Grinko’nun dediği gibi “Yalanlarla istediğin yere gidebilirsin fakat geri dönemezsin”.
O halde tek yaptıkları veya yapacakları şudur: İşi çirkefliğe vurup bağırıp çağırmaktan başka çare yoktur. Bu sayede fikir ve düşünce seviyesini göstermektedirler. Konuyu gürültüye getirip 5816 sayılı yasa kapsamına çekerek “Atatürk’e hakaret” suçlaması ile kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar.
Hükümetimiz de eksik olmasın “ben sizden daha Atatürkçüyüm” demekten hiç çekinmez. Aklı sıra bunlar da “Atatürk’ü hep siz mi kullanacaksınız? Ben de işime geldiği gibi kullanabilirim” diye siyaset sahnesine çıkabiliyorlar. Aslında bunlara daha fazla acımak gerekir. İzzetli ve onurlu hiçbir insan “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” anlayışına girmez. İlkeli ve omurgalı olmak, haysiyetli insanlara yakışan bir davranıştır…
“Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” derler. Aynen bu şekilde putperestlere yakışır şekilde insanüstü bir varlık olarak sunulan Kamâl Atatürk aleyhinde tek kelime konuşturmamayı marifet sayan insanlar çoğalmıştır. Bunlar sahip olduğu özel TV kanalları yetmiyormuş gibi kamu kurumu olan devlet kanallarında da mangalda kül bırakmıyorlar. Kamâl Atatürk’ü bazen dindar bazen devrimci bir insan gibi yutturmaya çalışıp halkımızın aklını karıştırmayı marifet sayıyorlar.
Aziz Nesin, “Gerçek Müslüman Atatürk’ü sevemez. Seviyorsa ya ahmaktır ya sahtekâr” diyerek bu gerçeği anlatmaya çalışmıştır. Ayrıca “Atatürk, Müslümanlar açısından sevilecek bir şey yapmadı. Türkiye’de yaşayan ve Atatürk’ü sevdiğini söyleyen Müslümanlar, yalancıdır” diyerek böylesine bir davranışın hiç güzel olmadığını anlatmaya çalışmıştır.
Hayır, ben eski tas eski hamam diyerek “bu sahtekârlığa devam edeceğim” diyen siyasetçilere zamanı gelince çok mahcup düşeceğini, hatırlatmak isterim. Düşünün bir kere; bir ilkokul öğrencisi geliyor ve soruyor olsun:
“Amca Atatürk’ün ismi ne?” Şimdi cevap olarak “Atatürk” deseniz ikna olmayacak, diyecek ki “o soy ismi, adı nedir?” Hadi buyurun cenaze namazına…
Eğer “Kemal” desen, diyecek ki “ama bize müzede gösterilen nüfus kâğıdında Kamâl yazıyor”. Ne diyeceksin bakalım? Başlayacak yeniden yalanlar. Yavrum büyük sesli uyumuna göre “Kemal” olmaz o yüzden.
“Kamâl” da olmaz ama çünkü â’nın üzerinde inceltme işareti var. Hımm! Tabi haklısın. Bir de Kamal, eski dilde “kale” demekmiş ondandır.
İyi ama “kamal” eski dilde şaman rahiplere deniliyor kaleye başka isimler verilmiş.
Şöyle sormaya devam ettiğini düşünün:
Bir yazar amca “Kamâl” demek İbranice “tanrının gücü” demektir, diye yazmış. Çok kullanılan İbranice sözlükte “Kamael- כמאל, “The strength of God” şeklinde yazılıyormuş.
Cevap “irtica, gericilik vs.” Bu olmazsa “asacaksın bunları Taksim’e bak bakalım konuşabiliyorlar mı?”
Zaten gençlerin ve çocukların da aklını başına getiren bu davranışlardır. İşte o zaman güvenirliği tamamen kaybederler. Bu durum hiç işlerine gelmediği için derhal konuyu kapatmaya çalışırlar. Yahu neredeyse tapınacak kadar yücelttiğiniz Atatürk’ün gerçek ismini bilmemek kadar büyük bir ayıp olabilir mi?
Bunun yerine gerçekleri söyleseler çok şey kaybedeceklerini zannederler. Öncelikle çok sevdikleri koltuklarının bir gün dahi altlarında kalmayacağı düşüncesindedirler. Fakat vicdanın sesi daha güçlüdür. Yalanlarla kendini kandırmaktan başka hiçbir şey elde edilmeyeceği gibi insanlık onuru ve şerefi de ayaklar altına alınmış olur…
İşte bir parça araştırma yapan; Kamâl Atatürk’ün gerçek ismini anlayabilir. Zira İnternette her türlü bilgiye erişim imkânı vardır. Bir iki tuşa basarak resmi tarih yalanlarını kolayca boşa çıkarmak mümkündür. İş bu kadar basit olup gerçeklerle yüzleşmek bu kadar kolaydır.
O halde yalanı dolanı sahtekârlığı bir tarafa bırakarak tarihimizle ve gerçeklerle yüzleşelim. Bundan korkmayalım. Zaten gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu vardır. Nereye kadar kendimizi ve insanları kandırabiliriz ki?
Bir de şu soruyu sormamız icap eder. Yahu Kamal Atatürk gerçekten yaşasa idi kendisi hakkında söylenen sözleri ve özellikle de dindar olduğu yakıştırmasını kabul eder miydi?
Edeceğini hiç zannetmiyorum. Hatta 1935’ten öldüğü 1938 yılına kadar kullandığı “Kamâl” ismi yerine hala “Gazi” ve “Kemal” denilmesini hatta kanunla yasaklatmış olduğu “paşa” unvanını hiç hazmedemezdi. Yaşadığı yıllarda ideoloji olarak “Kamalizm” adını kullanan ve kitaplar yazdıran bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden bir tanesi işte bu olsa gerektir.
Kendi istediği isimle çağrılmak yerine kullanılmasını istemediği önceki ismi kullanmak ve onunla çağırmak, onu gerçekten sevenlere de hatırasına da aykırı bir durumdur. Eğer Kamâl Atatürk’ü seviyor ve hatırasına hürmet etmek istiyorlar ise benim yaptığım gibi yapsınlar. Onu kendi çağrılmak istediği gibi yani “Kamâl Atatürk” diye çağırsınlar, vesselam…
Vehbi Kara