Irkçılık esas olarak şeytana dayanır. Çünkü, aslıyla övünmeyi, başka asıldan gelenleri hor görmeyi o başlatmıştı. “İnsanı topraktan yarattın, beni ise ateşten” diyerek Hz. Âdem’e secde etmemişti.
Ateş topraktan üstündür, zannıyla hareket ediyordu. Öyle ise “ben kendimden daha aşağı birine nasıl secde edebilirim?” diyerek isyanını müdafaaya kalkışmıştı.
Hucurat Sûresinde müminlere şu ilâhî mesaj verilir :
“Ancak mü’minler birbirinin kardeşidirler. Öyle ise, kardeşlerinizin aralarını ıslah edin.”
Allah şu veya bu ırkın mensuplarını değil, ancak mü’minleri birbiriyle kardeş ediyor. Mü’min olmayan bir insan, mü’min babasına varis olamıyor. İman gidince, maddî, uzvî ve ırkî bağlılık bir işe yaramıyor.
“Kendi nefsi için istediğini mü’min kardeşi için de istemeyen (kâmil) mü’min olamaz” buyuran Allah Resulü (a.s.m.), bu âyetin amel ve his âlemimize nasıl aksedeceği hususunda bize yol gösteriyor.
Hud Sûresinden ulvî bir ders ise şudur: “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da benim ailemdendir (benim ehlimdendir)” diye Nuh aleyhisselamın tufan hâdisesinden onun kurtulmasını istediğinde, İlâhî cevap şöyle gelir: “Ey Nuh o senin ailenden (ehlinden) değildir” ve Nuh (as.) oğlunu gemiye almaktan menedilir. Demek ki; insanın, inanmayan, isyan eden oğlu dahi onun ehli sayılmıyor. Öğle ise inanmayan ırkdaşı da onun dostu, kardeşi olabilir mi?
Bu hakikatı hiçbir tevile imkân vermiyecek kadar net biçimde ortaya koyan bir diğer bir Allah kelâmı: “Ey iman edenler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, eğer küfrü imana tercih etmişlerse dost edinmeyin! Sizden kim onları dost edinirse işte onlar, zalimlerin ta kendisidir.” (Tevbe Sûresi, 23)
Allah Resulünün (a.s.m.) bu konuda pek çok Hadis-i Şerifleri mevcuttur. Bunlardan birkaçını takdim edelim:
“Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir:"
1- “Kaderiye" (‘kişi kendi fiilinin yaratıcısıdır’ cümlesinde ifadesini bulan, kaderi inkâr dâvâsı).
2- Unsuruyet dâvâsı(ırkçılık) ve
3- dinî meselelerde gevşeklik etmek.”(Taberanî, Mu’cemüs Sağir, 158)
“Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir” (Ebu Davut, Edeb, 121)
“Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.” (İbni Mace, Fiten, 7) Allah Resulünün ırkçılık hakkındaki beyanlarını Onun ‘Veda Hutbesi’ndeki şu sözleriyle ile noktalıyalım.
“Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.”
İstiklâl Marşı şairimiz merhum Mehmed Akif de İslamın ırkçılığı men ettiğini şu mısralarla dile getirir:
“Arabın, Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürd’e
Acem’in Çinliye rüçhanı mı varmış nerde.
İslâmiyette anasır mı olurmuş ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-u Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın.”
Bu, coşkun olduğu kadar da sitem dolu ve bir o kadar da ıstırap yüklü ifadeler, o büyük şairimizin ırkçılık âfetinden ne kadar dertli olduğunu en güzel şekilde ifade etmiyor mu?
İngiliz meclis-i mebusanında, müstemlekat nazırının, elindeki Kur'an-ı Kerîm'i göstererek,
“Bu Kur'an Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız, bu Kur'an'ı onların elinden kaldırmalıyız...” dediğini haber aldığında, gayret-i imaniyesi şiddetle feverana gelen ve “Kur'an'ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim.” diyen Bediüzzaman Said Nursi’yi görüyoruz.
İşte bu İslâm kahramanı, müminlerin arasında kardeşliğin tesisi için harika bir eser kaleme almış ve adını “Uhuvvet Risalesi” olarak koymuştur. Ve yine bu uhuvvetin en büyük düşmanı, bu birlik ve beraberliğin öldürücü zehiri olan ırkçılığa Mektubat adlı eserinde özel bir “mebhas” ayırmıştır.
İslâm kardeşliğinin mükemmel bir şekilde işlendiği bu mebhas, şu dua ile son bulur:
“Rahmet-i İlâhiyeden ümit kesilmez. Çünkü: Cenâb-ı Hak bin seneden beri Kur'an'ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla İnşallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”
“Câmi-ül Ezher, Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika'dan ne kadar büyük ise daha büyük bir dar-ül fünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. Tâ ki, İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri menfî ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile 'İnnemel mü'minune ihvetün' Kur'an'ın bir kanun-u esasisinin tam inkişafına mazhar olsun.”(Emirdağ Lâhikası-I)
Dinî ilimlerle, fennî ilimlerin birlikte okutulacağı bir üniversitenin doğuda açılması için büyük gayret gösteren Bediüzzaman, yukarıda bir kısmını naklettiğimiz mektubunun bir yerinde: "Elli beş senedir Risale-i Nur'un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım.” buyurur. Bu satırlar devrin Reis-i Cumhuruna ve Başvekiline de gönderilmiştir.
Evet, Türkçülük akımı maalesef Kürtçülüğe hizmet etmektedir. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekiyor. Biz ecdadımızı ırkçılık namına değil, "İslâmiyet'in bayraktarı olmaları cihetiyle" sevmek durumundayız. Aksi takdirde mezarlarında kemiklerini sızlatırız, vesselam...
Vehbi KARA