İstanbul'un yeniden fethi ancak Ayasofya'nın ibadete açılması ile mümkündür. Yoksa fetih tamamlanmış olamaz. Fetih kelime manası açmaktır. İstanbul'un İslam'a açılmasını bütün Müslümanlar olarak bekliyoruz...
“Rasulullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”(Hadisin geçtiği kaynaklar: Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, İbni Mace) Bu hadisin senedindeki ravilerin tamamı güvenilir olup bu hadisin senedi kesintisizdir. Dolayısıyla bu hadis sahihtir.
İstanbul’un fethi hakkında başka hadisler de vardır. Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle demiştir. “Rasulullah (asm): “Bir tarafı denizde bir tarafı karada olan bir şehir (İstanbul’u) duydunuz mu?’ diye sordu. Sahabeler:
−Evet ya Rasulallah dediler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘İsmail oğullarından yetmiş bin kişi o beldede savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Oraya geldikleri vakit kılıçla savaşmazlar, ok atmazlar. La ilahe illallah Allah-u Ekber derler, şehrin deniz tarafı düşer. Sonra yine La ilahe illallah Allah-u Ekber derler şehrin diğer tarafı düşer. Sonra yine üçüncü defa La ilahe illallah Allah-u Ekber derler onlar için bir gedik açılır onlar da şehre girer ganimet elde ederler. Onlar ganimetleri taksim ederken birisi gelir de: -Deccal çıkmıştır- diye bağırır. Onlar da her şeyi bırakıp geri dönerler. buyurdu.”(Müslim: 2920)
İstanbul’un savaşsız olarak fethedilmesi henüz meydana gelmemiştir. Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle diyor: “Konstantiniye’nin fethi kıyametin kopmasıyla beraberdir.”
Mahmud ibni Gaylan Tirmizi’nin şeyhi diyor ki:
“Konstantiniye Rumların şehridir. Deccal zamanında fethedilecektir. Konstantiniye Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabının bir kısmı zamanında fethedilmiştir.”(Tirmizi: 2340)
Sahabe zamanında İstanbul fethedilememiştir. Muaviye, oğlu Yezid’i aralarında Ebu Eyyub El-Ensari (Radiyallahu Anh)’ın da bulunduğu bir ordu ile İstanbul’a göndermiştir, ancak fetih başarılamamıştır. Sonra Mesleme bin Abdülmelik (Rahmetullahi Aleyh) İstanbul’u kuşatmıştır. O da fethi başaramamıştır. Ancak İstanbul’da bir mescit yaptırmak üzere idarecilerle antlaşmıştır.
Demek ki İstanbul’un şavaşsız fethedilmesi dahi hadislerde müjdelenmiştir. O fetih Müslümanlar yüz çevirdikleri dinlerine döndükleri zaman gerçekleşecek fetihtir. Bu asırdan önceki Türklerin (Fatih Sultan Mehmed’in) fethine gelince bu en büyük fethe hazırlıktır.
Fetih, yukarıda da izah edildiği üzere “açmak” anlamında bir kelimedir. İstanbul’un fethi deyince akla gelmesi gereken İstanbul’un İslam’a açılması Müslümanların serbestçe burada Allah’a ibadet edebilmesidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerel seçimler öncesinde Ayasofya camisinde yeniden namaz kılınacağı müjdesini vermişti. Bugüne kadar ne söylediyse yapmış olan Cumhurbaşkanımızdan sözünü bir an önce yerine getirmesini bekliyoruz.
Kadir gecesi ve Cuma günü aynı tarihe gelmiş iki mühim zamanı birlikte yaşamıştık. Gönül isterdi ki özellikle 29 Mayıs Çarşamba gününde Ayasofya’daki gerekli düzenlemeler yapılıp namazlarımızı 600 yıl boyunca atalarımızın secde ettiği Ayasofya’da kılabilseydik.
Bu olmadı. Lakin 2020 yılı ramazanında ve Kadir gecesinde teravih namazını Ayasofya’da kılacağımızdan şüphem yoktur. Bu konuda Erdoğan’a güveniyorum. Allah’ın izni ile ölmez kalır isek bunu göreceğiz.
Bazı zevzeklerin “Ayasofya açılırsa Avrupa’daki Müslümanlar zor durumda kalacak, camileri kapanacak” sözlerine; asla kanmayın. Bilakis Müslümanların Emperyalist Batı güçlerinin esaretinden kurtulduğunun ispatı olacağı için İslamiyet daha güçlü ve saygın bir biçimde Avrupa’da yaşanmaya başlayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Ölmez kalırsak bunu çok kısa bir zaman sonra bunu göreceğiz, İnşallah…
Ayasofya’nın kapatılması, Şanlı Peygamberimizin (asm) övdüğü Fatih Sultan Mehmed Han’ın bedduasına vesile olması nedeniyle çok önemlidir. Allah, çağ açıp kapatan bu büyük komutan Fatih’in bedduasını geri çevirmez. Bunca yıl ekonomik krizler ve çeşitli felaketler yaşıyor isek bu bedduanın rolünün olduğunu bilmemiz gerekir.
Ayasofya’nın cami olarak açılması için Türk milleti çok büyük çaba göstermiştir. Necip Fazıl’dan Bediüzzaman’a kadar milyonlarca insan bu konunun öneminden bahsetmiş hayatını tehlikeye atarak bu uğurda tüm zorlukları göğüslemiştir. Görülüyor ki bunca emek ve mücadelenin muvaffakiyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’a nasip olacaktır.
Cumhurbaşkanımızın dillere destan olan o güzel Kuran okumasını Ayasofya’da iken dinlemek bu dünyada görmek istediğim en önemli işlerin başında gelmektedir. Eğer Rabbim bana bu anı yaşatırsa gözüm arkada ölmeyeceğimi bütün dostlarımın bilmesini isterim…
Bu uğurda mücadele etmiş çok sayıda insan tanıyorum. Bunlardan sadece bir tanesi bundan tam 50 yıl önce, İstanbul Üniversitesinde doktora öğrencisi ve MTTB Turizm Müdürü olan Prof. Dr. Mustafa Nutku’ya aittir.
Turizm Rehberlik Kursu öğrencilerine ders verirken Ayasofya'ya gitmiş ve buradaki düşüncelerini o tarihlerde yeni neşriyata başlamış haftalık İttihad Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Polat'a elden teslim etmişti. Mustafa Polat Bey de bu yazıyı İttihad'ın ilk yayınlanacak sayısına koymuştur. Bakın neler söylemiş:
“–Burası ne camii?
–Ayasofya Müzesi...
–Şu meşhur ve şimdiki haliyle mahzun Ayasofya bu demek... Resimlerinde çok gördüm, ama yine de insanın müze demeğe dili varmıyor; kubbesiyle minaresiyle muhteşem bir câmi bu...
Camilerin kapatıldığı, depo olarak kullanıldığı devirleri artık geçirmedik mi? Ayasofya’nın esaretine niçin son verilmiyor? Hem Ayasofya, İstanbul'un fethinden sonra Fatih tarafından fethin sembolü addedilip hususi bir vakfiye ile cami haline getirilmedi mi? Fatih bu vakfiyesine riâyet etmeyenlere lânet ve beddua etmedi mi? Bu durumda, Ayasofya'nın vakfiyesine uymak herhangi bir caminin vakfiyesine uymaktan daha da mühim değil mi?...
Vakfiyesi ihlâl edilip depo vs. olarak kullanılan camilerin hemen hepsi şimdi kurtulmuşken, Ayasofya'nın esareti niçin devam ediyor?»
–Kimbilir, belki mes'ul şahıslar Fatih'i ve onun vasiyetini bilmiyorlardır; veyahut da bunları bildikleri halde Fatih'in vasiyetine aykırı bir durumu devam ettirmekte, kıyamete kadar devam edecek beddua ve lânetini yüklenmekte mahzur görmüyorlardır!...
–Fakat böyle bir şey nasıl olur?... Başka sebepler de yok mudur?
–Tabiî ki vardır. Ama ileri sürülen sebeplerin, yukarıda bahsedilen vakfiyenin ihlâli ve lânetin kabulü için kâfi olmadığı muhakkak...
Meselâ; turistler Ayasofya'nın mozaiklerini ille de görmek isteyeceklerse, mozaiklerin bulunduğu dış avluyla cami olarak ibadete açılacak içerisinin arasını kapasalar; içeriye hususî bir nizam verseler...
–Ayasofya’yı cami olarak açmağa meramları olsa, elbette san'at ve turizm kıymetini de azaltmadan bir şeyler yapabilirler, ama meramları yoksa...
–Ayasofya’nın bu esareti ne zamana kadar devam edebilir?
–Fatih'in değerini, vasiyetinin manâsını, lânetinin ağırlığını takdir eden mes'ul şahıslar işbaşına gelinceye kadar... Kadere sormalı...
–Peki, dünyanın incisi İstanbul'u Bizans'tan alıp doğu Roma İmparatorluğunu yıkan; yeni bir çağ açan ve en mühimi Peygamberimiz (asm)in bir Hadis-i Şerifi ile tebcil edilme şerefine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed gibi bir padişahın vasiyeti ihlâl edildiği müddetçe, bu devirde, bu şehirde yaşayan Müslümanlar olarak bize de mes'uliyet gelmez mi?
–Müslüman, İslâmiyeti yaşar ve anlatır; tebliğ vazifesini yapar. Bizzat Ayasofya'yı açma kararını verip infaz edebilecek durumda olsa bunu yapar; salahiyet başkalarının elinde ise onlara Ayasofya'yı cami olarak açmaları için ikaz ve tebliğ ile de vazifesini yapmış olur.
Ayasofya'nın cami olarak açılması için yıllardır mes'ul şahıslara tebliğ vazifesi yapılmakta ve onlar ikaz edilmektedir. Müslümanın bunun ötesinde bu mevzua dair mes'uliyeti yoktur.
–Yani alâkalı şahısları uyarmakla, Müslüman olarak Ayasofya meselesinde vazifemizi yapmış oluyor muyuz?
–Evet.
–Peki, niçin her hakikî Müslümanın kalbi, Ayasofya denilince burkuluyor, imanî bir ıstırap ifadesi yüzünde beliriyor? Niçin Ayasofya'nın cami olarak açılması için en fazla mücadele edenler bile, hâlâ Ayasofya meselesinde vazifelerini yapmış olmanın huzurunu hissedemiyorlar?
–Hakikaten dikkate şayan bir husus... Kimbilir... Belki ortada sadece Ayasofya'nın kendine ait bir dâva değil, Ayasofya'nın âbidesi haline geldiği Ayasofya'dan çok daha mühim bir dâva olduğu için... Ayasofya, bu dâvaya bir sembol olabildiği için...
Taş, kireç, kumdan mâmul bir mimarî eserin, Fatih'in cami olarak kullanılması ferman ve vasiyetine rağmen, müze olarak kullanılmakta devamına karşı, Müslümanların direnişle, itirazla, Hak'tan bahis ile uyarmaları onlara vazifelerini yapmış olmanın huzurunu veremiyorsa, bunun sebebi: Diğer tarafta et, kan ve kemikten mâmul ve Kâinatın Efendisi ve Son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V) in, İslâmî inancı taşımak ve İslâmiyeti her haliyle yaşamak vasiyetine, emrine rağmen, nüfus kâğıdındaki «Müslüman» kelimesinin manâsından habersiz, içi boş insanların mevcudiyetindendir.
Ayasofyanın tekrar camî olarak açılmasını, içinde islâmiyetin dirilişini isteyen Müslümanların etrafında, bizim etrafımızda, her gün, her yerde Ayasofya misâli yüzlerce insan dipdiri meyyitler gibi konuşur, gezer, ömür sermayelerini tüketirken, onların içlerinde (İslâmiyetin dirilmesi) için lüzumlu (Hakkı Tebliğ) vazifesi lâyıkiyle yapılmadığı içindir...”
Evet, mahzun Ayasofya... Dört minaresiyle kubbesiyle gören ona camidir dese ve içinde namaz kılmağa teşebbüs etse, müze idarecileri onu menederler; Ayasofya'nın cami değil, bir müze olarak halka açık olduğunu söylerler... Müze lâfı da, aslında Ayasofya'nın şimdiki durumunun tam hakikatini ifade etmez...
Hâlen Ayasofya, hakikî bir Müslümanın, zevâhirin ardındaki aslîyi görmek melekesiyle idrâki yönünden, bir semboldür. İçlerinde İslâmiyet’in diriltilmesi icabeden ve nüfus kaydında “Müslüman” yazılı olmasına rağmen, Müslümanlığını yaşamayan, içi boş insanların sembolü... Sanki O, asrımızda bu durumdaki Müslümanların meşgul olunmağa ve îmanları kurtarılmağa şiddetle muhtaç hallerine dikkati çekmek istercesine, davanın ehemmiyetini, cesamet ve ihtişamiyle ifadeye çalışan bir cami: Ayasofya
Ayasofya'ya içi boş insanları hatırlatan bir cami gözüyle bak! Sultanahmet'ten geçerken gözüne ilişince, dışından veya içinden onu temaşâ ettiğin zaman, Fatih'in mirâsı olan Ayasofya'nın cami olarak tekrar açılıp Fatih'in vasiyetinin tahakkukunun lüzumunu düşünürken, zihnini daha mühim meseleler de istilâ etsin...
İslâmiyeti kıyamete kadar dünyaya gelecek insanlara miras olarak bırakan Son Peygamber’in (asm) vasiyet olarak bıraktığı İslâm’a muhalif, insan cismindeki Ayasofya'ların içinde İslâmiyetin diriltilmesinin lüzumunu ve ehemmiyetini düşün!. Taş, kireç ve kumdan Ayasofya'yı, kendilerinin bir sembolü olarak âbideleştiren, et, kan ve kemikten mamul, insan bedeni şeklindeki Ayasofya'ların vakfiyelerine, emanet şartlarına uygun olarak kullanılmaları için mücadele et önce...
Yalnız Ayasofya’nın içindeki İslâmiyet’in dirilişi için bu emanetin şimdiki sahiplerine müracaat etmek, elbette ki vazifeyi yapmış olmanın huzurunu duymak için kâfi değil; İslâmî ruhtan mahrum cesetlerin İslâmiyeti yaşamaları için, içlerinde İslâmî dirilişi temîne çalışmazsan; insan iradelerine, emanet olarak kendi tasarruflarına verilmiş bedenlerini, İslâmiyet’i yaşamak yolunda kullanmalarını gerektiği şekilde tebliğ etmezsen, elbette ki vazifeni tam yapmış sayılmazsın...
Ayasofya Camisine acımaktan çok, insan bedeni şeklindeki Ayasofya'lara acı ve evvelâ onların kurtuluşu için çalış... Ayasofya Camii de bu esnada cesâmeti ve hüznüyle âbidelik vazifesini yapsın...
Kurtuluş bekleyen, insan bedeni şeklindeki Ayasofya'lar, emanetçileri tarafından vakfiyelerine uygun olarak kullanılmağa başlanınca; nüfus kâğıdı Müslümanları, İslâmiyeti bütün icaplarıyla yaşamak yolunu tutunca, Ayasofya'nın da "âbide" olarak vazifesi tamamlanacak; vaktiyle garipliklerini sembolize etmeğe çalıştığı insanları, bu inkılâbdan sonra namaz safları halinde bağrına basacağı "Ayasofya Camii" haline geliverecek, vesselam…
Vehbi KARA