Ahmet Davutoğlu’nun siyaset hırslarının oyuncağı haline getirdiği Şehir Üniversitesi konusunu biliyorsunuz.
Davutoğlu’nun Başbakan olduğu dönemde, başkanlık ettiği kurul tarafından, yasalara aykırı şekilde devletin arazisi Şehir Üniversitesine peşkeş çekilmişti.
Devletten bedavaya kapattığı araziyi devletin bankasına ipotek edip yaklaşık 400 milyon TL kredi kullanmışlardı, devletin bankasından aldıkları krediyi geriye ödeme planları olmadığı için de bu kredinin taksitlerini geriye ödememişlerdi.
Alacaklı bankanın alacağı için icra takibi yapması üzerine çıkarılan çıngar ve koparılan fırtınayı da hatırlarsınız.
Personeline maaş ödemekten aciz hale getirilen Şehir Üniversitesinin yönetimini, bir devlet üniversitesi olan Marmara Üniversitesi üstlenerek sorun geçici olarak çözüldü.
Devlet çözüm bulsun diye ortalığı velveleye verenlerin, devletin bulduğu çözüm üzerine yaptıkları çirkefliği de unutmadık.
Bilim ve Sanat Vakfı malum Şehir Üniversitesini kuran ve üniversitenin temel karar organı olan Mütevelli Heyetini de atayan vakıf.
Maaş ödeyemez hale getirdikleri Şehir Üniversitesi ile ilgili olarak devlet bu işi çözsün, çağrılarını yapan kendileri değilmiş gibi de, devletin bulduğu çözümü mülkiyet hakkının gasbı olarak ilan eden vakıf Bilim Sanat Vakfı. Devlet çözüm bulsun derken milyarlara baliğ olan araziyi yasa kanun tanımadan peşkeş çeksin, üzerine de aldıkları krediyi de devlet ödesin diyorlar sanıyorum ama bu tarafını şimdilik geçelim.
Bu Bilim ve Sanat Vakfının kurucusu olduğu üniversitenin yönetimi devlet üniversitesine geçince, bu olayların çok öncesinde çıkan yasa gereğince kurucu vakıf olan Bilim ve Sanat Vakfının yönetimi de sona erdi.
Üniversitesini yönetemeyen vakfın üniversitesinin yönetimi devlet üniversitesine devredildikten sonra ayrıca kurucu vakfın yönetiminin de sona erdirilmesine gerek var mı yok mu tartışmaları ayrı bir konudur ve bu konuda farklı görüşler de olabilir.
Ama bu konunun siyasi taraftarlık temelinde değil, hak, adalet, mülkiyet hakkı ve vakıf değerlerine saygı kavramı temelinde ele alınması gerekir diyerek zıplayanların bir teki bile; aynı mevzuat uygulanarak Haliç Üniversitesinin yönetimi devlet üniversitesine devredilirken ve kurucu vakfı olan Bizim Lösemili Çocuklar Vakfının da yönetimi sona erdirilirken sesi çıkmadı. Siyaset dışı adalet talepleri birileri için nedense sadece kendilerince akredite saydıkları için geçerli oluyor demek ki? Konuyu dağıtmamak için burayı da geçelim.
Yasa gereği kendiliğinden Bilim ve Sanat Vakfının yönetimi sona erdiği halde, sanki devlet kurumları haksız ve kanunsuz bir şekilde Bilim ve Sanat Vakfına el koyuyormuş gibi çıkarılan çıngarı görüyorsunuz.
Benim anlayamadığım İslamcı camianın çok saygı duyduğumuz öncü sivil toplum kuruluşlarının açıklamaları. Yasa gereği bir rutin, hem de daha önce uygulanmış ve hiç kimsenin sesi çıkmamış bir rutin. Yasal düzenleme yapıldığında ortada ne Şehir Üniversitesi konusu var ne de Bilim ve Sanat Vakfı konusu.
Buradan yola çıkıp kadim vakıf değerlerinin saldırı altında olduğu, bu uygulamanın Türkiye’nin birikimini tehlikeye attığı sonucuna nasıl varıldığını kim anlatabilir ki.
Bilim ve Sanat Vakfı’na uygulanan yasa hükmünün değiştirilmesi gerektiği önerisi olabilir. Bana göre değiştirilmesini gerektiren bir neden de yok. Orası ayrı. Velev ki biri Bilim ve Sanat Vakfına uygulanan yasal prosedürün değiştirilmesini istemiş olsun, saldırı ihanet literatürü üzerine bina edilecek bir talep mi bu?
İşin esasına gelince. Konu çok detaylı ama özet olarak şunu söyleyeyim.
Devlet kurumları Şehir Üniversitesi ve Bilim ve Sanat Vakfı yöneticilerine bırakın haksız bir uygulama yapmayı, üniversite ve vakıf yönelticilerinin işledikleri açık suçlara rağmen hak etmedikleri bir koruma sağlıyor.