Tekmelenen “mini şortlu kız” olayı, yargılama ve yönetimin yargı vizyonunu anlama açısından deneysel bir değer kazandı.
Başbakan yardımcısı, yargı organlarının toplumsal duyarlılıkları esas alan bir bakış açısıyla konuları ele alması gerektiğini ifade etti.
Hâlbuki daha kısa zaman öncesine kadar hepimiz ağız birliğiyle, yargı organlarının sadece hukuk kurallarını esas alması gerektiğini, hukuk kurallarının toplumsal duyarlılıklara uyarlama görevinin siyasi bir görev olduğunu, yargı organlarının siyasi değerlendirme yapmaması gerektiğini, siyasi değerlendirme yapmaya hevesli olanların ise cübbelerini çıkararak siyasete soyunmaları gerektiğini söylerdik.
Yargının hatalı işlemini eleştirmek başka bir konudur, yargının gerektiğinde sadece toplumsal duyarlılıkları temel alarak yürürlükteki hukuk kurallarını pas geçmesini savunmak ayrı bir konudur.
Tekmelenen şortlu kız olayında yargı ilk değerlendirmesinde bence de hata yapmıştır. Nitekim ikinci değerlendirmesinde de tutuklama kararını vermiştir. İkinci değerlendirmenin bir hukuki zemini bulunduğuna göre, demek ki ilk değerlendirmede bir hata vardır.
Yargının bir hatalı kararı üzerinden oluşan tepkilerden çekinerek yargının gerektiğinde hukuk dışına çıkması gerektiğini savunmak doğru bir yaklaşım değildir.
Yargı asla ve asla hukuk dışına çıkmamalıdır. Hukuk kuralları yeterli değil ise, bunu düzeltme siyasetçilerin görevidir.
İkinci husus ise şudur.
Yargının birbiri ile çelişkili kararlar vermesi, yargının itibarını zedeler ve yargıya olan güveni azaltır mı?
Bence, yargının ilk derece kararlarının, kanun yollarına yapılan başvurular sonucunda gerektiğinde kaldırılması ve başka kararlar verilmesi, kanun yollarının iyi çalıştığını gösterir ve yargıya olan güveni azaltmaz artırır.
Düşünsenize, herhangi bir karar verildiğinde, bu karara karşı itirazları inceleyen merciler, itirazları incelenmeksizin reddetmiş olsalar, sağlıklı bir hukuk düzeninden söz edebilir miyiz?
Hukuk düzenine güven, başvuru yollarının gerektiğinde sonuç verebilmesi ile doğru orantılıdır.
Tekmelenen mini şortlu kız olayında, ilk incelemeyi yapan hakim ile itiraz incelemesini yapan hakimin farklı kararlar vermesi, verilen kararların siyasi iktidarı temsil eden başbakan yardımcısı tarafından beğenilmemesi, yargının bir hiyerarşik düzen içinde talimatla değil, kendi vicdanı temelinde tamamen bağımsız olarak çalıştığını gösterir.
Yargının olması gereken karakteri budur.
Hak arama motivasyonu, yani hakkı olanın haklarını arayabileceği ve gerektiğinde sonuç alabileceğine olan inanç, devletin meşruluğunun sınırını oluşturmaktadır.
Hak arama yollarının kapalı olduğu inanışı yayılır ve hak arama yollarından beklentiler kaybolur ise, esas tehlikeli olan budur. Dolayısıyla, olağanüstü koşullara rağmen Türk yargısının bağımsız ve kendi vicdanı ile hareket ettiğini gösteren örnekleri görmek bana göre son derece güzel.
Yaşar BAŞ