Türkiye eğer büyük bir devletse veya büyük bir devlet olma iddiasında ise dış politikasının da iç politikasının da merkezi ancak kendi toprakları olmalı.
Bin yılı aşan saldırı dalgasının etkisi ile son yüz yılda oradan buraya savrulan dış politika eksenimizi kendi topraklarımıza taşımayı başardık. Artık ne Washington eksenliyiz, ne Londra eksenliyiz, ne Paris eksenliyiz, ne Brüksel eksenliyiz, Ne Moskova eksenliyiz, ne de Pekin eksenliyiz. Eksenimiz yalnız ve sadece Türkiye. Şimdi eksenimizi burada sabit kılmak ve bu eksenin etrafında yeni bir ekosistem inşa etme zamanındayız.
Türkiye dış siyasetinin merkezini bu topraklara taşırken, bir taraftan da iki yüz yılık vesayet politikasının artıklarından kurtulmak, dış politika derinliğini geliştirmek zorunda.
Siyasi koşullar ile birlikte teknolojik ve sosyal koşullar da değişiyor. Dünyanın hiçbir yeri bir diğerinden bağımsız değil. Siyasi olarak elbette bağımsızız ama artık sınırlarımızı sadece askerlerle koruma dönemini çoktan geride bıraktık. İletişim yoluyla dünyanın en uzak köşesi evimizin içinde. Askeri risklere karşı kapattığımız sınırları sermayeye ve sınır aşan yayınlara karşı kapatamıyoruz.
Yeni dünya küresel etkileşimden bağımsız olamıyor. Hükümetler kamuoyu eğilimlerinin aksine davranmakta zorlanıyor. Dünyanın en kapalı rejimleri bile artık, kendi halkının eğilimlerini gözetmek ve belirli mekanizmalar dahilinde kendi halkına hesap vermek zorunda kalıyor.
Bu dünyanın hükümetleri küresel etkileşimden tamamen bağımsız olamaz. Siyasi kararları hükümetler alıyor ama hükümetler de kendi halkının eğilimlerinin öyle ya da böyle etkisi altında kalıyor.
Dış politika da bu bağlamda artık sadece hükümetler arası ilişkilerden değil, genel olarak milletlerarası ilişkilerden oluşuyor. Hiçbir ülke dış politika tercihlerini kendi iç politika dinamiklerinden bağımsız alamıyor çünkü.
Türkiye son yıllarda batı eksenli saldırı dalgalarına maruz kalıyor. Bu saldırılar hiç şüphe yok ki siyasi merkezini kendi topraklarına taşıma amacıyla hareket eden Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı küresel çıkar odakları tarafından planlanıyor.
Tam bu noktada küresel saldırı dalgasının batı toplumlarının iç dinamikleri arasına nasıl yerleştirildiğini de yakından izlememiz gerekiyor.
Biz dış politika derinliğimizi sadece batılı hükümetlerle ilişkiler seviyesine indirgersek, sağlıklı bir tercih yapmış olmayız.
Dış politika retoriğinin temeli hükümetler değil muhatap ülkenin kamuoyu olmalı. Türkiye İslam dünyasında hükümetlerden bağımsız olarak milletler nezdinde çok büyük karşılığa sahip. Türkiye’nin Cumhurbaşkanımız şahsında sahip olduğu karşılık nedeniyle halkı Müslüman olan ülkeler Türkiye’nin aleyhine kolaylıkla karar alamıyor. Karar alanlar yok mu elbette var ama onlar da bu kararları kolaylıkla alamıyor veya aldıkları kararların etkisi sınırlı kalıyor.
Türkiye’nin aynen bu şekilde batılı toplumlar nezdinde insan hakları, küresel barış ve küresel refah temelinde söylemlerini yükseltmesi, batılı hükümetlerin son yüzyılın egemen değerlerine nasıl ihanet ettiklerini kendi toplumlarına da anlatması gerekir.
Türkiye’ye yönelik batı kaynaklı saldırı dalgalarının anlamaya ve anlatmaya çalışırken Türkiye’ye karşı saldırgan bir üsluba dönüş yapan batılı politikacıları kendi ülkelerindeki seçim nedeniyle iç politikaya yönelik davranışlar göstermekle suçluyoruz.
Bir politikacı kendi ülkesindeki seçimde avantaj kazanmak için Türkiye’ye saldırma ihtiyacı duyuyorsa, demek ki o toplumda Türkiye’ye saldırmak bir pozitif karşılık buluyor demektir. Bu bir sorundur ve hükümetler değişse bile saldırganlığın değişmeyeceğini gösterir.
Seçimleri biten hükümetlerle normalleşmeye başlıyoruz. Bu normalleşme dönemlerini, o ülkelerin toplumlarıyla ilişkilerimizi geliştirecek fırsatlara dönüştürmemiz gerekiyor.
Bir batı ülkesinde Türkiye’ye saldırmak kazanç aracı olmaktan çıkmadan ilişkilerimizi kalıcı olarak düzeltmenin mümkün olacağını sanmıyorum.
Milletler arası ilişkiler sadece hükümetlerin çabasıyla da gelişmez. Bir hükümet saldırganlığa maruz kaldığında, bu kendi ülkesinin çıkarları ve geleceği temelinde cevap vermek dışında seçeneğe sahip değildir. Nitekim hükümetimiz de ülkemize ve milletimize yönelik saldırganlıklara gereken cevabı veriyor.
Ama bir taraftan da sivil toplum ve iş dünyamız milletler arasındaki ilişkileri geliştirecek bir misyonla adımlar atmalıdır. Bizim batı ülkelerinin tamamında seçim sonuçlarını değiştirecek kadar büyük sayıda vatandaşımız yaşıyor.
Bu potansiyeli doğru kullanmalı ve ülkemizin dış politika derinliğini artıracak şekilde batılı toplumlarla iletişimizi geliştirmeliyiz.
Av. Yaşar Baş