Son günlerde manşetlere taşınan her olay, yargılama kalitemiz, hukuk devleti olarak seviyemizi anlamaya yarayan bir deneysel materyale dönüşüyor.
Rüzgâr Çetin manşetlerini atanların tamamı, sorsan hukuk devletinin, kanun hâkimiyetinin ve yargı bağımsızlığının yılmaz savunucusudur.
Nedir hukuk devleti size göre?
Olaylara uygulanacak kuralların önceden belli olması, yargılananın mevki, sıfat ve şöhretine bakılmadan ne bir eksiğinin ne de bir fazlasının uygulanmasıdır.
Rüzgâr Çetin’in, alkollü bir şekilde, lüks bir araçla, aniden şerit değiştirerek kazaya neden olması ve bir kişinin hayatını kaybetmesi ve bir kişinin yaralanması son derece vahim bir olaydır bunun altını çizelim.
Durun hemen, hayatını kaybeden ve yaralananlar polis memurları demeyin. Güvenlik güçlerimize, üzerindeki üniforma ve yaptıkları görev nedeniyle yapılan hain saldırılar elbette diğer olaylardan farklı değerlendirilir ve cezalandırılır.
Ama taksirli suçlarda, suçtan zarar görenin kimliği hakkında önceden hiçbir bilgisi olmayan kimsenin, belirli bir hedef gözetmeden işlediği suçlarda, suçtan zarar görenin güvenlik teşkilatından olması hukuki süreci değiştirmez.
Çünkü burada, güvenlik görevlilerimizin görev ve sıfatı hedef alınmış değildir.
Bir insanın ölmesi az bir şey midir? Asla.
Rüzgâr Çetin’in alkollü olması ve önceden de trafik suçu işlemesi de affedilir bir durum değildir. Affedilmemelidir de.
Peki, bir kimseyi affetmezseniz ona yapmanız gerek şey nedir. Kural ne ise eksiksiz, ne bir eksik ne de bir fazla olmadan uygulamaktır. Babasının şöhreti nedeniyle bir ayrıcalık da tanınmamalı, ancak babasının şöhreti ve olayın magazinsel değeri nedeniyle ceza artırılmamalıdır da.
Manşetlerden inmeyen kaza, no name (ismi bilinmeyen bir kimse) tarafından işlenseydi nasıl bir yargılama süreci olacaktı?
Cumhuriyet savcısının beyanına göre olay, bilinçli taksirle bir kişinin öldürülmesi ve bir kişinin yaralanmasıdır.
Bu durumda önce suçun basit taksirle işlenmiş haline uygulanacak temel ceza belirlenecekti. Basit taksirle birden çok kişinin ölümü veya bir kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden çok kişinin yaralanması durumunda uygulanacak kuraldaki cezanın alt sınırı 2 yıl. Üst sınırı 15 yıldır.
Mahkeme ölen ve yaralanan kişi sayısına, sanığın geçmişine, kusurun derecesine bakarak 2 yıl ile 15 yıl arasında bir ceza belirleyecektir.
Ölen ve yaralanan kişi sayısı bakımından olaya uygulanması gereken ceza miktarı alt sınırdadır. Çünkü ceza kuralında sözü edilen en az kişi sayısı, bir kişinin ölümü ile bir kişinin yaralanmasıdır.
Aslında sanığın kusurunun derecesine göre temel cezada artırım yapılması da hukuka uygun değil bana göre. Zira sanığın kusurunun derecesi bilinçli taksir seviyesinde ise ceza miktarının yarısı kadar artırılacağına hükmedildiğine göre, kusur durumu nedeniyle iki kez artırım yapılmaması için, bilinçli taksir nedeniyle artırım yapılan hallerde, kusur durumuna bakarak temel cezanın artırılması doğru değildir.
Peki, bu olayda temel cezanın en üst haddi uygulanabilir mi? Bilinçli taksirle 301 kişinin ölümüne neden olan kimseye hangi cezayı vererek ceza adaletini sağlayacaksınız o zaman.
Haaaa. Bu cezalar yetersiz derseniz. Şöhreti sebebiyle bir insanı kurban ederek bu problemi çözemezsiniz. Ceza kuralını toplum vicdanına uygun hale getirme görevi siyasetin görevidir. Siyasetin eksik bıraktığı bir alanın, yargı organları tarafından doldurulmasını talep etmek ne hukuk devleti kavramına, ne de devlet kavramına uygun olur.
Mahkeme hem kusur durumuna göre temel cezayı artırmış ve beş yıl olarak uygulamış. Kusurun derecesini bilinçli taksir kabul ederek, bunu da en üst sınırdan kabul ederek cezayı yarısı kadar artırmış. Yedi buçuk yıla çıkarmış.
Sonuç cezadan, duruşma disiplinine uygun davranma nedeniyle altıda biri indirilmiş ve sonuç ceza altı yıl üç ay olarak belirlenmiş.
Bu cezanın, bizim yürürlükteki infaz sistemimize göre yarısı kadarı infaz edilecek. Cezanın yarısı belirlendikten sonra, bundan denetimli serbestlik süresi olan iki yıl düşülecek. Rüzgâr Çetin’in cezaevinde kalması gereken süre on üç buçuk ay. Bunun sekiz buçuk ayını tutuklulukta geçirmiş. Kalmış beş ay ceza.
Sonuç cezadan infaz için beş ayı kalıp da tahliye edilmeyen bir tek kişi var mı Türkiye’de.
Emin olun bu davada yargılanan şöhretli bir adamın oğlu olmasaydı, bu tartışmaların hiç biri olmazdı.
Haaa. Bir de ölen ve yaralanan polis memurunun ailesi ile anlaşma konusu var. Magazinleştirilerek aşağılanan.
Bi defa bu anlaşmaların ne uygulanan ceza miktarına, ne de tahliyeye hiçbir etkisi olamaz. Bir kimsenin, pişmanlık göstererek zarar verdiği kimselerin manevi zararını zaten hiçbir şekilde gideremez ama; en azından maddi zararını gidermesi, aşağılanacak bir davranış mı, yoksa alkışlanacak bir davranış mı?
Beni ilgilendirmez deseler ve zarar gören herkesi ortada bıraksalar daha doğru bir davranış mı olacaktı?
Hem sosyal, hem hukuki, hem de İslami açıdan bakıldığında, mahkemece bu uzlaşmanın mecbur hale getirilmesi ve alkışlanması gerekir.
Normal koşullarda alkışlanması gereken uzlaşma ve zarar karşılama, neden bu kadar aşağılanıyor peki?
Bu cezanın adil olmadığını iddia edebilirsiniz. Ama bunu düzeltmesi gereken yargı değildir. Ceza adaleti zarar görüyor deniliyorsa, ceza miktarı da artırılsın, infaz rejimi de değiştirilsin.
Ama, siyasetin görevi yargıdan beklenmesin!
Yaşar Baş