Büyük devlet olmak, küresel aktör olmak dünyanın neresinde bir kriz bölgesi varsa oraya aktif bir şekilde müdahale edecek güce sahip olmaktır. Küresel aktör olarak kalabilmenin yolu müdahalenin bir vicdan eksenine oturtulmasına bağlıdır.
Aktif müdahalenin koşullarının kaynağı ikinci derecede önem taşıyor.
Afganistan Asya’nın kapılarından biri. Önce Rusya’nın, sonra da ABD’nin farklı biçimlerde işgal girişiminin temelinde Afganistan’ın jeostratejik değeri bulunuyor.
Doğu-Batı denkleminde yükselen yeni politikalar bakımından da Afganistan çok önemli bir bölge.
Bu bölgeyi kırk yıla yaklaşan iç savaş geçmişi ile baş başa bırakılmasının getireceği ağır yükler var. Doğu ile Batı arasında çözümlenemez bir kaos hattı oluşturma stratejilerine boyun eğmemek gerekiyor. Küresel akıl Afganistan’ı Doğu ile batı arasına bir kaos hattına yani geçilmesi imkansız mayınlı sahaya dönüştürmek istiyor.
Kırk yıllık kanlı ve kirli bir savaşın sonrasında Afgan halkının huzura ve barışa ihtiyacı var. Afganistan bütün Afgan halklarına ait. Oranın halklarının tamamının güvenlik içinde, özgür ve refah içinde yaşama hakları var.
Afganistan eşittir Taliban şeklindeki genellemelerin esasında da büyük bir cehalet var.
Taliban elbette Afganistan’ın bir gerçeğidir ama Afganistan eşittir Taliban değildir.
Kanlı ve çileli bir geçmişin üzerine yeni bir Afganistan bina edilirken, sonuç itibariyle Afgan halkının insan olduğu gerçeğini, vicdan eksenli bir küresel paradigmadan söz edeceksek de öncelikle bu insanların temel hakları ve ihtiyaçlarını esas almamız gerekmez mi?
Kırk yıla varan işgal yönetimlerinin yaktığı ve yok ettiği Afganistan’ın diyet olarak verilmesi bu haksızlıkların çözümü değil.
Türkiye hiç tartışmasız bir şekilde Afganistan’da Afgan halkının hürriyeti, hukuku, güvenliği, refahı temelinde ve Afgan halkının iradesi ekseninde bir yönetim kurulması konusunda üzerine düşen sorumluluktan kaçarak büyük devlet olamaz.
Afganistan Müslüman Türk Devletler tarihinin başladığı bir coğrafyadır. Tarihsel bağların da ötesinde büyük bir devlet olma iddiasındaki Türkiye’nin küresel insani sorunlara sırtını dönmesi mümkün değil.
Bizi oralara itekleyenlerin amacının ne olduğunu elbette biliyoruz. Onlar bizi hangi niyetle oralara iteklerlerse iteklesinler, bizim yol haritamızı çizecek olan onlar değil.
Türkiye oraya birilerinin iteklemesi ile değil kendi sorumlulukları ekseninde bir yol haritası ile gitmeli.
Suriye’de bulunmamız hangi gerekçeye dayanıyor ise, Libya’da hangi gerekçe ile bulunuyor isek, Karabağ’da hareket noktamız ne ise Afganistan’daki hareket noktamız da o olmalı..
Türkiye’yi bir NATO gücü olarak tanımlayıp işgalci kuvvet olarak tanımlayan her türlü yorum ve böyle yorumlara dayanan politikaların geri tarafında İslami bir hassasiyet olamaz.
Taliban’ın Türk Askerini işgalci kuvvetlere benzetmemesi gerekir. Türkiye sahip olduğu binlerce yıla dayanan devlet tecrübesi ve aramızdaki tarihsel ve sosyal bağlar ile ortaklaşa bir şekilde, Afganistan’da özgür, bağımsız, müreffeh bir düzen kurmanın yollarına bakmak gerekir.
Son kırk yılında savaştan başka hiçbir şey görmeyen bu halk savaşın pençesinde daha ne kadar yaşayacak? Çevresine istikrar ve huzur vermeyen bu kaos tablosu daha ne kadar devam edecek?
Afganistan’daki kaos nedeniyle sadece Afgan halkı mı bedel ödüyor? Bölgenin enerjisini yutan Afganistan’ın maliyetini Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Arakan, Keşmir Müslümanları hatta çok uzak coğrafyalar bile ödemiyor mu?
Tekraren söylüyorum. Taliban Afganistan’ın gerçeğidir ama Afganistan eşittir Taliban değildir. Afgan halklarının kırk yılı bulan bu kanlı savaştan kurtulmasının zamanı çoktan gelmiş durumda.
Yeni kurulacak Afganistan’ın ekseni Afgan halkının iradesi olmalı. Dolayısıyla Türkiye Afganistan’daki kardeşleri için ve insanlık için, Afganistan halkları arasında kardeşçe özgür, bağımsız, hukuka dayalı ve müreffeh bir Afganistan için Afganistan’da mutlaka bulunmalı.
Türkiye’yi işgalcilerin ortağı veya taşeronu ilan eden kirli zihinleri de muhatap almamalı.