Diyarbakır Çermik’te, halı saha maçındaki sıra tartışmasında sinirlenen savcının talimatıyla emniyet tarafından 14 öğretmenin kimlik tespiti yapıldığı ve kimlik tespiti işlemleri işin bir süre alıkonulduğu haberleri ortalığı kapladı.
Milli Eğitim Bakan Yardımcımız da sosyal medya hesabından öğretmenlerin sahipsiz olmadığını söyledi.
Hemen arkasından hiç vakit kaybetmeden Adalet Bakanımız tarafından olay hakkında inceleme ve soruşturma açıldığı, çok kısa süre içinde olayın gerçeğini tespit ederek gereğinin yapılmasının takipçisi olacağını ifade etti.
Öncelikle Adalet Bakanımız Abdulhamid Gül Bey’e bir vatandaş olarak çok teşekkür ediyorum.
Genç bir savcının son derece yanlış bir davranışının oluşturacağı provokasyonları kontrol altına alacak hız ve duyarlılıkla hareket etti.
Olay kesinlikle hafife alınacak, üstü örtülecek ve geçiştirilecek bir olay değil.
Türkiye bir taraftan varlık mücadelesini hukuk zemininde sürdürmeye çalışıyor. Yüz yüze olduğumuz Pennsylvanialı şeytanın bin bir suratlı örgütüne yönelik işlemlerin tabiatından kaynaklanan zorluklar var. İstismar edilmeyen bir tek kavram kalmadı. Şüphe, şeytanın örgütü tarafından bilinçli bir şekilde genişletilmeye ve güven duyulan bir tek kişi, bir tek kavram ve bir tek kurum kalmamasına çalışılıyor.
Bu mücadelede sahip olduğumuz en değerli araç kamu düzenini koruma amacına baş koymuş savcılarımız. Savcılarımızın bu multi karakter örgütle mücadele edecek özgüvene sahip olabilmeleri için bir tolerans aralığına ihtiyaçları var. Çünkü sonucu mahkûmiyetle bitmeyecek işlemler sonunda savcılarımız suçlanmaya başlarsa bu mücadelenin sürdürülmesi çok zorlaşır.
Peki, bu tolerans aralığı bir keyfi işlem opsiyonu aralığı mı? Kesinlikle hayır. Makul bir neden varsa savcı soruşturma işlemleri ve tedbirleri konusunda bir takdir yetkisine sahip olmalı. Suçla mücadele amacına yönelik olmak koşuluyla savcılar tarafından hakkında tedbir uygulanan kimsenin sonradan mahkûm olmaması durumunda savcının kullandığı bu takdir yetkisi nedeniyle suçlanmaması gerekir.
Ama savcılara suçla mücadele konusunda verilen takdir yetkisi keyfi bir şekilde kullanılmaya başlarsa adaletin şirazesi bozulur.
Savcıların suçla mücadele için kendilerine verilen yetkiyi keyfi bir şekilde kullanmalarına yeterli ve etkili bir tepki gösterilmezse, yargıya olan inanç zayıflar. Yargıya olan inancın zayıflaması sahip olduğunuz en değerli araç olan kamu düzenini tehlike altına sokar.
Dolayısıyla yargı yetkisinin keyfi kullanılmasına en sert tepkiyi yargı teşkilatının göstermesi gerekir. Bahsi geçen iddia doğru ise bu davranış yargı teşkilatının itibarına yapılmış çok çok çok ağır bir saldırıdır.
Adalet Bakanımız ve HSK gereken hızda ve düzeyde tavrını gösterdi. Bu çok değerli bir duyarlılıktır.
Yargı yetkisi diğer devlet yetkilerine benzemez. Yargıdaki keyfiliği başka kurumlar ile karıştırmamak ve en şiddetli şekilde cezalandırmak gerekir.
Milli Eğitim Bakan yardımcımıza gelince. Bakan yardımcılığı gibi üst düzey bir görev üstlenen kimsenin bu olayı İNSAN HAKLARI temelinde değil de bir MESLEKTAŞ DAYANIŞMASI VE ÖĞRETMEN HAKLARI temelinde ele alması hiç doğru bir davranış değil. Bu memlekette insan hakları söz konusu olduğunda sadece öğretmenler değil hiç kimse sahipsiz değildir ve olmamalıdır.
Yaşar BAŞ