Danıştay kararları kimyamızı bozmaya başladı. Önce and kararı. Sonra başörtüsü konusunda Danıştay savcısının görüşü siyaset gündeminin önüne geçti.
Yargının tartışma doğuran kararlarıyla siyasetin gündemini hapsetmesi doğal olarak insanlara 28 Şubat konjonktürünü çağrıştırıyor.
Tartışma bir başlayınca da göğe yükselen sloganlar rasyonel bir değerlendirmenin bütün kapılarını kapatıyor.
Tartışmayı çıkaranların samimiyeti elbette tartışılır ama tartışmaya katılanların samimiyetini de ayrıca tartışmak lazım.
Bu tür tartışmaları sloganik bir zemine mahkum edenler, en az tartışmayı ortaya çıkaranlar kadar zarar veriyorlar. Hatta tartışmaya katılanların bazıları, tartışmayı çıkaranlardan da daha kötü niyetli davranıyorlar. İşi kısa yoldan götürüp bir eksen kayması tartışmasına bağlayanların ise iyi niyetli olmalarına imkan yok. Eğer iyi niyetli iseler de inanın gidip profesyonel destek almalarında fayda var.
Hayat varsa sorun da vardır. Sorun varsa sorunu soğukkanlı bir şekilde masaya yatırarak doğru çözüm yollarını aramak gerekir. En küçük sorunda ortalığı velveleye verenler sorunların sağlıklı ve soğukkanlı bir şekilde ele alınmasının önünü kapattıkları için yangına benzin dökmüş oluyorlar.
Son dönemde tanık olduğumuz birçok tartışmada görüyoruz ki, sorunu çıkaranlardan daha fazla sorunun etkisini azaltmak için inisiyatif alanlar tartışılıyor. Hiç kimse de sorunun esasının ne olduğunu anlama ve kavrama ihtiyacı duymuyor.
Danıştay and kararı ve Danıştay savcısının görüşü elbette büyük yanlış. Ama bu yanlışın anatomisini doğru tespit etmek ve sorunu çözmek konusunda doğru adımları atmak gerekiyor.
Bu yanlışlar birçok yönüyle tartışılacaktır ve tartışılmalıdır. Ancak yanlışların kendisine bir kelime dokunduktan sonra işi kısa yoldan siyasetin eksen kayması iddiasına bağlamak da ne oluyor.
Siyasetin eksenini kaydırmak bu kadar kolay mı? Niteliği itibariyle elbette vahim ama etkisi itibariyle de minicik olan bu tür eylemler nedeniyle paranoyalara bürünmek bizi zayıf düşürür. Özgüvenimizi zayıflatır. Bu tür tartışmalara karşı daha da dayanıksız ve bu tür tartışmalara daha da açık hale getirir. Özgüven kaybı siyasetin de hareket alanını daraltır.
O bakımdan bundan sonra da zaman zaman tekrarlanacağı anlaşılan bu tür girişimlere karşı soğukkanlı davranmak birinci kural olmalı.
Bu haftanın tartışmasında ve daha önceki and tartışmalarında, hatta son yıllarda Danıştay’ın verdiği tartışma çıkaran kararların ortak bir özelliği var. Tamamının davacısı, dava konusu idari işlemden doğrudan zarar görmeyen dernek, sendika, oda ve partiler.
Bu kararların verildiği davaları açanların dava açmaya nasıl yetkili olduklarını hiç kimse tartışmıyor. Esas tartışılması gereken taraf burası değil mi? Niye hiç kimse bir siyasi partinin başörtüsü konusundaki, bir düzenleme aleyhine dava açıp açamayacağını sorgulamıyor? Aynen and kararında olduğu gibi.
İdari yargı mercilerinden dava açma ehliyetini düzenleyen kuralların yeni baştan tanzim edilmesinde fayda var. Danıştay doğrudan hatta dolaylı olarak bile dava konusu işlemden zarar görmeyenlerin dava açmaya yetkili olduğunu kabul ederken, bazı durumlarda da doğrudan zarar görenlerin dava ehliyetini kabul etmiyor. Milyarlarca lira yatırım yapan firmanın yatırımının iptali için o bölgede bulunan herhangi bir kimsenin dava açma yetkisi var, ancak açılan davada o yatırımı yapan firmaya feri müdahil olarak sadece o davayı izleme hakkı veriliyor. Verilen kararı tek başına temyiz etme hakkı bile yok.
Esas tartışmamız gereken taraf burası değil mi? Ama davanın esasını değil, manşetlerden yola çıkarak sloganları tartışıyoruz.
Çünkü usul kurallarını tartışmak için kararın okunması gerekiyor. Eğer kararı okuyan bir hukukçu değilse, hukukçu birinden görüş almak için zahmete katlanması gerekiyor. Kararı verenlerin başka durumlarda nasıl davrandıklarına ilişkin araştırma yapmaya zaman ayırması gerekiyor.
Ama internet manşetlerine bak. Daha önceden hazırlanmış sloganları at. En kolay tartışma olan eksen kaymasına işi bağla. İçinden çık.
Her temelsiz ve karşılığı bulunmayan tartışma da bana meleklerin cinsiyeti tartışmasını hatırlatıyor nedense?
Yaşar Baş