Bugün Libya küresel çıkar odaklarının oyun alanı haline dönüşmüş durumda. Örneğine ilk defa rastlamıyoruz. Suriye’de Irak’ta daha birçok yerde insan hayatının araçsallaştırıldığı kirli savaşların tanığı oluyoruz ve en ağır bedelleri ödüyoruz. Hedefinde Türkiye olmayan terör örgütü yok.
Devletin güvenlik kuvvetleri terörist risklere karşı tarihte benzeri görülmeyen bir mücadele veriyor.
Terörle mücadele dediğimiz süreç devlerin sadece güvenlik kuvvetlerinin taşıyabileceği bir mücadele değil.
Vekalet savaşları çağında, küresel çıkar odaklarının maşası haline gelmiş terör odaklarıyla topyekûn bir mücadele yapılmadıkça bu kirli savaş bitmez.
Bir devletin vazgeçemeyeceği kutsalı kamu düzenidir. Eğer bir devlet kamu düzenini ve sınırlarını koruyacak reflekslere sahip değilse ayakta kalamaz.
Bir toplumda farklı çıkar kategorileri, farklı siyasi görüş ve öneriler olabilir. Ama bir devlette kamu düzenini ve genel güvenliği tehlikeye atacak hiçbir davranış kabul edilemez.
Dolayısıyla devletin güvenlik siyasetine devletin bütün bileşenlerinin, resmî ve sivil kurumların, devlet ile milletin birlikte ve bütünlük içinde sahip çıkması gerekir.
Devletimiz Libya’da terör örgütlerine karşı meşru hükümetin ayakta kalması için harekete geçmişse, devlet millet bütünlüğü içinde bu mücadelenin sürdürülmesi gerekir.
Libya’daki karmaşık denklem son günlerde gündemimizin birinci sırasında. Olan biteni anlamaya çalışıyoruz. Devletin kurumları Libya politikasının temelini oluşturan bilgi kaynağına elbette sahiptir.
Devletin harekete geçmesinden önce karmaşık Libya denklemi konusunda çalışan kamu görevlileri dışında bu konuyu gündemine alan herhangi bir kurum veya kuruluş var mıydı acaba?
Ben özellikle de DEİK’in neler yaptığını merak ediyorum. Örneğin DEİK Libya İş Konseyi Libya konusunda bu zamana kadar ne yaptı? Hiçbir şey yapmadılar demiyorum. Sadece ne yaptıkları konusunda bir bilgimiz yok.
Uzun yıllar boyunca Türk müteahhitlik sektörünün sürükleyicisi olan Libya konusu, deniz sınır anlaşması öncesinde gündemimizde niye yoktu.
Bundan birkaç yıl önceye kadar küçük bir taşra kasabasında sıkışan Hafter, Türkiye’nin topraklarının iki katından daha fazla bir bölgeyi kontrol altına alana kadar geçen zamanda Libya gündemimizin ilk sıralarına niye giremedi. Şunu net olarak görüyoruz ki, Akdeniz çanağının karşı kıyısında bir sistem yok olup yeni bir sistem inşa edilirken, iş dünyamız ve sivil toplum kuruluşlarımız en büyük fırsat alanına yeteri derecede konsantre olmuş değiller.
Libya veya bir başka terör bölgesinde yönetimi ve istikrarı inşa ederken, bir taraftan da yeni düzenin ayakta kalmasını sağlayacak girişimlerin hayata geçmesi gerekir.
Sivil toplum ve iş dünyası yeniden inşa edilecek sistem içinde aktif bir şekilde kendilerine yer aramalılar.
Terörün ilacı refahtır. Refahın temelini de güvenlik ve özgürlük oluşturur. Tümünün üzerine oturduğu eksen ise adalettir.
Eğer bir yerde kalıcı bir istikrardan söz edeceksek, adil, özgür, güvenli ve müreffeh bir toplum düzeni olmak zorundadır.
İş dünyası ve sivil toplum kuruluşları kendi uzmanlaştıkları pencereden süreçlerin içinde aktif olarak yer almalı ki, kaynak kullanımı rasyonelleşsin.
İlişkiler rasyonelleştikçe gerilim azalacaktır.
Bu nedenle Türkiye’nin vicdan temelli yeni politika vizyonunun iş dünyasının girişimciliği ile tamamlanmasına ciddi şekilde ihtiyaç var.